Görüşler

Zom Tevfik’in sarhoş eşeği, Olrayt Ali Bey’in muzır keçileri

Zom Tevfik’in sarhoş eşeği, Olrayt Ali Bey’in muzır keçileri

Kültür tarihi Araştırmacısı Taner Ay, Acem'in Kahvehanesi'nden, Tayyare Apartmanları'na kadar bir zamanların Laleli'sini anlatıyor.

Sanırım ’94 yılındaydı, Cumhuriyet gazetesinde Halide Edip’in torunu Ömer Sayar ile yapılmış bir söyleşi yayımlanmıştı. Ömer Bey’in, babaannesinin Laleli’deki Antalya Apartmanı’nda oturduğu yıllarda, kocası Adnan Adıvar’ı geceleri yatak odasından kovduğuna defalarca tanık olduğunu söylediğini anımsıyorum. Okurken benim aklımaysa hemen Millî Mücadele yıllarındaki Ankara gelmişti. Orada, Kalaba köyündeki Numune Çiftliği’nin ikinci katındaki bir odada kocası Adnan Bey ile kalırlarken, Çerkes Ethem’in Halide Edip’e Yoldaş isminde bir köpek hediye ettiğini siz de biliyorsunuz. Aslında, Yoldaş’a hiç kimse köpek demiyor, o kelimenin tam anlamıyla bir canavarmış. Köpekleri çok seven Hakkı Behiç’in bile ona dokunamadığı, kedisi Kadife Hanım yavruladığında herkese şerbet dağıtan Doktor Refik’in ise onu görmek istemediği kayıtlardadır. Ancak, Yoldaş’tan en fazla korkansa Halide Edip’in kocası Adnan Bey’miş. Çünkü, geceleri Halide Edip’in ayak ucunda uyuyan Yoldaş, yatağa Adnan Bey’i asla sokmuyormuş. Ömer Sayar’ın söylediklerinden sonraysa, nedense bende Halide Edip’in yatağa Adnan Bey’i yaklaştırmaması için Yoldaş’ı özellikle eğittiğine dair bir kanı uyandı. Günahı boynuma, hâlâ da aynı düşüncedeyim. Belki adamcağız aganigi maganigi nedir hiç öğrenemeden adres değiştirip, Merkez Efendi’ye taşınmış bile olabilir.

Kadıköyü bir zamanlar nasıl “muharrir yatağı” olarak bilinmişse, Laleli de “profesör yatağı” olarak bilinirmiş. Tevfik Yener “Akademisyenlerin kitap dolu evleriyle kibirli Laleli!” demişti. Laleli semti bir de Acem’in Kahvehânesi ile şöhretliymiş. Bizim kelli felli hocalarımız Laleli’de oturmasalar bile ‘40’lı ve ‘50’li yıllarda Acem’in Kahvehânesi’nden pek çıkmazlarmış. Gençliklerinde oraya takılanların aklına ilk gelense hep Mükrimin Halil Yınanç’ın sohbetleri olmuştur. Sanırım onların bir kısmını Süheyl Ünver ’67 yılında “Mükrimin Halil Yınanç’tan İnciler” başlığıyla Hayat Tarih Mecmuası’nda yayımlamıştı. Acem’in Kahvehânesi’ni Laleli Kahvehânesi olarak anımsayanlar da vardı. Muhtemelen sâhibi Acem Hüseyin nedeniyle orasına Acem’in Kahvehânesi deniyordu. Bildiğim kadarıyla, az aşağıda, Unkapanı’nda, başka bir Acem’in Kahvehânesi daha vardı, bu yüzden ikisini karıştıranlara bile rastladım. Oysa, Unkapanı’ndaki sadece ’33 yılında Siirtli Salih’in tabanca yakalatmasıyla gazetelere birkaç satırlık haber olmuştu. Tam neredeydi, maalesef bir türlü bulamadım. Laleli’deki ise Koca Ragıp Paşa Kütüphânesi’nin yakınlarındaydı, sonradan yerine ’60’lı yılların başında Hacı Bozan Oğulları kebapçısının açıldığını biliyoruz. Yeri gelmişken şunu da belirteyim: Yıllar önce Tevfik Yener’den okumuştum, Acem’in Kahvehânesi ‘50’lerde İstanbulspor’un ve Davutpaşa’nın efsanesi Ali Mortaş’ın bürosu gibiymiş. Altmışlı yaşlarında kaybettiğimiz Ali Mortaş, futbolumuzun gelmiş geçmiş en büyük yetenek avcısıydı. Şimdilik onun, Ercan Aktuna’yı, Yılmaz Şen’i, Nedim Doğan’ı, Yılmaz Urul’u, Yusuf Katırcıoğlu’nu, Yasin ve Gökmen Özdanak kardeşleri keşfeden adam olduğunu söyleyip, yekûn çekeyim.

