Görüşler

Sahel’de ulus-devletin iflası ve yeni vesayet düzeni

Sahel’de ulus-devletin iflası ve yeni vesayet düzeni

Fas’ta doktora yapan Göktuğ Çalışkan, Orta Batı Afrika’da yaşanan değişimi yazdı. Dünyanın Sahel bölgesinde yaşananları sığ bir terör ve darbe parantezi içerisine hapsederek okuma gafletinde olduğunu belirten Çalışkan, oysa tablonun çok farklı olduğunu söylüyor.

Siyaset biliminin kurucu metinlerinde devlet, belirli bir toprak parçası üzerinde meşru şiddet kullanma tekelini elinde bulunduran organizasyon olarak tarif edilir. Max Weber’in bu meşhur tanımı, Berlin, Paris yahut Londra için geçerliliğini koruyabilir. Lakin Rabat’tan güneye doğru inip Sahra’nın o sonsuzluğunu aştığınızda ve Sahel kuşağının (Mali, Nijer, Burkina Faso) tozlu yollarına düştüğünüzde Batı menşeli bu teorilerin kuma gömüldüğünü hayretle müşahede edersiniz.

Bugün dünya, Sahel bölgesinde yaşananları sığ bir terör ve darbe parantezi içerisine hapsederek okuma gafletindedir. Oysa karşımızdaki tablo, salt bir asayiş sorunu olmanın çok ötesindedir. Sahneye konan oyun, modern ulus-devlet modelinin Afrika kıtasındaki iflas ilanıdır. 1884 Berlin Konferansı’nda, Afrika’nın gerçeklerinden bihaber Avrupalı diplomatların masa başında, ellerindeki cetvellerle çizdiği o yapay sınırlar artık hükmünü yitirmiştir. Haritalarda görülen o düz çizgiler, sahadaki sosyolojiyi, kabile bağlarını, ticaret yollarını ve inanç havzalarını kesip atsa da hakikatin çölünde bu çizgilerin bir karşılığı kalmamıştır.

WEBER’İN YANILGISI: BAŞKENT DEVLETİ VE TAŞRANIN ÖFKESİ

Sahel ülkelerindeki temel kriz, “merkez” ile “çevre” arasındaki o derin, o kapanmaz uçurumda yatmaktadır. Bamako, Niamey veya Vagadugu gibi başkentler, kolonyal dönemin mirası olarak tasarlanmış, Batılı yaşam tarzının taklit edildiği görece konforlu adacıklardır. Devlet, sadece bu başkentlerde mevcuttur. Lakin başkentten 50 kilometre uzaklaştığınızda, devletin varlığı silikleşir, 100 kilometre ötede ise tamamen buharlaşır.

Bölge halkı için devlet; vergi toplayan, rüşvet isteyen ama karşılığında güvenlik, adalet, sağlık veya eğitim sunmayan, “beyaz adamın icadı” ceberrut bir mekanizmadan ibarettir. İşte bu otorite boşluğu, tabiatın boşluk kabul etmediği gerçeğiyle birleşince ortaya “melez egemenlik” alanları çıkmıştır. Bugün Sahel’de devletin çekildiği alanları, kadim kabile yapıları, dini tarikatlar ve maalesef küresel terörün yerel bayileri doldurmaktadır.

Bu noktada İbn Haldun’un “Asabiyet” teorisine atıf yapmak elzemdir. Çölün ve savanın zorlu şartlarında hayatta kalmak, ancak güçlü bir kan bağı ve dayanışma ruhuyla mümkündür. Merkezi hükümetlerin sunamadığı bu dayanışmayı, etnik milisler veya radikal örgütler sunmaktadır. El-Kaide veya DEAŞ türevi yapıların bölgede kök salmasının yegâne sebebi ideolojik değildir. Bu örgütler, devletin yokluğunda bir nevi “adalet ve güvenlik sağlayıcı” rolüne soyunmuş, yerel halkın ihtilaflarını çözen birer “yarı-devlet” hüviyetine bürünmüştür. Bu, korkunç ama rasyonel bir hayatta kalma stratejisidir.

VESAYETİN RENK DEĞİŞIMİ: ÜÇ RENKLİ BAYRAKTAN “TRİKOLOR”A

Fransa’nın bölgeden tasfiyesi, şüphesiz ki tarihi bir kırılmadır. Lakin bu durum, Afrika’nın tam manasıyla bağımsızlığına kavuştuğu manasına gelmemektedir. “Françafrique” sisteminin çöküşü, arkasında devasa bir güç vakumu bırakmıştır. Ve şimdi bu vakum, yeni vesayet odakları tarafından doldurulmaktadır. Nijer’de, Mali’de sokaklara dökülen kalabalıkların ellerinde Rus bayrakları sallaması, bir kurtuluş sevinci gibi görünse de esasında vesayetin sadece “adres değiştirdiğinin” resmidir.

Moskova’nın Wagner (yeni adıyla Africa Corps) üzerinden kurduğu model, rejim güvenliği karşılığında maden imtiyazı takasına dayanmaktadır. Bu, devletleşme sürecine katkı sunan, kurumları inşa eden bir yaklaşım olmaktan ziyade mevcut askeri cuntaları tahkim eden, halk ile yönetim arasındaki makası daha da açan kısa vadeli ve pragmatist bir yöntemdir. Batı’nın sömürgeci kibrinden kaçan Sahel halkları, şimdi Rusya’nın sert gücüne sığınmaktadır. Ancak bu liman fırtınayı dindirecek midir, yoksa gemiyi tamamen mi batıracaktır? Tarih, dışarıdan ithal edilen güvenliğin, hiçbir zaman kalıcı huzur getirmediğinin sayısız örneğiyle doludur.

