Özgür Eğitim-Sen Genel Başkanı Abdulbaki Değer, KARAR’a kamuoyunda uzun zamandır tartışılan ve her yıl binlerce mağduriyete neden olan mülakat uygulamasını yazdı. Kamu alımlarında ‘torpil ve kayırmacı’ gölgesi düşürülen uygulamanın hata olduğunu genel seçimler öncesi kabul edilmesine rağmen ısrarla devam edilmesini 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in fıkrasıyla aktardı.
Demirel, askeri müdahalelerin, iddia edildiği üzere, ülkedeki koşulların demokratikleştirilmesine katkı sağlamayacağını ifade etmek için şu fıkrayı anlatır:
“Bir profesör aslanla kuzunun aynı kafeste yaşayabileceğini iddia etmiştir. Ancak etrafındakiler bunun gerçekleşemeyecek bir durum olduğunu söylemiştir. Profesör ise buna mukabil deneyip olabileceğini iddia etmiştir. Hemen akabinde hayvanat bahçesinde denemelere başlamıştır. İtiraz edenler bir hafta sonra kuzu ile aslanın aynı kafeste olduğunu görmüştür. Profesöre şaşkınlıkla bunu nasıl başardığını sorduklarında profesör şu cevabı vermiştir:
– Her gün kafese yeni bir kuzu koyuyoruz.”
Fıkra öğretmen mülakatları üzerinden yaşadıklarımızı çağrıştırıyor. İstediğiniz kadar bazı durumların doğası gereği yüksek riskli olduğunu, iddia edilen fantastik sonuçları gerçekleştiremeyeceğini söyleyin. Aslan ile kuzunun aynı kafeste yaşayacağında ısrar eden, kafese her gün yeni bir kuzu konulmak zorunda kalındığı halde iddiasından vazgeçmeyen insanlar, kurumlar hayatımızı şekillendiriyor. Hikâye çok sevimsiz bir hikâye biliyorum ancak bu bıktırıcı hikâye bizim acı gerçeğimizi anlatıyor.
Mülakatın ne olduğu, ne için kullanıldığı, toplumsal hafızada neye karşılık geldiği bilinmeyen bir husus değil. Hepsini yeniden yeniden hatırlatmak anlamsız. Kamuya personel istihdamında mülakat, çok sancılı ve tahripkâr bir uygulama olarak hayat bulduğu için kaldırılmış yerine merkezi sınav getirilmişti. Getirilen sınav istihdam açısından şüphesiz en hakkaniyetli, en işlevsel enstrüman olarak değerlendirilemez. Ancak mevcut şartlar içerisinde en objektif dolayısıyla meşruiyeti en yüksek araç olduğu açık. 15 Temmuz’un ardından mülakat yeniden getirildi ancak fiili olarak bir güvenlik aparatına dönüştürüldü. Adaylara, güvenlik soruşturmaları olumsuz çıkmaması koşuluyla mülakatlarda KPSS’den aldıkları puanların aynısı verildi. Dolayısıyla mülakat yazılı puanının yeniden verildiği etkisiz bir araç olarak konumlandırıldı ve bu konumu da resmi makamlarca defaatle teyit edildi. Buna rağmen mülakata kapı aralandığında bunun üzerinden her tür şaibeye, dedikoduya alan açtığı görüldüğü için mülakatın kaldırılması, Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı adaylık sürecinin en önemli vaatlerinden birisine dönüştü. Seçimlerin ardından Milli Eğitim Bakanı ise kaldırmak yerine “mülakatı, mülakat gibi yapacağız” söylemiyle bu enstrümanı kullanmaya devam edeceklerini belirtti. Çünkü öğretmen niteliğinin çok önemli bir mevzu olduğunu ve KPSS sonuçlarına bakıldığında sınav üzerinden nitelikli öğretmen ihtiyacının giderilmesinin mümkün olmadığını belirtti. Yusuf Tekin’in söylem mimarisi öyle bir denklem üzerine kuruldu ki; sanki mülakat üzerinden MEB’in nitelikli öğretmen ihtiyacı doğrudan karşılanıyor intibaı uyandırdı. Bugün de aynı mimariyi kullanmaya devam ediyor maalesef:
“Nitelikli öğretmene ihtiyacımız var. Nitelikli öğretmen yetiştiremiyoruz. KPSS sınavı verileri çok kötü (ki gerçekten çok kötü) o halde mülakat yapacağız.” İyi de bu öncüllerden hareketle bu sonuca varmanın ne geçerli ne de güvenilir bir tarafı var. KPSS sınavının mantığı temelde şuna dayanıyor. Atayabileceğimizden daha fazla atanabilecek sayıda öğretmen adayımız var. Atamada başvurabileceğimiz objektif, nesnel ve herkesçe kabul edilebilir bir ölçüte ihtiyacımız var. Bu ölçüt öğretmen niteliğinin arttırılmasına ilişkin dolaylı bir boyut barındırsa da (sınavda yüksek puan alanlar daha niteliklidir) özü itibariyle öğretmenin niteliği ile ilgili bir durumla ilintili değildir. KPSS; anlamını, mantığını nitelikli öğretmenin yetiştirilmesinden almıyor, bu şekilde yetiştiği düşünülen ve bir diploma ile durumları kayıt altına alınan adayların sıralamaya sokulmasından alıyor. Mülakat uygulamasının nitelikli öğretmen ihtiyacına karşılık vereceği iddiası da bu yönüyle izaha muhtaç bir iddiadır.