’80 sonrasındakileri bilmiyorum, ama bizim nesil ve bizden önceki nesiller için Laleli demek, Tayyare Apartmanları demekti. Hikâyesiyse, Suriçi’ndeki yedi binden fazla binâyı küle çeviren 1918 yangınıyla başlıyor. Yangında her şeylerini kaybeden binlerce aile için yardım toplanıyor ve o parayla bir arsa satın alıyor. Niyetin binlerce dairelik apartmanlar dikmek olduğu söylenirse de, nedense ’22 yılında ortaya her biri altı katlı olan dört bloktan toplamda 123 daire ve 12 dükkân çıkıyor. İsmine de “Harikzedegân Katevleri” deniyor. Ancak, büyük bir sorun vardır, 12.495 fukara ailenin arasından nasıl ve neye göre 123 aile seçilecektir, hiç kimsenin bir fikri yoktur. Elbette muktedirler öyle bir seçim yapmıyorlar, hokus pokus biz bu oyunda yokuz deyip, türedi zenginlere, zımtek zımtek, zımteke tek tek, fukaraya estek köstek, biz size destek haberini uçuruyorlar. Sonunda “Harikzedegân Katevleri” bir şekilde Türk Hava Kurumu’nun mülkü oluyor ve ismi de Tayyare Apartmanları’na çevriliyor. Kurum daireleri kiraya çıkarınca, oradan bir daireye kiracı olmak isteyenlerden hemen kuyruklar oluşuyor. Yıllar geçiyor ama Tayyare Apartmanları’na rağbet hiç eksilmiyor. Örneğin, 13 Haziran 1946 günlü Akşam gazetesinin haberinden, yetmiş üç zengin ailenin beş yıldır Tayyare Apartmanları’na kiracı olmak için sıra beklediğini öğreniyoruz. Ama, oraya bir defa kapağı atanın, çıkmamakta hep ısrarcı olduğuysa muhakkaktır. Çünkü, Tayyare Apartmanları, dönemin Batılılaşma ruhuna cuk oturuyordu. Tayyare Apartmanları’nın meşhur kiracıları arasından, Bülent Nuri Esen, İbrahim Alaaddin Gövsa, Rasih Pertev, Ercüment Ekrem Talu ve Halide Edip’in kızkardeşi Belkıs Sami Boyar, aklıma ilk gelenlerdir. Peki, Belkıs Hanım’ın da ablası gibi romancı olduğunu ve ’26 yılında Son Saat gazetesinde “Aşkımı Öldürdüm” isimli romanının tefrika edildiğini biliyor muydunuz?

