Silah bırakmaya yönelik ulusalcı, aşırı sağcı ve örgüt çevrelerinden kaynaklı karşı çıkışlar rasyonel değildir. Kimlik, hafıza ve siyasal çıkarlarla derinden ilişkilidir. Dolayısıyla olan ve olası dirençler, çözüm/silah bırakma çabaları kadar ciddiyetle ele alınmalıdır.
Silah bırakma süreçlerinde ortaya çıkan dirençleri iki ayrı kategoride değerlendirmek mümkün. İlki, silahı araç olarak kullanan örgütlerle görüşmelere başlanmasına ve silah bırakılmasına itiraz eden ulusalcı, aşırı sağcı çevrelerin verdiği tepkiler. İkincisi ise silahı araç olarak kullanan grup ve yörüngesindeki kimi isimlerin başını çektiği gruplar. Her iki kesim de çatışmanın tarafı olan ve bu ortamın ürünü ideolojik ve psikolojik özellikleri karakter edinmiş unsurlardan oluşur.
Çatışma süreci, acı, ölüm, yaralanma gibi birçok maliyetinin yanında, çatışma sonrası da devam eden husumet, intikam, rövanş ve yok etme arzusundan oluşan bir kültürü içselleştirmeyi sağlar. Normalleşme bu kültürün hazmedemeyeceği bir ortamdır. Pierre Clasters’in Vahşi Savaşçının Mutsuzluğu’nda betimlediği gibi, savaş sona erince kahramanlar toplumdan ödül bekler. Ama toplum, savaşçıyı sadece savaşta ödüllendirir, barışta ise işlerine karışmasını istemez. Bu gerçekleşmemiş vesayet, savaşçıları mutsuz kılar.
Çelişkili bir şekilde, örgütlerin yürüttüğü terör faaliyetleri, ulusalcı dili, anlatıları pekiştirir ve toplumun genelinde ulusalcı, aşırı sağcı duyguları mobilize eder. Çözüm arama ya da silah bırakma süreçleri başladığında ise ulusalcı, aşırı sağcı çevrelerin muhalefeti yoğunlaşır. Çözüm ve silah bırakma süreçlerinin selameti için bahsettiğimiz olgunun psikolojik, politik ve kimlik temelli nedenleri üzerinde durmak, toplumsal barış açısından taşıdığı riskleri ortaya koymak ve bu direncin nasıl yönetileceğini tartışmak gerekir.
SİLAH BIRAKMADA ULUSALCI MUHALEFETİN KÖKLERİ
Bu çerçevede dört ayrı başlığın üzerinde durmakta yarar var. İlki, ulusal birliğe ilişkin ‘ihanet’ algısı. Ulusalcı, aşırı sağcı gruplar siyasi kimliklerini genellikle ulusal birliğin, toprak bütünlüğünün ve yekpare bir ulusal kimliğinin kutsallığı üzerine inşa ederler. Bu çevreler için örgütlerle yürütülen her türlü görüşme, “ihaneti meşrulaştırmak” ya da “devletin egemenliğinden taviz vermek” anlamına gelir. Terörist veya hain olarak gördükleri bir grupla görüşme fikri, sadece ayrılıkçılara değil, onlarla görüşen kamu görevlilerine karşı da bir ihanet ithamı oluşturur. Halbuki, devlet ve devleti yönetenler için asıl mesele sorunları sürüncemede bırakmak değil, çözmektir. Ayrıca ülkeyi yönetenler açısından en temel konulardan bir başkası ise sorunları en düşük ‘maliyetle’ çözmektir. Görüşme ve sivil siyaset imkânlarının genişletilmesi buna olanak tanıyan en temel çözüm alanlarıdır.
Dikkate alınması gereken ikinci mesele, sıfır toplamlı kimlik siyasetidir. Ulusalcılık, çoğu zaman sıfır toplamlı bir anlayışla işler. Sıfır toplamlı kimlik siyaseti, bir grubun kazancının diğer grup tarafından kayıp olarak algılandığı siyasal ve toplumsal düşünce tarzıdır. Bu nedenle ulusalcı ve aşırı sağcı gruplar silah bırakma, çözüm bulma görüşmelerini toplumsal barışa giden bir yol değil, bölünme ya da ayrılma yönünde bir kaygan zemin olarak görürler.
Üçüncüsü, adalet ve hesap verme korkusudur. Çözüm ve silah bırakma süreçleri gündeme geldiğinde farklı konular da gündeme gelir. Özellikle adalet mekanizmalarının işletilme olasılığı, geçmiş süreçlerde görev yapmış kimi aktörleri ürkütür. Bu aktörler kendi korkularını ulusalcı ve aşırı sağcı grupların tepkileri üzerinden dışa vururlar. Açıkça dile getirilmeyen bu tür korkular, örgütün silah bırakması süreçlerine yönelik direnci besler. Bu noktada ülkenin geleceğini bu tür korkuların esiri etmemek için dikkatli bir yol izlenmelidir.
