Görüşler

Zorunlu eğitimde problemimizin süre olduğuna nasıl karar verdik?

Zorunlu eğitimde problemimizin süre olduğuna nasıl  karar verdik?

Türkiye’nin eğitim sorunu tüm diğer sorunları gibi hayati önemdedir ve bu önemine uygun bir yaklaşımla ele alındığında mesafe alınması mümkündür. Aksi taktirde neredeyse zorunlu eğitim derken ne dediğimizi bile bilmediğimiz bir alanda keyfe keder değişikliklerle gerçeklikten kaçmaya devam edeceğiz.

Eğitim sisteminde bir takım değişikliklere gidilmesi yönünde bir arayış içinde olduğumuz görülüyor. Bu arayışın ve mevcut sistemde bir takım değişikliklere gitmenin acil ve meşru olduğu tüm verilerle apaçık ortada. Kamusal işleyiş de zaten bu aciliyet ve meşruiyet üzerinden yol alıyor. Ancak son derece gerekli olan bu hususlar, yapılacak değişikliğin ne olması gerektiği noktasında bize anlamlı bir şey söylemiş olmuyor. Tarihsel olarak temel problemimiz, anlamlı bir şey söylemeyen bir sistematik içinde kalarak iş ve işlemlere girişiyor olmamızdır. Bunu en net görebileceğimiz yerlerin başında da muhtemelen eğitim-öğretim alanı geliyor.

Modern eğitim tarihimiz boyunca mevcuttaki eksiklikler, aksaklıklar ileri sürülerek kimi zaman köklü kimi zaman palyatif değişikliklere gidildi ancak nihayetinde alanın memnuniyet üreten bir düzeye eriştiğinden bahsetmek mümkün olmadı. Bugün de memnuniyet üretmeyen gerçeklik önümüzde duruyor. Bu durumun bir boyutu bizatihi alanın yapısal karakteri ile ilgilidir. Eğitim-öğretim alanı; canlı, dinamik, karmaşık bir ekosistemin parçası olduğu için sürekli olarak yeni girdi ve taleplerin baskısı altında bulunmaktadır. Bu gerçeklik ister istemez alanın istikrarlı bir yapıya erişimini güçleştirmektedir. Diğer önemli husus ise alana ilişkin kavrayışınız, sorun tespit etme ve çözüm üretme sistematiğiniz ile doğrudan ilintilidir. Alanla ilgili birinci boyut, dünyanın her yerinde yaşanan bir sorundur ve onun nasıl seyredeceğini de belirleyen şey ikinci seçenekteki vaziyetiniz ve performansınızdır.

Yeni bir arayışın arifesinde olduğumuz bugünlerde bu hususun üzerinde yeniden durmakta fayda var. Çünkü nasıl bir cevap üreteceğimizi, üreteceğimiz cevabın niteliğini kısacası çözümümüzün anlamlı bir hüviyet taşıyabilmesi ancak sorunun nasıl tespit edildiği, meselenin nasıl çözümlendiği ile doğrudan ilgilidir. Bizde dikkat edilmesi gereken en önemli husus; sorunun varlığını kabul etmek ile sorunu çözümlemek arasında kurulan eşdeğerliliktir. Sorunun varlığını kabul etmek ile sorunu sorun etmek, çözümlemeye çalışmak, kök bağlantılarını açığa çıkarmak, eldeki seçenekler üzerinden bir çözüme kavuşturmaya çalışmak vs. gibi hususlar bir ve aynı şeyler olarak görülemezler. Bir sorunun varlığını kabul etmek ile sorunun hangi koşullardan dolayı ortaya çıktığı ve nasıl bir çözümle giderileceği hususu bambaşka şeylerdir. Çözümlemeden, analizden, anlamlı bir sorun tespitinden yoksun olduğumuz noktada üreteceğimiz çözümlerin sorunun parçası olması, sorunları kronikleştirmesi kaçınılmazdır. Nitekim yaşadığımız şey de budur.

