Görüşler

Türkiye’de devlet adamları ve toplumu çürüten siyaset

Türkiye’de devlet adamları ve toplumu çürüten siyaset

Prof. Dr. İlhami Güler, Türkiye’de toplumun çürümesinde siyasetin etkisini ve sonuçlarını yazdı. “Türkiye’de toplumun politik bağlamda ‘Reşit’ olmadığı; sürekli Önder, Baba, Çoban, Başbuğ, Şeyh Efendi, Hoca Efendi, Lider, Karizma… aradığı bir gerçektir” diyen Güler 1950 ile 1980 arasında görev yapan Menderes, Demirel, Türkeş, Erbakan, Ecevit, Baykal gibi siyasetçileri değerlendirdi.

1.TARİHSEL ARKA PLAN

Türkiye’de toplumun politik bağlamda “Reşit” olmadığı; sürekli Önder, Baba, Çoban, Başbuğ, Şeyh Efendi, Hoca Efendi, Lider, Karizma… aradığı bir gerçektir. Ölüm taziyelerinde “Başınız sağ olsun” temennisi, “Baş, başa bağlıdır; baş da Allah’a”, “Balık, baştan kokar” ve “İmam, bilmem ne yaparsa; cemaat, ne yapar” deyimleri, bu gerçeği ortaya koyar. Arap-İslam siyasal tarihi, Muaviye’den itibaren siyaseti “Pratik ahlak” olarak değil; “Kurnazlık” olarak tescillemiştir. Meşhur “Arap Dâhileri (Duhatu’l-Arap)” diye bilinen kişiler, dürüstlükleri ile değil; kurnazlıkları ile meşhur olmuşlardır. Farabi, İbn Haldun, İbn Teymiyye… gibi düşünürlerin, siyaseti “Ahlak” olarak kurma çabaları, etkili olamamıştır. Hukuk alanında yaygın olan “Kitabına uydurma” ve “Hile-i Şeriyye” tutumları da, merî siyasetle paralel yürümüştür. Anayasa başta olmak üzere, yasaları iplemememiz veya etrafından dönmemiz de buradan gelir. Medrese jargonunda kullanılan: “İlm-i Siyaset” kavramı da, “Deha” kavramı ile özdeştir: “Kurnazlık”. Batıda siyaseti Ahlak olarak vaz eden filozoflar, Platon ve Aristo’dur. Makyavelli ise, Kral’a yazmış olduğu “Prens” adlı kitapta siyaseti, ahlak olarak değil; kurnazlık olarak tanımladı.

2.TÜRKİYE GERÇEĞİ

Bu arka planı göz önünde tutarak Türkiye Cumhuriyeti’ne gelecek olursak, Cumhuriyeti kuran devrimci kadrolar, erken dönemde seküler bir etik telos (Vatan-perverlik) ile hareket ettiklerini söylemek mümkündür. 1950-1980 arasında iktidar olan sağ-muhafazakâr kadrolarda da dinsel bir etik telos vardı (“Halka hizmet, Hakka hizmettir”). Menderes, Demirel, Türkeş, Erbakan, Ecevit, Baykal…birer “Devlet Adamı” hüviyetine sahiptiler: “Devlet adamı, halkının yarınını/yararını; siyasetçi, kendi yarınını/çıkarını düşünür.”

Seksen ihtilalinden sonra iktidara gelen T. Özal, -muhtemelen Amerikan deneyimi ile- ilk kez “Pragmatik” bir siyasi praksis ortaya koydu. O zamana kadar her politik parti/ideoloji, kendi yolunda giderken; onun, “Dört eğilimi” birleştirmesi ve sarf etmiş olduğu: “Benim vatandaşım, işini bilir” sözü, bu –Amerikan ruhlu- politik pragmatizmini ortaya koyar. Böylece Muaviyeizm-Makyavalizm, siyasete tekrar yerleşmeye başladı: Yalan ve Talan.

O tarihlere kadar “Devlet Planlama Teşkilatı” öncülüğünde toplumun ve siyasi erkin dişini tırnağına takarak oluşturmuş olduğu Kamu İktisadi Teşekkülleri (KİT), “Liberal Ekonomi” gereği elden çıkarıldı. Toplum, gelirine mümasil olmayan bir “Lüks/İsraf” tüketimine sevk edildi. Döviz, “convertible” hale getirildiği gibi; ekonomi de, küresel “İsraf Ekonomisi/Kapitalizm”e eklemlendi. “Üretim ekonomisi”nden “Rant Ekonomisi”ne geçmiş olduk. Özal ve daha sonra gelen politik figürler, Batı’nın sömürü niyetli dayatmalarına karşı koymamışlardır.

