Ezra Pound ile Amerikalı genç besteci George Antheil’ı Little Review dergisinin eski editörü Margaret Anderson’u tanıştırdı; onları çaya davet etti. Antheil anılarında “Margaret, Ezra’ya benim hakkımda epeyce nutuk atmıştı” der. Gerçekten, Anderson tanışmalarından önce ondan bir dahi olarak söz etmiş ve bu sözleri Pound’u çok etkilemişti.
Ezra Pound 1920’lerin başında Paris’in her yerinde edebi modernizmi, imgeci şiirin ilkelerini tanıtıyordu. Aynı zamanda besteci ve müzik eleştirmeniydi. Bu yönü görece az bilinir. 1913 tarihli Girdapçılık (Vortisizm ) üzerine denemesinde on dokuzuncu yüzyıl İngiliz edebiyat eleştirmeni Walter Pater’den alıntı yapar: “Bütün sanatlar müziğin koşullarına yaklaşmalıdır”. Pater sanatın duygusal bir tepki uyandırmasını istiyordu; ancak böylesi bir tepkiyle başarılı sayılabilirdi. Ezra Pound bu görüşü paylaşıyor, fakat aşırı duygusallığa yer verilmemesini istiyordu. Müzikte böylesi bir duygusallığa sık rastlandığını belirtiyor ve müziğin bu özelliğini eleştiriyordu.
Pound’un annesi amatör piyanist, babası ise amatör kemancıydı. Gençlik yıllarının büyük kısmını Amerika’dan uzakta, Londra ve Paris’de geçirdi. Dönemin önemli kültür ve sanat insanlarıyla, müzisyenleriyle tanıştı. Wyndham Lewis’in Blast dergisinde Girdapçılık’ı (Vortisizm’i ) savundu. Girdapçılık’ı en yüksek enerji noktası olarak görüyor ve tanımlıyordu. Girdapçılık Fütürizm ile kıyaslanmıştır. Ancak bu ikisi pek çok esaslı noktalarda farklılık gösterir. Her ikisi de farklı yönlere gidiyordu. Fütürist Russolo gürültüyü modernliğin tanıdığı bir ayrıcalık sayıyordu. Antik çağlara özgü sessizliğin tam tersine gürültü modern çağa özgüydü.
Şair, çevirmen ve sosyal teorisyen olmanın yanısıra müzik eleştirmeni ve besteciydi. 1917-1923 yılları arasında William Atheling takma adıyla müzik eleştirileri kaleme alıyordu. Genç müzisyenleri destekledi, onları tanıttı. Teknolojik gelişmeleri izleyen biriydi. Bazen konserlerde perküsyon çalıyordu. Ortaçağdan modernizme sıçrıyordu. Bu arada Ortaçağ müziğini öğrenmek için uzun saatler harcadı. Müziğin estetik ve kültürel etkilerine, toplumsal düzeni belirleme potansiyeline önem verdi. Modern müzikte sözcüklerin ve müziğn ayrılmazlığı konusunda ısrarcıydı. “Sözcüklerden oluşan br kompozisyon” meydana getirmekten söz ediyordu.
Ezra Pound ile Amerikalı genç besteci George Antheil’ı Little Review dergisinin eski editörü Margaret Anderson’u tanıştırdı; onları çaya davet etti. Antheil anılarında “Margaret, Ezra’ya benim hakkımda epeyce nutuk atmıştı” der. Gerçekten, Anderson tanışmalarından önce ondan bir dahi olarak söz etmiş ve bu sözleri Pound’u çok etkilemişti. Pound o zamanlar “deha uzmanı” olarak biliniyordu. Daha ilk karşılaşmalarında birbirlerine anlatacak ilginç şeyler vardı. Pound kısa süre içinde besteciyi modernizmin büyük yeteneği ilan etti. Antheil’ın “ultra” modern müziğini olumlayan saygın bir eleştirmen, daha da öte destekçi ve işbirlikçiydi. Antheil’ın üstün yetenekli bir yaratıcı olduğuna kesinlikle emindi. Girdapçı idealleri müzikte yansıtabilirdi. Genç besteci hakkında bir de kitap yazdı, ama ilgi görmedi. Bilim insanları bu çalışmayı Pound’un bir öğrencisinin kariyerini yükseltmeye yönelik propaganda olarak görüyorlardı.