Yaşar Nezihe Bükülmez, Aksaray’daki Oruç Gazi Sokak’taki 4 numaradan sonra, ’48 yılında Laleli’de, 10 kapı numaralı binânın kasvetli giriş dairesine kiracı olmuştu. Siz yazılanlara itibar etmeyin, Yaşar Nezihe Hanım’ın komünizm hakkındaki düşünceleri, kulaktan dolma palavra şeylerdi. Aydınlık mecmuası çevresi bile onu mutekit ve sofu bulduğu için aralarına almıyordu ama, az sayıdaki kadın şâirimizden biri olduğundan ’23 yılında sadece Yaşar Nezihe isminden propaganda maksadıyla yararlanılmıştı. Milliyet gazetesinden Necdet Tuncay, ’52 yılında, Yaşar Nezihe Hanım’ın, gelini evde misafir istemediğinden, kendisini ziyarete gelen gazetecilerle gizlice Aksaray Parkı’nda buluştuğunu yazmıştı. Aksaray Parkı, ’37 veya ’38 yılında, Sütçü Bostanı’nın yerine yapılıp açılmıştı. Bildiğim kadarıyla, o bostan en son Sotiri isminde bir bahçevanındı, Sotiri taşlı köyü boylayınca da ruhu park olarak halka dönmüştü. Ancak, fukaranın parkı, ’57 imarında bir gecede yok edildi.

Ne zaman Oruç Gazi Sokak’ın ismi geçerse, aklıma rahmetli Kubilay Ünsal’ın oradaki dairesi geliyor. ’85 ve ’86 yılında, Adnan Özer, Gülin Dalaman, Ayla Kanbur, Cengiz Öndersever, Samet Bağçe ve ben, hemen her gece Kubilay Ünsal’da toplanırdık. Az kalsın felsefeden Gülay’ı unutuyordum, elbette o da vardı. Aramızdan Gülin dâr-ul-ukbâya gideli epey oldu. Onu ben Bâb-ı Âli’deki bizim neslin diğer çevirmenlerinden hep ayrı tutardım, çünkü en iyisi oydu, hangi kitabı çevirmişse, hepsine ruhundan kopan bir şiir katmıştı. Gönül ve Emel Gunca kardeşler Kubilay’ın dairesindeki edebiyat ve sinema sohbetlerimize katılmışlar mıydı, nedense anımsayamıyorum. Maalesef Gönül’ü de elli dört veya elli beş yaşındayken kaybettik, vefâtını Adnan Özer’den duyduğumda ise ne kadar üzüldüğümü ifâde edemem.

Aksaray’a kadar inmişken Zom Tevfik’i ıskalamayalım. Sermet Muhtar üstadımız onu 12 Haziran 1932 günlü Akşam gazetesinde yazmıştı. Yeşil Tulumba’daki kahvehânelerin önlerinde sabahları akşamdan kalmalara kasesi yirmi paraya kelle etli ve bol sarımsaklı çorba satan Zom Tevfik, bir gün çorbacılıktan bıkıp, ayyaşlığa başlamaya karar veriyor. O yıllarda Aksaray, kahvehâneleri ve salaş meyhâneleriyle pek şöhretlidir, sanırım Aksaray’daki meyhâneler Langa bostanlarındakilerden ve Yenikapı sahilindekilerden biraz daha ucuz olmalıydı. Zom Tevfik’in bir de eşeği varmış, meyhâneye mutlaka onunla gidermiş, üstadımız meyhânede demlenirken eşek de çarşı pazar dolaşıp, esnafa misafir olurmuş. Ama, bir saat geldiğindeyse, hiç şaşmamıştır, anırarak meyhâneye doğru koşmaya başlarmış. Eşeğinin anırmasını duyan Zom Tevfik ise hemen meyhâneciyle hesabını görüp dışarıya çıkar ve yüz dirhemlik şişedekini eşeğinin ağzına boşalttıktan sonra, kendisi kadar sarhoş olan eşeğiyle konuşa konuşa evine dönermiş.