İTHAL REÇETELERİN İFLASI VE YERLİ ARAYIŞLAR

Yıllardır Batı’dan ithal edilen “liberal demokrasi”, “seçim sandığı” ve “üniter devlet” şablonlarının, Afrika’nın karmaşık etnik ve dini dokusuna uymadığı artık aşikârdır. “Demokrasi ihracı” adı altında pazarlanan projeler, kabile asabiyetini körüklemekten ve “kazanan her şeyi alır” mantığıyla iç savaşları tetiklemekten öteye gidememiştir.

Sahel’in ihtiyacı olan şey, Paris’te veya Washington’da yazılmış anayasaların tercümesi değildir. Bölge, kendi tarihsel köklerinden, İslam geleneğinden ve kabile meclislerinden beslenen, “yerli ve milli” bir yönetim modeline muhtaçtır. “Ulus-devlet” gömleği bu bedene dar gelmekte, dikiş yerlerinden patlamaktadır. Belki de çözüm, katı merkeziyetçi yapılar yerine yerel otonomileri tanıyan, kabile liderlerini ve kanaat önderlerini sistemin içine entegre eden, daha esnek ve kuşatıcı bir “federatif nizam” arayışında gizlidir.

TÜRKİYE’NİN “ÜÇÜNCÜ YOL” TEKLİFİ: GÖNÜL COĞRAFYASI VE İNŞA EDİCİ GÜÇ

Tam bu kaotik vasatta, Türkiye’nin Afrika’daki varlığı, emperyalist güçlerden ve onların yeni rakiplerinden (Rusya, Çin) ayrışan, nev-i şahsına münhasır bir profil çizmektedir. Ankara, Sahel’e bakarken sadece maden kuyularını veya silah satılacak pazarları görmemektedir. Türkiye’nin bakışı, “kader ortaklığı” ve “medeniyet ihyası” eksenindedir.

Bizim farkımız, muhataplarımızın sadece başkentteki elitler olmamasıdır. TİKA’nın açtığı su kuyusu, Maarif Vakfı’nın okulu, Diyanet’in sahadaki manevi rehberliği; Türkiye’nin sadece devletle değil, “millet” ile temas kurduğunu göstermektedir. Bu, “devlet inşası” sürecine verilen en hakiki destektir. Zira bir devleti ayakta tutan asıl harç, top, tüfek veya tank değil; milletin devletine duyduğu aidiyet hissidir. Türkiye, verdiği askeri eğitimlerle orduların disiplinini sağlarken insani yardımlarıyla da devletin “şefkat elini” onarmaktadır.

Afrika halkları nezdinde Türkiye, sömürgeci bir geçmişi olmayan, dini ve kültürel kodları paylaşan, “bizden biri” olarak görülmektedir. Bu kredi, hiçbir maddi güçle satın alınamayacak kadar kıymetlidir. Ankara’nın teklifi şudur: Ne Batı’nın kibrine boyun eğin, ne de Kuzey’in (Rusya) paralı askerlerine muhtaç kalın. Kendi kurumlarınızı inşa edin, kendi ordunuzu eğitin, kendi kaynaklarınızı işleyin. Biz bu yolda “efendi” değil, ancak “yoldaş” oluruz.

İSTİKBALİN AFRİKASI İÇİN YENİ BİR TAHAYYÜL

Rabat’taki çalışma masamdan Sahel’in tozlu ufuklarına bakarken gördüğüm şey, bir “kıyamet senaryosu” olmaktan uzaktır. Bilakis, sancılı bir doğumun işaretleri vardır. Eski nizamın çöküşü, yeninin inşası için bir mecburiyettir. Sınırların anlamsızlaştığı bu çağda, Afrika halkları zihinlerindeki sınırları da kaldırmakta, “Pan-Afrikanizm” rüyasını yeniden ama bu kez daha gerçekçi temeller üzerine kurmaya çalışmaktadır.
Mali, Nijer ve Burkina Faso’nun kurduğu “Sahel Devletleri İttifakı” (AES), belki de bu arayışın ilk somut tezahürüdür. ECOWAS gibi Batı güdümündeki yapılara bir başkaldırı olan bu oluşum, kendi kaderini tayin etme iradesinin ete kemiğe bürünmüş halidir. Türkiye’nin bu yeni oluşumlarla kuracağı sağlıklı diyalog, bölgenin istikrarı için hayati önem arz etmektedir.

Sonuç olarak Sahel’de yaşanan kriz, modernitenin ve Batı merkezli dünya görüşünün bir krizidir. Çözüm, yine bu toprakların kendi irfanında, kendi sosyolojisinde ve kendi dinamiklerinde aranmalıdır. Türkiye, bu hakikat yolculuğunda Afrika’nın elinden tutan, ona yol arkadaşlığı yapan ve “dünya beşten büyüktür” diyerek onlara yalnız olmadıklarını hatırlatan yegâne küresel güçtür. Vesayetlerin rengi değişse de hürriyetin tadı tektir. Ve Afrika, o tadı almaya artık her zamankinden daha yakındır.

YORUMLAR
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.
Bunlar da İlginizi Çekebilir