Trump’ın Temmuz’da açıkladığı Brezilya’ya yönelik yüzde 50 oranındaki gümrük tarifesi tehdidi, ilk bakışta ekonomik bir hamle gibi görünse de, özünde siyasi ve dijital egemenlik alanına yönelik. Brezilya’nın eski başkanı Jair Bolsonaro’nun yargılanma süreciyle doğrudan bağlantılı olan bu adım, ABD’nin Latin Amerika’daki “arka bahçe” alışkanlıklarını, yeni bir dönemde ve yeni araçlarla sürdürmeye niyetli olduğuna işaret ediyor.
Donald Trump’ın Temmuz 2025’te açıkladığı Brezilya’ya yönelik yüzde 50 oranındaki gümrük tarifesi tehdidi, birçokları için Trump’ın tehdit diplomasisinin devamı ve yüzeysel olarak politik amaçlı görünüyor olabilir. Ancak karar, ticari refleksleri de içeren çok katmanlı bir bölgesel politika ürünü. Brezilya’nın eski başkanı Jair Bolsonaro’nun yargılanma süreciyle doğrudan bağlantılı olan bu adım, ABD’nin Latin Amerika’daki “arka bahçe” alışkanlıklarını, yeni bir dönemde ve yeni araçlarla; ama Trump stilinde sürdürmeye niyetli olduğuna işaret ediyor.
Bu müdahale biçimi, klasik askerî darbeler ya da açık iç-siyasete yönelik komplolardan ziyade, ekonomik yaptırımlar ve platform düzenlemeleri gibi yumuşak ama etkili baskı araçları üzerinden kurgulanıyor. Ancak son gerilimin yaratabileceği jeopolitik sonuçlar, yalnızca Brezilya-ABD ilişkileriyle sınırlı kalmayabilir.
ABD-BREZİLYA İLİŞKİLERİNİN UZUN GÖLGESİ, DARBELERİN ÇEŞİTLERİ
Brezilya ile Birleşik Devletler arasında yüz-göz olma derecesindeki iyi ilişkiler İkinci Dünya Savaşı’na uzanıyor. Savaş sırasında ABD’ye üs sağlayan ve Avrupa cephesine asker gönderen tek Latin Amerika ülkesi olan Brezilya, karşılığında Amerika’nın sanayileşmesi yönünde destek kazandı.
Ancak 1964’te ABD destekli bir darbeyle solcu Başkan João Goulart devrildi, yerine 21 yıl sürecek bir askerî rejim kuruldu. Soğuk Savaş’ın kıtadaki klasik senaryosu tekrarlandı ve antikomünist duruş ödüllendirilirken, insan hakları ihlallerine sessiz kalındı.
Ancak 1970’lerden itibaren anti-komünist Brezilya, daha bağımsız bir dış politika izlemeye başladı. Batı Almanya ile nükleer işbirliği, Carter döneminin insan hakları baskılarına karşı direniş ve Bağlantısızlar Hareketi’ne yakınlaşma bu dönemin göstergeleri oldu.
1985’te demokrasiye geçişle birlikte ABD ile ilişkilerde yeni bir sayfa açıldı. 1990’larda ekonomik liberalleşme ve Mercosur gibi bölgesel projelerle, Brezilya hem ABD ile ticaretini sürdürdü hem de kendi bölgesel liderliğini inşa etti.
Ancak 2000’lerden itibaren Brezilya, Başkan Lula de Silva ile birlikte çok kutuplu bir dünya vizyonu içinde, Amerika’nın Irak savaşı gibi girişimlerini ilk kınayan ülkelerden oldu, BRICS gibi oluşumlarla Küresel Güney’in özerkliğini savunan bir söylem geliştirdi. Başkan Donald Trump’ın “Amerikan çıkarlarına doğrudan tehdit” gördüğü yeni Brezilya anlatısının başladığı tarihler de bu döneme uzanıyor.
2000’lerde başlayan atılıma cevap, 2016’da solcu İşçi Partisi’nde (PT) Lula’nın selefi, parti lideri ve dönemin devlet başkanı Dilma Rousseff’in yolsuzluk suçlamalarıyla görevden azledilmesi oldu. Azil süreci, birçok analist tarafından bir “parlamenter darbe” olarak nitelendirildi. Çünkü Rousseff’in görevden alınmasına neden olan “mali usulsüzlükler”, Brezilya siyasetinde neredeyse her yönetimde rastlanan teknik işlemlerdi ve ceza gerektirmeyecek düzeydeydi.