Yeşil Tulumba denen mahalle, Ağa Yokuşu’nun üst kısmına doğru bir yerden başlayıp, bu yokuşa biraz meyil ile gelen sokağın Aksaray Caddesi’ne çıkan ucundaydı. Küçürek meydanının geniş tarafında, yeşile boyalı, tahta ve çıkrıklı bir tulumba bulunuyormuş. Mahalleye bu tulumbaya nisbetle Yeşil Tulumba dendiği tahmin ediliyor. Meydanın solunda, konak denecek kadar büyük evlerin altlarındaki sıra dükkânlarda sinek avlanmaz, kahvehânelerinde ise Ramazanlarda masa bulunmazmış. 23 Temmuz 1911 yangını maalesef Yeşil Tulumba’yı da yakıp kül etmiştir. Bizlereyse sadece eskilerin tanıklıkları kaldı.

Aksaray’dan Zom Tevfik kadar şöhretli olan bir başka ayyaş ise Asabi Muştak’tır. Vefa Zat, onu ‘50’li yılların Aksaray’ına yerleştiriyor. Vefa Bey’in yazdığına göre, Asabi Muştak o yıllarda esnaf meyhânesi Küçük Ekspres’in müdavimiymiş, fakat adam gibi içmez, her fırtında başka bir vukuat çıkarırmış. Küçük Ekspres’te en fazla da İşkembeci Vangel’e ibik kaldırmış. Aslını ararsanız ikisi de bulaşık, bir gün bizimki İşkembeci Vangel’in söylediklerini kaldıramamış, hırsını rakıdan alamayınca ise kendisini dışarı atmış. Parkta içi içini yiyerek dolaşırken, Balıkçı Galip’in orada bir kedi leşi görmüş. İşte o vakit kafasında bol ışıklı şimşeklerin çaktığı söylenir, kedi leşini kuyruğundan kaptığı gibi, doğruca İşkembeci Vangel’in dükkânına dalmış ve fokur fokur kaynayan çorba kazanının içine bırakmıştır. Elbette bir meydan muharebesi kopmuştur, Komiser Sarı Burhan ise ayyaşların birbirine daldığı az ilerideki kavgayı görünce, ihtilâl olduğunu sanıp, karakolda kim var kim yok hepsini İşkembeci Vangel’in dükkânına sevk etmiştir. Ne yazıktır ki Sarı Burhan’ın karakolu da ’57 imarında ortadan kaldırıldı. Fotoğraflarından biliyorum, karakol, Cerrahpaşa Caddesi’nin Millet Caddesi’ne kavuştuğu köşede, iki katlı bir binâdır. Üstadımızın “İstanbul Ansiklopedisi” karakolu mimari açıdan önemsiz bulmasına karşın, dört mermer sütunlu bir saçak altındaki giriş kapısı bana hep güzel görünmüştür.

Küçük Ekspres’e Asabi Muştak’ın dışında, Bekçi Haso, Olrayt Ali Bey, Manzara İsmail, Kız Ekrem, Parlak Celâl, Çökelek Abdi, Bobstil Sami, Cavcav Osman, Sümüklü Hadi ve Harbi Ethem gibi ‘50’li yılların meşhur rakıcıları takılıyormuş. Ama, “Rakı Ansiklopedisi”nde, Olrayt Ali Bey ‘in de tıpkı Zom Tevfik gibi demlenmeye tek başına gelmediği belirtiliyor. Peşinde eşek yoksa bile çok sevdiği keçileri varmış. Malumunuzdur, keçi, eşek kadar uslu bir hayvan değildir, Olrayt Ali Bey’in peşinde onlar geldiğindeyse çarşı mutlaka karışıyormuş. Masasında rakısını yudumlarken nargilesini çeken Olrayt Ali Bey ise, uzaktan keçilerinin muzırlığını görünce, masasından kalkıp bekçi düdüğünü çalar ve onlara “Olrayt bayanlar baylar, olrayt!” diye seslenirmiş. Bunu duyan keçilerse, yaramazlığı bırakıp, derhal bir köşeye çekilirlermiş…

YORUMLAR (2)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
2 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir