FEYZA NUR ÇALIKOĞLU
MAZLUMDER, 19-28 Mart 2025 tarihleri arasında yaşanan gelişmeleri yerinde inceleyerek, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına getirilen kısıtlamaları, kolluk güçlerinin orantısız müdahalelerini, ifade ve basın özgürlüğüne yönelik ihlalleri, gözaltı ve tutuklama uygulamalarını insan hakları perspektifinden raporlaştırdı. Raporun hazırlanmasında hukuki belgeler, resmi açıklamalar, sahadan elde edilen veriler, mağdur beyanları, gözlem raporları ve bağımsız hukukçuların değerlendirmeleri esas alındı.
TOPLANTI VE GÖSTERİ YÜRÜYÜŞÜ HAKKINA YÖNELİK KISITLAMALAR VE MÜDAHALELER
Rapor, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 34. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 11. maddesiyle güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun. Bölümü'ndeki kısıtlamalarla valilere ve İçişleri Bakanı'na erteleme ve yasaklama yetkisi verilmesiyle anayasal hakkın özüyle çeliştiğini vurguluyor. Bu yetkinin, 20 Temmuz 2016 tarihinde ilan edilen OHAL döneminin izlerini taşıdığı ve o dönemin bazı uygulama ve tedbirlerini kalıcı hale getirdiği belirtiliyor.
MAZLUMDER, 19 Mart'taki gözaltıların ardından İstanbul Valiliği'nin "kamu düzenini muhafaza etmek ve oluşabilecek provokatif eylemlerin önüne geçmek" gerekçesiyle 19-23 Mart tarihleri arasında her türlü toplantı, gösteri ve basın açıklamasını yasaklamasını "peşin hükümlülük" olarak nitelendiriyor. Rapor, henüz bir protesto yokken alınan bu kararın anayasal hakkı kullanmak isteyen kişileri kriminalize ettiğini ve hakkı fiilen kullanılamaz hale getirdiğini belirtiyor.
Raporda, keyfi yasakların ardından anayasal haklarını kullanmak isteyen göstericilere polisin orantısız güç kullanarak müdahale ettiği, yoğun biber gazı kullanıldığı, yaralama kastıyla fiziki şiddet uygulandığı ve yetki sınırlarının aşıldığı gözlemlendiği belirtiliyor. Ayrıca, bazı kolluk mensuplarının kişisel sosyal medya hesaplarında şiddeti öven paylaşımlar yaptığının tespit edildiği ve yetkili kurumların hukuka aykırı eylemlerde bulunan kolluk kuvvetlerini cesaretlendiren beyanlarda bulundukları iddia ediliyor.
SEYAHAT HÜRRİYETİNE YÖNELİK KISITLAMALAR
Valilik yasaklarıyla birlikte seyahat hürriyetinin de kısıtlandığı belirtilen raporda, İstanbul'da bazı metro durakları ile belirli cadde ve sokakların trafiğe kapatıldığı detaylarıyla listeleniyor. Bu kısıtlamaların, protestocuların İstanbul Emniyet Müdürlüğü, İstanbul Adliyesi ve Taksim Meydanı'na ulaşımını engellemeyi amaçladığı, ancak bu durumdan diğer vatandaşların da etkilendiği ve mağdur edildiği ifade ediliyor. Özellikle Ramazan ayında iftar yoğunluğunun hesap edilmediği ve alternatif yollarda/toplu taşıma araçlarında olağandışı yoğunluk yaşandığına dikkat çekiliyor.
İFADE HÜRRİYETİNİN ENGELLENMESİ: BANT DARALTMASI VE ERİŞİM ENGELLERİ
Rapor, 19 Mart 2025 günü sabah 07.00 itibarıyla resmi bir açıklama ve mahkeme kararı olmaksızın internette bant daraltması uygulamasına gidildiğini, X (eski adıyla Twitter), Youtube, Instagram, Facebook, Tiktok, WhatsApp, Telegram, Signal gibi sosyal medya platformları ve mesajlaşma uygulamalarına İstanbul çevresindeki kullanıcılar tarafından erişim sağlanamadığını belirtiyor. Bu uygulamanın, Anayasa'nın aradığı koşulları taşımadığını ve ifade hürriyeti ile haberleşme hakkının ihlali niteliğinde olduğunu savunmak oldukça güçtür.
Bant daraltma uygulamasına ek olarak, protesto eylemlerine ilişkin bilgi veren, paylaşım yapan, eylemlere davet eden hesaplar hakkında 5651 Sayılı Kanun'un 8/A maddesi gerekçe gösterilerek erişim engeli kararı alındığı, eski Milletvekili Veli Saçılık, Bianet, gazeteci Erk Acarer gibi kişi ve kurumlara ait X hesaplarının bu kapsamda engellendiği ifade ediliyor. X platformu kararları uygulasa da hukuka aykırı olduğunu ve itirazda bulunacağını açıklamış, 700'den fazla hesaba erişimin engellendiğini belirtmiştir.