Bu süreçte ABD ile yakın bağları olan yargı ve medya aktörlerinin rolü, özellikle Lava Jato (Araba Yıkama) adlı yolsuzluk soruşturması üzerinden belirleyici oldu. Soruşturmanın başındaki savcı Sérgio Moro, daha sonra aşırı sağcı Jair Bolsonaro’nun adalet bakanı olarak göreve getirildi. Moro’nun Amerikan adalet birimleriyle sıkı temas içinde olduğu ve soruşturmayı bu ilişkiler doğrultusunda yönettiği, sızan belgelerle (The Intercept Brazil yayınlarıyla) ortaya çıktı. Bu durum, Rousseff’in devrilmesinde ABD’nin yumuşak güç enstrümanlarının etkili olduğu şeklinde yorumlandı.
Rousseff’ten sonra partinin eski lideri ve Devlet Başkanı Lula da Silva da yolsuzluk gerekçesiyle 2018 seçimlerinden önce hapse atıldı. ABD’li think-tank’lerin, medya organlarının ve yargı elitlerinin bu süreci şekillendirmesi, Latin Amerika’da klasik darbe yöntemlerinden ziyade “hukuki darbe” (lawfare) yöntemlerinin yeni araç hâline geldiğini gösterdi. Nitekim Bolsonaro, Lula’nın yokluğunda seçimleri kazandı.
Jair Bolsonaro, iktidara gelir gelmez açık biçimde Trump çizgisine yakın politikalar izledi. Amazon ormanlarının küresel korunması konusundaki uyarılara meydan okuması, Çin’e karşı şahin tutumu, İsrail yanlısı söylemleri ve Venezuela’ya karşı sert çizgisiyle ABD’nin bölgesel müttefiki olma noktasında önemli bir figür hâline geldi.
2019’da iktidara gelişiyle Washington ile ilişkileri kişiselleşen Bolsonaro, Trump’la aynı söylemleri benimsedi: Medya karşıtlığı, küresel kurumlara güvensizlik, seçim komploları… Trump’ın Bolsonaro’ya olan ilgisi yalnızca ideolojik değil, stratejikti. Amazon’dan Çin karşıtlığına, İsrail’den Venezuela’ya kadar Bolsonaro, ABD çıkarlarının bölgedeki en sıkı savunucularından biri haline geldi. Ancak Başkan Lula, geri gelmesini bildi ve bir rövanş girişimi başlattı.
YÖNETİLEMEYECEK KADAR BÜYÜK: BREZİLYA’NIN STRATEJİK VİZYONU
Latin Amerika’nın büyük bölümü küresel ekonomiyle olan ilişkisini birincil ürünlerin, yani tarım, maden ve enerji hammaddelerinin ihracatı üzerinden tanımlarken; Brezilya, tarihsel olarak iç pazar odaklı sanayileşme deneyimi, gelişmiş tarım teknolojileri ve bölgesel düzeyde çeşitlenmiş dijital altyapısıyla bu modelin ötesine geçen, daha karmaşık bir ekonomik yapıya sahip.
Brezilya, BRICS blokunun kurucu üyelerinden biri olarak yalnızca ekonomik değil, siyasi anlamda da “Küresel Güney”in sembol ülkelerinden biri haline geldi. Latin Amerika’da ABD ile yapısal olarak bağımlılık ilişkisi kurmamış nadir büyük ekonomilerden biri olması, Brezilya’yı Washington açısından özel bir konuma yerleştiriyor.
Ancak Lula’nın yeniden iktidara gelişiyle birlikte Brezilya, ABD karşıtı değilse bile, ABD merkezli küresel düzene mesafeli bir pozisyon aldı. Çin ve Rusya ile olan ilişkilerini derinleştirmesi, BRICS’in genişletilmesi gündemini sahiplenmesi ve teknoloji şirketlerinin düzenlenmesine dair adımları, Washington’da alarm zillerini çaldı. Trump’ın tarifeleri bu bağlamda yalnızca Bolsonaro’ya duyulan kişisel bir sadakatin değil, Brezilya’nın jeopolitik yönelimine duyulan endişenin sonucu olarak okunmalı.