***
Bu açıdan bakıldığında Sayın Yusuf Tekin’in öğretmen niteliğine ilişkin tespiti; doğru, haklı ve yerinde bir tespit olmakla birlikte tamamen çarpıtma amaçlı kullanılmaktadır. Öğretmenin nitelik problemi ile ilgili makul ve meşru bir arayışın çözüm için odağına alması gereken şey; şaibeli ve etkisiz mülakat uygulaması değil öğretmen yetiştirme sisteminin merkez üssü olan eğitim fakültelerini hedef alan bir sistemik yeniden yapılanma olmalıydı. Bunu yapmak yerine hatta tam tersine Öğretmen Akademisi üzerinden eğitim fakültelerini biraz daha bozacak adımlar atılarak ülkenin nitelikli öğretmen açığı adeta kronik hale getirilmiştir.
2024 yılında yapılan tüm eleştiri ve itirazlara rağmen MEB “nitelikli öğretmen ihtiyacını” gerekçe göstererek mülakat uygulamasında ısrar etmişti. Atan(a)mayan öğretmenler gibi sistem kaynaklı devasa bir problemimiz varken bunun yanına bir de mülakat mağduru öğretmenler başlığı altında yeni bir sorun eklemiş oldu. Yusuf Tekin, mülakat sürecinde nasıl titizlendiklerini açıklasa da uygulamanın doğasından kaynaklanan izaha muhtaç durumun oluşturduğu handikapı gideremeyeceğini bir türlü fark edemiyor. Mülakat uygulamasında giderilemeyecek iki tür açmaz var karşımızda. Birincisi Türkiye şartlarında mülakata alan açtığınızda, aldığınız önlemler ne olursa olsun, her tür istismar girişimi, şaibe ve dedikodu için zemin oluşturmuş oluyorsunuz. Bu kaş yapalım derken göz çıkarmaktan farksız bir girişim olarak not edilmelidir. İkincisi de Sayın Tekin’in mülakat ve nitelikli öğretmen arasında kurmuş olduğu denklemin herhangi bir geçerliliğinin, mantıksal dayanağının olmayışıdır. MEB, böyle bir doğrusal ilişki olduğunu atama politikasına dayanak gibi gösterse de yaptığı uygulamada da durumun böyle olmadığını kendisi fiilen gösteriyor.
***
2024 yılında yapılan mülakatların sonuçları açıklandığında kamuoyunda ciddi tartışmalara sebebiyet vermiş ve Milli Eğitim Bakanı mecliste şu açıklamayı yapmıştı. “Bütün komisyonların raporları var. Mesela bir komisyonda 193 kişi mülakata girmiş üç kişinin sıralaması değişmiş. Yani atanacak iken, atanamayacak hale gelmiş. Bir başka ilimizde 682 girmiş 11 kişinin yeri değişmiş. Toplam 60 bin kişiden bin 100 kişinin yeri değişmiş.” Bakanın yaptığı bu açıklama ile mülakat üzerinden inşa ettiği söylem arasında baştanbaşa uyumsuzluk var. Bakan açıklamasında mülakat üzerinden çok çok az adayın sıralamasının değiştiğini rakamlarla ifade ediyor. Şayet gerçekten de 60 bin kişiden sadece bin 100 kişinin yeri değişiyorsa bu şu anlama geliyor:
Mülakat neticesi ile KPSS sonuçları arasında % 98’in üzerinde bir uyum var. Paylaştığınız rakamlar da bunu teyit ettiğine göre mülakata ilişkin yapılan resmi anlatı dayanaktan yoksun hale geliyor. Uygulamada % 2’nin altında insanın sıralaması değiştiğine göre gerçekten de geçerli ve güvenilir bir enstrümanın kullanımından ziyade ortada kamuoyunda da haklı olarak yankı bulan şaibe ve dedikoduların gerçekliği kalmaktadır. Dolayısıyla yapılan uygulama ile KPSS’nin ölçemediği hatta bilfiil gösterdiği öğretmenin nitelik açığı mevzusu aynen korunmuş ve MEB söylediği gibi nitelikli öğretmen alımı yapmaktan ziyade KPSS’nin paralelinde bir işlem tesis etmiştir. Bunu yaparken aynı zamanda her tür şüphe ve şaibeyi meşru kılan mülakat üzerinden bin 100 kişinin atama yerini değiştirmiştir. Ortada bir uygulama var, bu uygulama için inşa edilmiş bir resmi anlatı var ve bir de karşımızdaki acı gerçek var. KPSS’yi beğenmediğimiz için mülakat gerekli çünkü nitelikli öğretmene ihtiyacımız var diyoruz. Ancak mülakatı uyguladıktan sonra ortaya çıkan sonuçlar KPSS’nin sonuçlarıyla neredeyse birebir örtüşüyor. Bu kadar örtüşmenin yanında sınırlı sayıdaki örtüşmeme için de torpil, müdahale, kayırma vs. deniliyorsa “bize iftira ediliyor” diyemezsiniz. Üstelik bunu 2024 yılında uygulayıp sonuçları önümüzde olduğu halde 2025 yılı için de uygulamaya devam ediyorsunuz. Gerçekten de acıklı bir hikâyemiz var. Sadece bu uygulama ile mağdur ettiklerimiz, aidiyet ve güven duygularını zedelediğimiz gencecik insanlar değil mesele. İstihdam gibi çok kritik bir konuda kamu politikasını anlamsız bir ısrarda keyfiliğe, lüzumsuzluğa daha da önemlisi toplumsal algıya ve gerçekliğe aykırılığa sürüklediğimiz için oluşturduğumuz maliyeti kestiremiyoruz. Evet, aslan ile kuzu aynı kafeste gerçekten yaşayabildiğini görüyoruz. Göremediğimiz şey ise kafese her gün yeni bir kuzuyu koyma pahasına bunu yapabiliyor olmamızdır.