Raporda ayrıca, 19 Mart operasyonlarının ardından muhalefetin çeşitli bileşenlerince iktidarla ilişkili olduğu gerekçesiyle bazı firmaların boykot edilmesi çağrısında bulunan 16 kişi hakkında "nefret ve ayrımcılık" ile "halkı kin ve düşmanlığa tahrik" suçlarından soruşturma başlatılarak gözaltı kararı verildiği belirtiliyor. Rapora göre, boykot çağrıları şiddeti teşvik etmediği müddetçe düşünce ve kanaati açıklama hürriyeti kapsamındadır ve sırf bu çağrılar nedeniyle soruşturma başlatılması, gözaltına alınma ve adli kontrol tedbirlerine maruz bırakılması başlı başına hak ihlali niteliğindedir.
MUHABİRLERE GÖZALTI, DARP VE GÖRÜNTÜ SİLDİRME
Protestolar sırasında kolluk kuvvetlerinin, mesleki faaliyetleri nedeniyle gösteri alanlarında bulunan basın mensuplarını hedef aldığı, birçok basın mensubunun gözaltına alındığı ve bir kısmının şiddete maruz kaldığı iddia ediliyor. NOWTV muhabiri Ali Onur Tosun, Birgün yazarı Barış İnce, foto muhabiri Bülent Kılıç, gazeteci Zeynep Kuray gibi isimlerin gözaltına alınanlar arasında olduğu belirtilirken, bazı muhabirlerin darp edildiği ve fotoğraflarının zorla silindiği de raporda yer alıyor. İlgili kamu kurumlarınca bu ihlallere yönelik tatmin edici bir açıklama yapılmadığı, hatta gözaltına alınan basın mensupları hakkında soruşturmanın ötesine geçilerek kamu davaları açıldığı ve gazeteciliklerini ispat etmelerinin istendiği belirtiliyor.
Raporda ayrıca, RTÜK Başkanı tarafından medya organlarının protestoları yayınlama şekli ve usulüne ilişkin telkinlerde bulunularak idari yaptırım uygulamakla üstü örtülü tehdit edildiği, bunun basın hürriyetini açıkça hedef aldığı ifade ediliyor. Bilişim Teknolojileri Kurumu (BTK)'nun da keyfi kararlarla internet ve sosyal medya erişimini kısıtladığı ve yasal denetime tabi olmadan aldığı kararların halkın haber alma ve haberleşme hürriyetini engellediği vurgulanıyor.
ADİL YARGILANMA HAKKI VE İŞKENCE/KÖTÜ MUAMELE YASAĞI
19 Mart gözaltılarının ardından Saraçhane'de düzenlenen protestolara katılan çok sayıda eylemcinin "Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Kanunu'na muhalefet" gerekçesiyle evlerinden alınarak gözaltına alındığı belirtiliyor. Yaklaşık bin dört yüz kişiden iki yüz altmışının tutuklandığı, tutuklamaların büyük çoğunluğunun 2911 Sayılı Kanuna muhalefetten gerçekleştiği ifade ediliyor. Raporda, eylemcilerin şiddet eylemlerine bulaşıp bulaşmadığına bakılmaksızın sırf alanda bulunmalarının tutuklama için yeterli sayıldığı ve bunun hukuka aykırı olduğu belirtiliyor. Gözaltı ve tutuklama gibi istisnai tedbirlerin olağan hale geldiği ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği savunuluyor. Gözaltılar sonrası birçok avukatın müvekkilleri ile görüştürülmediği ve avukata ulaşım hakkının engellendiğine yönelik iddiaların basına yansıdığı da belirtilmiştir.
KAÇMA TEHLİKESİ YOKKEN TERS KELEPÇE
Rapor, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 3. maddesi ve Anayasa'nın 17. maddesi ile işkence ve kötü muamele yasağının hiçbir durumda istisnası olmadığını hatırlatıyor. Saraçhane eylemlerinde kolluk güçleri tarafından eylemcilere yönelik yer yer orantısız müdahalede bulunulduğu, sık ve yakın mesafeden biber gazı kullanıldığı, gözaltı işlemleri esnasında fiziki şiddete varan davranışlar sergilendiği gözlemlendiği ifade ediliyor. Ayrıca, kaçma veya başkasına zarar verme tehlikesi bulunmazken, normal kelepçeleme yerine daha acı verici olan ters kelepçe takılmasının keyfi ve orantısız müdahale niteliğinde olduğu belirtilerek, Anayasa Mahkemesi'nin bu konudaki kararları örnek gösteriliyor.