DİJİTAL EGEMENLİK VE AMERİKAN TEKNOLOJİ TEKELLERİ
Trump’ın yüzde 50 tarife tehdidi ilk bakışta ekonomik bir hamle gibi görünse de, özünde siyasi ve dijital egemenlik alanına yönelik. Brezilya Yüksek Mahkemesi’nin Bolsonaro’ya yönelik darbe planı soruşturmalarıyla beraber, Lula hükümetinin sosyal medya şirketlerine yönelik yeni düzenleme hazırlıkları bu tehdidin zeminini oluşturuyor.
Bu düzenlemeler arasında, teknoloji devlerinin dezenformasyonla mücadelede daha şeffaf hale getirilmesi, içerik kaldırma süreçlerinin denetlenmesi ve yapay zekâ destekli algoritmaların sınırlanması gibi maddeler bulunuyor. Washington’dan bakıldığında bu adımlar, yalnızca özel şirketlere yönelik bir saldırı değil; aynı zamanda yumuşak güç enstrümanlarını törpüleme girişimi olarak görülüyor. Trump yönetiminin bu hususta Avrupalı müttefiklerine dahi müsamaha gösterme niyetinde olmadığı çoğu kişi tarafından biliniyor. Brezilya’daki sol iktidar açısından ise mesele, egemenlik haklarına dair kaslarını göstermek ve daha önce hukuk yoluyla yediği yumruklara aynı güçte bir yanıt vermek.
Başkan Trump’ın son açıklamaları, aslında ABD’nin büyük teknoloji şirketlerinin küresel serbestisini koruma refleksiyle doğrudan bağlantılı. Brezilya gibi dijital pazar büyüklüğü artan, içerik üretiminde önemli hale gelen ülkeler, artık sadece ekonomik değil stratejik bir değer taşıyor. Washington’ın bu alanlardaki her müdahalesi, Çin’in Dijital İpek Yolu’nu önerdiği, Rusya’nın platform yasaklarına gittiği bir ortamda yankı buluyor.
Dezenformasyon, seçim güvenliği ve demokratik istikrar açısından dijital platformların sorumluluğu artık tüm dünyada tartışılan bir mesele. ABD’nin ticaret politikası ise, burada doğrudan büyük teknoloji şirketlerinin dış politika koluna dönüşüyor. Öte yandan Brezilya’nın bu alanı düzenlemeye çalışması, doğrudan Washington’ın etki alanına müdahale anlamı taşıyor.
Trump’ın tarifeleri, bu nedenle klasik anlamda bir dış politika aracı olmaktan ziyade, dijital etki alanına karşı çıkmaya çalışan ülkeleri cezalandırmaya yönelik bir strateji olarak görülebilir.
TRUMP GERÇEKTEN YAPTIRIM UYGULAR MI?
Latin Amerika’da “egemenlikçi sol” ile “otoriter sağ” arasında yeni bir eksen oluşurken, ABD’nin hangi tarafı destekleyeceği değil, destek biçimi belirleyici olacak. Brezilya örneğinde olduğu gibi açık baskı, ters etki yaratabilir ve bölge ülkelerini Çin’in yumuşak kuşağına daha hızlı sürükleyebilir.
Trump’ın bu çıkışının seçim öncesi bir gözdağı mı yoksa uygulanabilir bir plan mı olduğu belirsiz. Ancak bu tür açıklamaların Brezilya iç politikasını doğrudan etkileme riski açık. Bolsonaro destekçileri için dış destek sinyali verirken, Lula hükümeti için bu tür tehditler iç meşruiyeti pekiştirme aracına dönüşebilir.
Dahası, uygulamaya geçip geçmeyeceğinden bağımsız olarak Trump’ın bu tehdit dili hem Brezilya’da hem de Latin Amerika genelinde bir tür “yeni bağımsızlık söylemi”ni güçlendiriyor. Dijital egemenlikten ekonomik özerkliğe uzanan bu yeni savunma hattı, sadece devletler arası ilişkilerde değil, şirketler ve topluluklar düzeyinde de yeni fay hatları yaratıyor.
ENES KILIÇ KİMDİR?
Dış politika odaklı akademik projelere katılımının yanı sıra birçok düşünce kuruluşu ile çalışmış olan Enes Kılıç, şu anda Arjantin’de akademik çalışmalarına devam edip gazetecilik yapmaktadır.