Ben, yetmişli yıllarda Erzurum/Tortumda ilkokuldan önce köyde kuzu çobanlığı, orak ile ot biçme, lojistik (Babamlara yayladan köye akşam-sabah yiyecek taşıma) ve kışları akşam-sabah ahırda hayvan bakımı); ilkokula giderken de öğleye kadar Otobüs Terminalinde (Kars’ta) nane şekeri satıyor, ayakkabı boyuyor, araba yıkıyor, hamallık yapıyordum. Yazları da inşaatlarda amelelik yapıyordum.

Herkeste emek-üretim, ticaret, meslek, ustalık, uzmanlık motivasyonu vardı. Ekonomi zayıftı, Enflasyon yüksekti. Herkes, “Ayağını yorganına göre uzatıyordu”. “Yerli Malı Haftası” kutlamaları vardı. “Damlaya damlaya göl, akar gider sel olur” yani “tasarruf” bilinci vardı. Filmlerde zengin kızları, fakir oğlanlara âşık olabiliyordu. Politik ideolojiler/davalar uğruna kavgalar veriliyor; gençler ölüyordu: “Vatanım, ha ekmeğini yemişim; ha da, uğruna bir kurşun.” Bu saydıklarıma “Nostalji” deyip, burun kıvıranlar olabilir; hayır! “İnsanlar, ruhunu şeytana satmamıştı.” yorumu, daha doğrudur.

,İki binlerin başından itibaren siyasette ve ekonomide yalan ve talan giderek ivme kazandı. Rant/talan ekonomisinin, geriye giden bin yıllık bir “Ganimet Ekonomisi” tarihi vardır. Kılıç elden düşüp; (“Tüfek icat olup, mertlik bozuldu”); yağma içgüdüsü, kendi bedenine yönelir. Ganimet gelmeyince; elde ne var ne yok hepsi satıldı. Rant/İnşaat ekonomisi esas hale geldi. Siyaset, ideolojik bir “Dava” olmaktan çıkıp; ekonomik bir “kazanç-kapısı” olmaya başladı. Partiler, anonim-şirket haline geldi.

“Büyük” olmaya neden Düşünür, Şair, Âlim ve Sanatçılar değil de siyasilerin layık görüldüğü, ayrı bir soru/sorun olmakla birlikte; “Büyüklerimiz (!), genellikle siyaseti ilkesizlik-ahlaksızlık, ikiyüzlülük, yalan-dolan, dolap, kumpas, kurnazlık, dün öyle-bugün böyle, ihale, aracılık, iş-bulma, akraba kayırma, hemşehricilik… olarak icra edince; vatandaşlar da zıvanadan çıkıp başının çaresine bakıyor. Ortalık çetelerden, mafyalardan, nitelikli dolandırıcılıktan, tağşişten, adi hırsızlıktan, dijital sahtecilikten, adli emanete teslim edilen emtiaların çalınmasından nüfuz hırsızlığından… geçilmiyor. Namuslu-dürüst, vatanperver herkesi tenzih ederim.

3.KÜRESEL BAĞLAM

Bu gidişatı, “Çağın Ruhu(Zeit-Geist)ndan bağımsız olarak düşünmek, elbette imkânsızdır. Çağın Ruhu “Tanrı’nın ölümü” ve “Çölün büyümesi” (Nietzsche), “Çoraklaşma” (T. S Eliot), “Katı/Kutsal olanın Buharlaşması” (Marx), “Kutsal Kubbenin Çöküşü” (M. Weber), “Tanrı Tutulması” (M. Buber) … olarak nitelenmişti. Alman Filozofu Byung Chul Han da çağın ruhunu pratik olarak: Haz-Hız, Performans, Şeffaflık, Anlatı ve Ritüelin kayboluşu, Enformasyon, Dijitalleşme, Sabırsızlık/Aciliyet, Kumsallaşma/Bireyselleşme ve Cemiyet/Cemaatin yok olması, Akışkanlaşma… olarak niteler. Faslı düşünür Taha Abdurrahman ise, Kalbin/Ruhun/İnsanın ölümü olarak niteler. Bu perspektiften bakınca, “Fail”lerin kendileri, az hırlı olmasa da diğer taraftan, rüzgârın önündeki yaprak gibidirler veya selin önündeki kütük gibidirler.

4.SONUÇ

Bizi ancak bir Tanrı (Allah-Rahman) ve onun insana üflediği Ruh/Vicdan kurtarabilir. Tabi ihtiyaç duyup da Kur’an’ın dediği gibi, bunlara yönelebilirsek (münib). Yok eğer, sırtımızı dönmeye devam edersek (mu’rid); Sünnetullah belli: “Canınız cehenneme!” veya “İla cehenneme zümera: Cehenneme kadar yolunuz var!” (39/71).

*Prof. Dr. İlhami Güler, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim görevlisi.

YORUMLAR
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.
Bunlar da İlginizi Çekebilir