SEÇME VE SEÇİLME HAKKI YÖNÜNDEN DEĞERLENDİRME
Raporda, 19 Mart operasyonuyla gözaltına alınan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, Beylikdüzü Belediye Başkanı Mehmet Murat Çalık ve Şişli Belediye Başkanı Resul Emrah Şahan'ın tutuklanması ve İçişleri Bakanlığı'nca geçici tedbir olarak görevden uzaklaştırılmasına değiniliyor. Özellikle Şişli'de Kaymakam Cevdet Ertürkmen'in İstanbul Valiliği'nce Belediye Başkan Vekili olarak görevlendirilmesi, OHAL dönemi KHK'ları ile yerleşen ve kamuoyunda "kayyım ataması" olarak bilinen yeni görevlendirme usulü olarak değerlendiriliyor. Bu uygulamanın, demokratik hakları ve halkın iradesini yok sayan sistematik bir uygulamaya dönüştüğü ve seçmen tercihleri ile seçme ve seçilme hakkını geçersiz kıldığı ifade ediliyor. Belediyelerin atanmış yöneticiler yerine halkın oylarıyla seçilen kişiler tarafından yönetilmesinin hukuk devletinin temel bir gereği olduğu vurgulanıyor.
HAKLARIN KULLANIMINDA SINIRIN AŞILDIĞI OLAYLAR
Rapor, eylemcilerin yasal haklarının sınırlarını aşacak davranışlarda bulunduğunu da kayıtlara geçirdi. Raporda, bazı eylemcilerin polis ekiplerine meşale, şişe ve benzeri yanıcı maddeler attığı, polis memurlarının yaralanmasına sebep olduğu belirtiliyor. Ayrıca bir polis memuruna asitle saldırıldığı, Ankara'daki eylemlerde de bazı protestocuların balta, tornavida ve havai fişek ile saldırarak polis memurlarının yaralanmasına sebep olduğuna dair iddiaların yer aldığı belirtiliyor. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya'nın açıklamasına göre eylemlerde yüz elli polisin yaralandığı bilgisi aktarılıyor.
Protestolar esnasında Saraçhane Meydanı'nda bazı dükkanların camlarının kırıldığı, kaldırımlara, ağaçlara ve parklardaki oturma yerlerine zarar verildiği, özellikle Şehzadebaşı Camii avlusundaki mezar taşlarının tahrip edilmesi ve duvarlara yazılar yazılması gibi olayların büyük tepkiye yol açtığı belirtiliyor. Raporda, bu olaylar dikkate alındığında, eylemcilerin bir kısmının toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını istismar ettiği, kanunun çizdiği sınırları aştığı ve diğer göstericilerin demokratik haklarını kullanmalarına da engel olduğu ifade ediliyor.
TOPLANTI VE GÖSTERİ HAKKI 'İZİNE' DÖNÜŞTÜRÜLDÜ
MAZLUMDER raporu, 19 Mart sonrası yaşanan protestoların Türkiye tarihinde önemli bir yer edindiğini ve kitlesel gözaltı ve tutuklama dalgalarının yaşandığını belirtiyor. OHAL sonrası dönemde toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının Anayasa'ya rağmen daraltılarak "izin"e dönüştürüldüğü, valilikler eliyle sıkça yasaklandığı veya uzak meydanların gösterildiği eleştirisi getiriliyor. Raporda, devletin barışçıl gösterilere karşı tahammüllü olması, anayasal hakkın kullanımına saygı göstermesi ve hukuk devleti olmanın gereğini yerine getirmesi gerektiği vurgulanıyor.
'POLİS DEVLET ANLAYIŞINA TEŞVİK'
Raporda, "işkenceye sıfır tolerans" politikasında bir geriye gidiş yaşandığı, siyaseten söylenen "benim askerim, benim polisim" gibi sözlerin keyfi tutumları ve cezasızlığı teşvik ederek polis devleti algısını güçlendirdiği belirtiliyor. Saraçhane olaylarında polis şiddetinin neredeyse canlı olarak yayınlandığı ve açıkça görüldüğü, bazı kolluk güçlerinin bu şiddeti sahiplenen ve öven sosyal medya paylaşımlarının hukuk devleti için kabul edilemez davranışlar olduğu ifade ediliyor. Rapor, kötü muamelede bulunan kolluk mensuplarının cezalandırılması yerine teşvik edilmesinin polis devleti imajını güçlendirdiğini ve idari/cezai soruşturma açılması gereken bu kişiler hakkında rapor tarihine kadar herhangi bir işlem yapılmamasını eleştiriyor.
Sonuç olarak, 19 Mart Saraçhane olaylarında toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı, seyahat hürriyeti, basın ve haber alma hakkı, ifade hürriyeti, seçme ve seçilme hakkı, adil yargılanma hakkı ile işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği belirtiliyor. Rapor, bir kısım göstericilerin neden olduğu taşkınlıkların bahane edilerek tüm göstericilerin cezalandırılmasının ve Anayasadan doğan haklarını kullanmaya çalışan insanların temel haklarının engellenmesinin kabul edilemez olduğunu vurguluyor.