Dördüncüsü ise siyasi sermaye ve mobilizasyon meselesidir. ilah bırakmaya karşı çıkış sadece ideolojik değil, aynı zamanda araçsaldır, siyasi görünürlüğü artırma ve etkisini sürdürme aracıdır. Bu çevrelerin kendilerini vatanın-devletin ev sahibi, ulusal güvenlik ve birliğin teminatı olarak sunması, normalleşme sürecinin, yani demokratik müesses düzenin en ciddi sorunudur.
ULUSALCI TEPKİLERİ GÖRMEZDEN GELMEK DOĞRU MU?
Farklı gerekçelerle ortaya çıkmış olsa dahi, ulusalcı ve aşırı sağcı tepkileri görmezden gelmek doğru değildir. Çünkü ulusalcı ve aşırı sağcı direncin dikkate alınmaması, uzun vadeli istikrarı zayıflatabilir. Özellikle bürokratik pozisyonlardan beslenen reflekslerin maliyeti daha önemlidir. Bu tür tepkiler dört alanda sorun üretebilir.
İlki, kamu bürokrasisi içinde yer alan, sürecin başarıya ulaşmasını istemeyen ya da geçmişten gelen güvenlikçi reflekslere sahip isimlerin/unsurların aktif ya da pasif dirençleridir. Bu konu, sıradan bir dirençten öte hem siyasi hem de yapısal soruna da işaret eder. Bürokratik ulusalcılık, bu sürecin içten sabote edilmesinde kritik bir rol oynayabilir. Hükümetin bu alandaki duyarlılığı çok önemlidir.
İkincisi, varılan çözüm ve silah bırakma kararının sabote edilme olasılığıdır. Ulusalcı ve aşırı sağcı fraksiyonlar, silah bırakma süreçlerinin uygulanmasını engelleyebilir ve yasal reformları tıkamak için çaba gösterebilirler. Bunu ise uygulama süreçlerinin içinde olan ve ilk maddede de ifade ettiğimiz kimi kamu görevlilerine nüfuz ederek yapmayı deneyebilirler. Bu faaliyetin yanı sıra protestolar ve şiddet yoluyla süreci sabote etmeye de çalışabilirler.
Üçüncüsü, kutuplaşma ve radikalleşmenin artmasıdır. Burada, öncelik bu kesimlere gerçeği aktarmak olmalıdır. Buna rağmen faaliyetlerin sürme olasılığı vardır. O zaman yapılacak şey, ulusalcı ve aşırı sağcı grupların yürüttüğü faaliyetlerin gerçek amaçlarının kamuoyu ile paylaşılması ve gerekli tedbirlerin alınmasıdır. Bu tür adımlar atılmaz ve bu eğilim yokmuş gibi davranılırsa, toplumun ılımlı kesimleri bile, süreç içinde, daha sert çizgilere savrulabilirler. Bu ise toplumsal kutuplaşmayı derinleşebilir.
Dördüncüsü, doğru yönetilemeyen süreçlerin demokratik aşınmaya neden olmasıdır. Ulusalcı ve aşırı sağcı tepkiler ile yüzleşilmediği ve tedbir alınmadığında ortaya çıkacak olan siyasal dalgalanma, demokratik normların, ‘ulusal bütünlüğü koruma’ gerekçesiyle askıya alınması olasılığıdır. Bu olasılığı akılda tutmak ve bu tür kesimleri baskılamak önemlidir.
ULUSALCI VE AŞIRI SAĞCI DİRENCİ YÖNETMEK
Çözüm ve silah bırakma süreçleri, ulusalcı ve aşırı sağcı dirençleri yönetmeyi gerektirir. Bunun için üç ana dinamikten bahsetmek mümkün. İlki, kapsayıcı çözüm/barış mimarisi. Bu tür süreçlerin, toplumun tüm sosyal ve siyasi aktörlerini kapsayacak şekilde tasarlanmasında yarar var. Bu grupların sürece erken dâhil edilmesi, korkuların ifade edilmesini, yanlış anlamaların giderilmesini ve ulusal birliğin sembolik temellerinin tehdit değil, yeniden yorumlama zeminine dönüşmesini sağlayabilir. Ayrıca süreç, “teröre boyun eğmek” değil, soruna demokrasinin gücüyle çözüm üretmek olarak sunulmalıdır.