Antheil modernizmle bağlantılı özgür beste tekniğini geliştirdi. New York’da Ernest Bloch’dan eğitim aldı. Ancak onun asıl kariyeri önce Londra’da, ardından Berlin’de, son olarak da Paris’de (burada uzun süre yaşadı) aldığı derslerlen ve gördüğü eğitimden kaynaklanır. Aslında kendi söylediğine göre Avrupa’ya tamamen şans eseri gelmişti Bu dönemde uyku uyumadığını ve günde yirmi saat prova yaptığını yazar. Biraz abartmalı olabilir, ama bütünüyle gerçeklerin uzağında değildir. Döneminin en radikal, en yenilikçi bestecisiydi. Avrupa avangardının en önemli isimlerinden biri olarak anılır olmuştu.
Eserlerinde modernist teknikler kullandı. Ultra modern ile ilkelciliği radikal biçimde iç içe geçirmişti. Klasik harmoninin belirlenmiş ve yerleşmiş kurallarını geride bırakmıştı. Müziğinde tonalite ve armoni yoktu; tonaliteyi sistematik olarak söküp atmıştı.Bunları bütünüyle terk etmişti. Müziği bunlardan bağımsızdı; müzik estetiği yeni bir şekil almıştı. En radikal ve en deneyci döneminde belirli bir ekole ve akıma ait sayılmaz. Bu aidiyetsizlik Pound’u Antheil’e çeken özelliklerden biriydi. Onun müziğini uzun uzadıya analiz etti. François Villon’un Vasiyeti Pound ile ilk işbirliği sayılabilir.
Pound, François Villon’un şiirlerini inceleyerek bunları müzikal olarak düzenledi; daha doğrusu, tek perdelik bir opera ortaya çıkardı. Antheil notalarını yazdı. Pound’un sevgilisi kemancı Olga Rudge aşk ve ölüm temalarını özellikle ele aldı. François Villon’un Vasiyeti adını taşıyan opera 1926’da Paris’de sahnelendi. ABD ise çok sonra, 1971’de Berkeley’de, Kaliforniya Üniversitesi’nde. Rönesans hümanizmiyle ilgili bir opera olduğu öne sürülmüştür. Operanın genel olarak başlangıçtan itibaren gelişiminin hümanizm ile içiçeliği hatırlanırsa Pound’un oldukça hassas bir alana el almış olduğu da kabul edilebilir. Hümanist gelenekle bağ kurmuştu. Bu benzersiz operasıyla hümanist geleneğe katılır, hümanist idealleri savunur ve sergiler. Bestesinde Villon’un 1460’ların başında yazdığı şiirlere dayanmıştır.