O halde zorunlu eğitimin süresinin azaltılması ile gündem edilen mevzuda da anlamlı bir çözümün çıkabilmesi için yapılan çözümlemenin ne olduğuna bakmamız zorunludur. Odağımızı buradaki koşullara, işleyişe, ilişkiye kaydırmamız ciddi bir alan taraması yürütmemiz gerekiyor. Zorunlu eğitimin süresi ilgili problemimiz nedir? Bu önemli bir sorudur ve çözüm bu sorunun kaderinin nasıl şekillendiği ile doğrudan bağlantılıdır. Süre 12 yıl değil de 10 yıl veya 11 yıl olduğunda ne olmasını bekliyoruz? Niçin böyle olmasını bekliyoruz? Bazı okullarımızda zorunlu eğitimin 12 yıl olmasından dolayı fiilen ders işlemenin imkânsız olduğu tespiti yapılmaktadır. Bu tespit şüphesiz doğru bir tespittir. Doğruluğu gerçekliğe uygunluğu, yaşananlar ile mutabık olmasıyla bağlantılı olmasından kaynaklanmaktadır. O zaman bu olguyu gözeterek neden böyle olduğuna ilişkin bakmamız gerekiyor. Okullarımızda ders işlemeyi mümkün olmaktan çıkartan şey nedir? Yöneltme sistemi ile ilgili bir problem mi var? Verdiğimiz derslerin içeriğinde mi sıkıntı var? Ders ile öğrenciler arasında varsaydığımız bağda mı problem var? Derslerin veriliş şekli mi, verildiği yer mi, verildiği zaman mı acaba problem oluşturuyor? Öğrencilerin almasını istediğimiz ders, bu dersin gerçekleştiği ilişki ne tür koşullarda yapılandırılmış? Bu döngü hangi tarihsel-toplumsal gerçeklik içinde yaşanıyor? Bu öğrenciler hangi sosyo-ekonomik dünyadan geliyorlar ve o dünyanın koşullarından ne anlamamız gerekiyor? Problem derste mi, dersin verildiği okulda mı, okulun ait olduğu hayatta mı? Okuldaki başarısızlık, derslerin işlenmesini mümkün olmaktan çıkaran öğrenci isyanı, arzu ettiğimiz neticenin bir türlü çıkmaması gibi hususların varlık sebebi nedir? Fazlasıyla uzatılması gereken bu soruları işi yokuşa sürmek için dile getirmiyorum. Çok köklü, yapısal sorunlarımızın ciddi bir çabayı, meşakkatli bir uğraşıyı gerektirdiğinin altını çizmek için paylaşıyorum.

Bütün bu sorular ne kamusal alanda ne de münhasıran MEB bünyesinde üzerinde ciddiyetle durulan sorular değil. Böyle olunca karşımıza çok garip bir durum çıkıyor. Niçin başımıza geldiğini bilmediğimiz bir takım sonuçları bertaraf etmek için ezbere çözümler üretiyoruz. Daha vahimi teşhisini koymadığımız problemlere çözümler uyduruyoruz. Bu sistematikten, bu döngüden anlamlı bir çözüm üretmek doğası gereği mümkün değil. Neden? Çünkü yaşadığımız ve sonuçları karşısında irkildiğimiz bu eğitim krizi yapısal bir kriz olarak önümüzde duruyor. Zorunlu eğitimin süresini 1 veya 2 yıl esnetmek ile yapısal bir krize çözüm üretmek arasında bir ilişkiden bahsetmek hayal kurmaktır. Zamanın ruhu ile kitlesel-zorunlu eğitim yapılanması arasında bir doku uyuşmazlığı var. Çünkü modernliğin ilk zamanlarından bugüne uzanan zorunlu eğitim formu kendisini ortaya çıkaran yapısal dayanakların tümünden yoksun durumdadır bugün. Daha doğrusu bu dayanakların tümünde köklü kırılmalar, başkalaşımlar yaşanmış durumdadır. Fordist üretim üzerinden seyreden klasik sanayi toplumunu geride bırakalı on yıllar oldu. Matbaa üzerinde somutlaşan teknolojik gerçeklik bugün sadece eğitim alanını değil bütün bir hayat organizasyonunu bambaşka bir boyuta evirmiş durumda. Devletin ideolojik ve baskı aygıtları üzerinden makbul vatandaş üretimine meftun ulus devlet yapılanmasında ve motivasyonunda da önemli tecrübeler edinildi, değişiklikler yaşandı. Pozitivist bir anlatı içerisinde karakteri billurlaşan zorunlu eğitim formu bu meşruiyet evreninden de büyük ölçüde yoksun kalmış vaziyette. Post modern dünyanın cangılında pozitivist yapılarla hayat inşa etme ısrarı yapısal başarısızlık ve hoşnutsuzluk üretmekten başka bir işe yaramayacaktır. Bu analiz üstelik modernliğin belirli bir dönemindeki koşullara uygun rasyonel bir yapılanmayı varsayarak bugünkü eğitim krizini temellendirmektedir.

Oysa bizim serencamımız başka handikaplar bünyesinde taşımaktadır. Bu tarihsel hikâyede sancılı ve travmatik bir modernleşme tecrübesinden geliyorsanız, kamusal ve kurumsal yapılanmanız anlamlı bir rasyonaliteye dayanmamışsa, devlet-toplum ilişkiniz son derece hiyerarşik ve otoriter nitelikteyse, resmi işleyiş ve toplumsal gerçeklik birbirine karşı konumlandırılmışsa, sosyo-ekonomik eşitsizlik derinleşmişse, belirtildiği üzere sancılı ve travmatik modernleşmenin etkileri kültür, sanat, mimari, akademi, bürokrasi vs. gibi hayatın tüm alanlarında maliyet çıkartan bir şekilde ise sizin eğitim-öğretim alanında teknik düzenlemeler üzerinden sorunlara cevap üretme çabanız trajikomik bir atılımdan öte anlam taşımaz.

Türkiye’nin eğitim sorunu tüm diğer sorunları gibi hayati önemdedir ve bu önemine uygun bir yaklaşımla ele alındığında mesafe alınması mümkündür. Aksi taktirde neredeyse zorunlu eğitim derken ne dediğimizi bile bilmediğimiz bir alanda keyfe keder değişikliklerle gerçeklikten kaçmaya devam edeceğiz.

YORUMLAR (8)
8 Yorum
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.
Bunlar da İlginizi Çekebilir