İkincisi, stratejik iletişim ve liderlik konusudur. Siyasi liderlerin cesur ve stratejik bir iletişim yürütmeleri önemlidir. Bu, özellikle çoğunluk kesimlerini çözüme hazırlamak için kapsayıcı bir dili, şeffaf süreçleri ve kendilerini ‘tehdit’ altında hisseden topluluklara yönelik doğrudan temasları gerektirir. Siyasal elitler, vatanseverlik dilini aşırı uçlara bırakmamalıdır. Çözüm bulma cesareti, yeni bir yurtseverlik tanımı olarak benimsenmelidir.
Üçüncüsü, duygusal zemine hitap. Çözüme karşı çıkış sadece ideolojik değil, aynı zamanda derin bir şekilde duygusaldır. Kendini ‘değersiz’ hissetme, kaybetmişlik ve güvensizlik gibi duygular mutlaka ele alınmalıdır. Sembolik jestler, kamuya açık tutumlar, ortak anma gibi faaliyetler önemlidir. Ulusalcı tepkilerin önemli bir kısmı, geçmişin mağduriyetlerini tek taraflı olarak görme eğiliminden beslenir. Ayrıca yerli ve milli olma üzerinden kurulan siyasal kimlik, çözüm süreçlerinde bazı kesimlerin kendini değersiz hissetmesine yol açabilir. Bu nedenle ulusal onur, aidiyet ve tarihsel yas gibi konuların her kesimi kapsayacak bir duygusallık olarak işlenmesi gerekir.
SİLAH BIRAK(A)MAMA VE AYAK SÜRME
Sürece ilişkin ikinci direnç örgüt tarafından gelmektedir. Çatışma sonrası siyasal geçiş süreçlerinin en kritik evrelerinden biri silah bırakmadır. Bu süreç yalnızca teknik bir askeri tasfiye değil, aynı zamanda sembolik, örgütsel ve toplumsal bir ‘vazgeçiş’ pratiğidir. Bu anlamda, PKK’nın silah bırakması, sadece bir örgütsel dönüşüm değil, Türkiye’nin demokratikleşme süreci açısından da tarihi bir dönüm noktası olma potansiyeli taşıyor. Ancak mevcut gelişmeler, bu potansiyelin hayata geçmesi konusunda kimi ayak sürmelere ilişkin kaygıları üretiyor.
Konuyu somutlaştırmak için üç temel noktaya değinmek mümkün. İlk konu, demokratik rejimlerde barış ve normalleşme sürecinin, devletin hukuk çerçevesinde atacağı adımlardan önce, örgütlerin silahlı araçlardan vazgeçmeleri ve bunu hayata geçirmeleriyle başlayacağıdır. Bu sıranın tersine çevrilmesi hem süreci hem de çözüm fikrini itibarsızlaştıran bir çarpıklık üretmektedir.
İkinci konu, örgütün kimi unsurlarının, var olan uluslararası konjonktürden yararlanma amacıyla kurmaya çalıştıkları yeni işbirliği arayışlarıdır. Özellikle İsrail’in bölgedeki revizyonizmi ve işlediği suçlar, örgütün iştahını artırıyor. Bu ise örgütü tarihsel bir hata yapmaya yönlendirir ve bölge halkları arasında derin düşmanlıklara yol açar. Ortaya çıkabilecek bu tür bir işbirliğinin doğal sonucu ise karar vericilerin süreci yeniden değerlendirme olasılığıdır. Bu durumun ne anlama geleceğini hepimiz biliyoruz. Dolayısıyla temel mesele, “Çözüm mü yoksa yeni proxy arayışı mı” sorusunun cevabı.
Üçüncü konu, tartışmaların büyük oranda lideri, örgütü ve savaşı mitolojik düzeyde kutsama odaklı olmasıdır. Kutsama teolojinin ilgi alanına girer. Kutsamanın siyasal alanda yapılması, siyasi tartışmayı rasyonel zeminlerden koparır ve demokratik siyasetin önünü tıkayan dogmatik bir bağlılığa dönüşür. Bununla birlikte, şahısların kutsanması ve kendilerine mutlak temsil atfedilmesi, siyasi temsilde çoğulculuğu ortadan kaldıran hegemonik bir inşa çabasına dönüşür. Bu durum, sadece farklı kesimlerin siyaset yapma hakkını değil, aynı zamanda demokratik siyasetin rasyonel zeminde gelişmesini de tehdit eder.
Nihayetinde her çatışma politikanın bir aracıdır ve politika bu araca gerek duymayacak bir ortam hazırlamışsa, aklıselim bu ortama katkı sunmayı gerektirir. Ülkeyi yönetenlerin bu tür dirençlere ve ayak sürmelere takılmadan, kararlı bir biçimde üzerinde durmaları gereken konu ise “Meseleye siyasal bir çözüm bulamadığımızda durum ne olur, ülkenin kazancı ne olur, kaybı ne olur” sorusudur. Bu sorunun cevabı birçok konuyu aydınlatır.