Ortaçağın lirik şairi François Villon şiirde büyük bir yenilikçi olarak kabul edilir.Şiir estetiğine yeni bir çekim güçü kazandırmıştır. Sözcüklerin ve müziğin birbirinden ayrılmazlığı konusunda ısrar ediyordu. Onda kişisel duyarlılığı ifade etme iradesi egemendir. Şiiriyle toplumsal ve dinsel kurallardan kopmuştu. Aynı zamanda kötü şöhretli bir serseri ve hırsızdı. Lirik ifade biçimiyle Fransız edebiyatının en önemli şairlerinden sayılır. Şiiri lirik olduğu denli grotesk özelliklere sahipti. Yaşamı genellikle sefalet içinde geçmiştir. Aç kaldığı günler olmuştur Pound’u çeken böylesi bir hayat içinde yazılan şiirlerdir. Baladları müziği de içeren formlardır. Onun yaşamında ölüm ve umut yan yana gelirler. Sonunda suçlarından dolayı tutuklanmış hapse atılmış ve idama mahkum edilmiştir. Bizde de iyi bilinen ve Orhan Veli Kanık’ın Türkçeye çevirdiği Asılmışların Baladı bu trajik dönemde doğmuş bir vasiyet şiirdir. Onun romantik ve drama şiirine yer yer kara mizah atmosferi egemendir. Villon’un özellikle yoksulluğuna rağmen ölçü tanımayan zevk düşkünlüğüne Parisli bohem çevrelerde sempati duyuluyordu Pound yapısal olarak biraz karmaşık, fakat entellektüel açıdan bakıldığında son derece tutarlı bir yapıt ortaya çıkarmıştı.Mesajı derin ve incelikliydi; kaba sahnelerde bile bir çekicilik vardı. Argo konuşmayı seven Villon’un Kilise karşısındaki asi, başkaldıran tutumuna vurgu yaptı.
Antheil‘ın Françoiş Villon ‘un Vasiyeti’nde Pound ile yaptığı işbirliğinden sonra en önemli çalışması olarak Mekanik Bale’yi gerçekleştirdi. Mekanik Bale önce bir serginin filmi olarak tasarlanmıştı. Viyana’da bir öncü sergide Ferdinand Leger ve Man Ray’in katkılarıyla sahnelendi. Mekanik teknolojinin etkilerinden filmde de sonuna kadar yararlanılmıştı. İki yıl sonra, 1926’da Paris’de konseri gerçekleştiridi. Asıl şimdi konser müziği olarak daha fazla ses getirecekti. Nitekim bekleildiği gibi oldu. Onaltı mekanik piyanoya, ksilofona, elektrikli çanlara, sirenlere yer verildi. Müzik mekanik ifade için uygun ortam oluşturmuş, makinelerin “hareket ve enerjisi”sini esas almıştı. Zaman merkezli ritm soyut bir araç olarak mevcuttu. Armoniyi yeniden hesaplamıştı. Gürültüye düzen vermişti. Kentsel karmaşayı, endüstriyi yansıtıyor ve kutsuyordu. Antheil’in “mekanik” müziği endüstri öncesi pastoral sessizliğe meydan okuyordu.
Makinelerin sinemada, örneğin Fritz Lang’ın Metropolis’inde insanlığı köleleştirmeye çalıştığı gösteriliyordu. Müzikte ise Antheil tam tersini yapıyor; makineleri yüceltiyordu. Onun makineleri insanlığa hizmet ediyordu Mekanik Bale, Haziran 1926 Paris’de Champs Elysees Tiyarosu’nda sahnelendi. On altı senkronize piyano kullanıldı; salonda büyük bir gürültü çıkardılar. Borular, çanlar, makineler, pervaneler, sirenler... Kulakta uğuldayan bir gürültü. “Mekanik” bir müzikti. Öncelikle orkestrasyonu açısından öyleydi. Gerçek anlamda çalgı sayılmayan nesnelere yer verilmişti. Genç besteci yeni bir müzik estetiği ve evcilleşmeye direnen yabanıl bir müzik yaratmıştı.
Mekanik Bale çok sayıda mekanik çalgı birbiriyle uyum içindeydi. Bu mekanik çalgılara “canlı” piyanolar eklenmişti. Abartılı bir proje gibi görünüyordu, ama sonuç öyle çıkmadı. Bildiğimiz çalgılarla alışılmadık olanlar, örneğin perküsyon ile ve uçak pervanesi, yan yanaydı. Antheil modernizm ile bağlantılı serbest beste tekniğini geliştirmişti. Bestelerinin belirli bir ülkeye ait olduğunu asla hissettirmedi. Onun müziğinin sınırları yoktu. Sanatını başlangıçta uzun süre Amerikan ruhunun ifadesi olarak görmedi. Daha doğrusu kendini sınırları aşan bir besteci olarak görüyordu.
