Görüşler

Özgürlük ve güvenlik kıskacında

Özgürlük ve güvenlik kıskacında

Bölge Tabip Odası Başkanı Dr. Mahmut Ortakaya’nın söylediği bir söz hâlâ kulaklarımda çınlar ‘İki şeyden tasarruf edilmez Ahmetciğim’ derdi. Nedir diye sorduğumda; ‘Bunlar, özgürlük ve sağlıktır.’ diye cevap verirdi. ‘Özgürlükten tasarruf esareti, sağlıktan tasarruf ölümü getirir’ diye eklerdi. Bu belirlemeye güvenliği de ekleyebiliriz. Zira demokratik bir ülkede yaşamanın özgürlük ve güvenliğe bağlı olduğu aşikardır. Ne ki Türkiye şimdilerde özgürlük ile güvenlik kıskacında dönüp duruyor.

Özgürlük ve sağlık bir insan için yaşamsal değerdedir. GAP Belediyeler Birliği Genel Sekreteri iken bölge Tabip Odası Başkanı Dr. Mahmut Ortakaya’nın söylediği bir söz hâlâ kulaklarımda çınlar, “İki şeyden tasarruf edilmez Ahmetciğim” derdi o kendine has üslubuyla. Nedir diye sorduğumda; “Bunlar, özgürlük ve sağlıktır.” diye cevap verirdi. “Özgürlükten tasarruf esareti, sağlıktan tasarruf ölümü getirir” diye eklerdi. Bu belirlemeye güvenliği de ekleyebiliriz. Zira demokratik bir ülkede yaşamanın özgürlük ve güvenliğe bağlı olduğu aşikardır.

Ne ki Türkiye şimdilerde özgürlük ile güvenlik kıskacında dönüp duruyor. Muhalefet, ekonomiden demokrasiye çeşitli sorunların çözümünün özgürlüklerde saklı oluğunu, bunun da önümüzdeki seçimde değişimle sağlanabileceğini ileri sürerken; iktidar buna karşılık çeşitli korkuları ileri sürerek güvenlik ve savunma politikalarıyla iktidarını daim etmek istiyor.

SOSYAL GÜVENLİK DEVLETİNDEN MİLLİ GÜVENLİK DEVLETİNE

1980’lerde yükselişe geçen neoliberalizm, sosyal devlet anlayışına ve refah devletinin kazanımlarına büyük bir saldırı başlatmıştı. Bu süreçte “sosyal güvenlik devleti” geriledi, onun yerine devletin iç ve dış güvenlik alanındaki rollerini ciddi ölçüde artıran “milli güvenlik devleti” yükselişe geçti. Bu süreci izleyen ve onu sağ popülist politikalarla ikame eden AKP hükümetleri de son yıllarda bu kulvara girerek her türlü adaletsizliği büyüttü. Güvenlikçi anlayışın yükselişi, çoğu zaman kamucu politikaların gerileyişinin de bahanesi oldu. Böylece bölüşümde, katılımda ve tanınmadaki adaletsizlikler had safhaya ulaştı. Buna itiraz edenler ise korkuyla sindirilmeye çalışıldı.

Korku aynı zamanda baskıyı getirdi. Muhalefet yargı operasyonları ile dizayn edilmeye çalışıldı. Türkiye demokrasiden uzaklaştı. Bir korku sarmalı oluştu, o da giderek toplumu kanser gibi sardı, refleksleri körelmiş bir toplumsal felce yol açtı. Böylece baskının oluşturduğu bir korku iklimine girildi. Baskının ve korkunun olduğu rejimin adı demokrasi olamaz. Rıza ortadan kalkınca ya din korkusu uygulanır ya da bunun yetmediği yerde devlet baskısı devreye girer. Oysa demokrasi rızaya dayanır. Teokrasi dine ve onun kurallarının dayatıldığı korkuya dayanır. Diktatörlük ise bir küçük grubun büyük çoğunluk üzerinde kurduğu korkuya sarılır… Rıza, din ve korku kullanımı yönetimler için en temel ayraçlarıdır.

RIZA VAR MI?

Demokrasilerde rıza vazgeçilmezdir ve rıza aynı zamanda demokratik meşruiyetin de temelidir. Rıza yoksa ya da azalmışsa rızaya dayalı yönetenlerin seçilerek iş başına gelmesi lazım. İş başında rızayı yitirdiği halde iktidarda kalmakta direnenler “zoraki” rıza yaratmaya çalışırlar. Zorla boyun eğdirmek baskı demektir. Bunun için de çok farklı araçlar kullanmaktan imtina etmez yöneten. Demokrasi yoluyla ele geçirmiş olduğu zor tekeli ile baskıya başvurur ve hatta bu alanda yargıyı kullanır. Baskı bir yandan meşruiyetin zayıfladığını gösterir, öte yandan beraberinde tepkiyi getirir. Tabii tepki karşı tepkiyi doğurur, böylece şiddetin dozu giderek artar. Öyle bir an gelir ki yönetenler yönetemez, yönetilenler de yönetilemez olur. Bu durumda meşruiyetini yitiren rejim bir kısır döngünün ve kaosun içine girer.

KORKU TOPLUMU

İktidar elden gidecek korkusuyla muhalefetin hedef alınması, toplumun baskı ve cezalarla korkutulmaya çalışılması bundandır. Bölünme korkusu, din elden gidiyor korkusu, terör korkusu, dış güçler korkusu, beka söylemi, kullandıkları korkuların başında geliyor. Bu korkuları kışkırtan iktidar, ‘güvenliğimiz elden gidiyor’ diyerek sürekli baskıyı artırır. Asıl mesele kendi iktidarından olma korkusudur. Polis devletinin de belediye operasyonlarının da siyasi partilere müdahalelerin de kayyumların da, tutuklamaların da, cemevi fobisinin de altında yatan budur.

Muhalefet ise bu ortamda baskı ve ekonomik krizden bunalan kitlelere özgürlük vaat ederek kendisine alan açmaya çalışıyor. Halk, “Muhalefet bahse konu özgürlükleri ve güvenliği sağlayabilecek mi?” diye soruyor. O nedenle toplum hem güvenlik hem özgürlük noktasında ikna edilmeli ve bu konuda insanlara güven verilmeli. Zira özgürlük ile güvenlik bir yerden sonra bir madalyonun iki yüzü gibidir, biri olmazsa diğeri anlam kazanmaz. Daha da ilginci dünyadaki benzer örneklerde görülen o ki korkutulan kitleler güvenlik ile özgürlük arasında bir tercihe zorlandıklarında doğal olarak güvenliği seçiyorlar. Çünkü “Güvenliğim olmadan özgürlük neye yarar” diye düşünüyorlar. Güvenliği tehdit altında diye düşündüğü anda en kolay yoldan özgürlükten vazgeçiyor. Bu durumda koltuğu bırakmak istemeyen iktidar bir “güvenlik fobisi” yaratmak zorunda; o da bunu yapıyor ve yayıyor.

KRİTİK SÜREÇ

Şimdi önümüzdeki seçim öncesi kritik bir sürece giriyoruz. AKP’nin seçmeni manipüle etmek için şiddetle güvenlik tuşuna basacağının, operasyonlara devam edeceğinin emareleri var. En başta 7 Haziran 2015 seçim yenilgisinden sonra 1 Kasım’a giderken uyguladığı şiddet ve güvenlik politikalarını biliyoruz. Şimdi barış süreci var, bu sürecin ruhuna uygun davranmıyor olmasının bir nedeni de bu olabilir.

Atraksiyonlarını dikkatlice analiz ederseniz hepsinin iç politikaya ve önümüzdeki seçimleri kazanmaya dönük toplumu manipüle etmeye yönelik olduğunu görürüsünüz. Suriye’ye operasyon söylemi, CHP’ye kayyım davası, başkanların tutuklanması, gazetecilerin susturulmaya çalışılması, hepsi buna yönelik.
İktidar kanadı, operasyonlar ve provokasyonlarla kitlelerde güvenlik hissini kışkırtarak panik yaratıp, bu kaos ortamını ancak güçlü bir liderle aşarız diyecek. Söylenenlere inanıp korkan kitleler, aslında onları korkutanların (kaybedecek çok şeyleri olduğundan) daha çok korktuklarının farkında değiller. Korkularından ötürü bu yola başvurduklarını görmüyorlar. Bu korku iklimi içinde her şeyini kaybetmiş kitleler özgürlük vaadine kulak asmaz sonunda güvenlik ipine sarılır.

MUHALEFET NE YAPMALI?

O nedenle bu kritik eşikte sadece barıştan yanayız demek yetmez. Çünkü tek başına barıştan yanayız söylemi, Türkiye Suriye’den gelecek tehdit altındadır vehmini yenmeye yetmez. Sığınmacı sorununu demokrasi ile çözeceğiz demek bu sorunu pratikte yaşayanları rahatlatmaz. Kadın cinayetlerine karşıyız demek evinde şiddet gören kadınların sorununu çözmez. Aynı şekilde “Demokrasi içinde hukuka dönülmelidir” demekle hukuka dönülmeyecektir. Tutuklananlar cezaevine atılacak, cezaevindekiler aylarca iddianame bekleyerek peşinen cezalandırılmaya devam edilecek. O halde ne yapmak lazım?
Özgürlük isteyenlerin (bunu isteyen bütün muhalefetin) bunları bilerek, birlikte hareket etmesi, güvenlik kaygısı olan kitleleri ıskalamaması, onlara güven verecek gerçekçi politikalarla ortaya çıkması şart. Özgürlükleri olmayanların güvende olmayacağı aşikâr.

Çünkü güvenlik ve özgürlük karşı karşıya gelirse ikisini de kaybederiz.

YORUMLAR (1)
1 Yorum
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.
Bunlar da İlginizi Çekebilir