Hakkari’den Sidney’e hayalimin peşindeydim

Hakkari’den Sidney’e hayalimin peşindeydim

Türk tiyatro ve sinemasının sessiz ve derinden ilerleyen isimlerinden biridir Aydın Orak. Mardin’den başladığı yolculuk onu dünyanın dört bir yanına götüren turne dizilerine taşıdı. Bazen yönetmen koltuğunda bazen kendi kurduğu tiyatrosunda sahnede tek başına hiç durmadan yürüdü. “Tiyatro iki heves bir kalastır” diyen Orak başarının yolunu da şöyle çiziyor: “Hep hayallerimin peşinden gittim hep. Bedel ödemeden bir şey de kazanılmıyor. Başarmak için direnmek lazım.”

SALİHA SULTAN/İSTANBUL

Mardin’de çocukken taklitlerle başlayıp, İstanbul’da önce amatör ardından profesyonel gruplarla oyunculuk dünyasına adımını atan Aydın Orak tiyatro, sinema ve dizi sektörünün çok yönlü aktörlerinden biri. 2000’lerde kendi tiyatrosunu kurduktan sonra Belçika, İsveç, Norveç, Fransa, Avusturya, Almanya, Danimarka gibi ülkelerin yanı sıra dünyanın öbür ucu Avusturalya’ya kadar uzanan 20 yıllık bir tiyatro serüveni yaşadı. Beş kitap yayımladı. Ölümün Rengi, Merhamet, Asasız Musa, Yaşar Kemal Efsanesi gibi filmleri yönetti. Siyah Karga filminin ‘Kaçakçı Sait’i, Aşk ve Mavi dizisinin ‘Seyfi’si. Orak, oyunculuk sektörünün bütün alanlarında ‘Ben tiyatrocuyum!’ tripleri atmadan yoluna devam ediyor. Direklerarası Tiyatro Ödülleri’nde Araf isimli tek kişilik oyunuyla yılın en iyi erkek oyuncu ödülüne layık görülen 37 yaşındaki sanatçıyla oyunculuk, oyunculuğu geçer akçe olarak görmeyen aile düzeni, yönetmen koltuğundan oyunculuğa bakışı üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Orak, seçtiği mesleğin bütün handikaplarını tecrübe etmiş bir sanatçı olarak zorluklarını samimiyetle dile getirse de, söz gelecekten açıldığında gözlerinde beliren parıltı bir anda bütün sisleri dağıtıyor, sinema dünyasına umutla bakmaya devam ediyor.     

Mardin’den İstanbul’a uzanan bir hikayen var. Bugün oyunculuk hayali kuran bir gencin penceresinden bakıldığında ‘başarmış’ görünüyorsun. Nasıl oluyor bu işler? Bir anda önemli bir rol mü kaptın? 

Ben oyunculuğa ilkokulda taklitler yaparak başladım. İstanbul’a gelince de amatör bir gruba girdim. Derneklerde, gecelerde, pikniklerde skeçler yapıyorduk. Sonra profesyonel bir tiyatro ekibine katıldım. Ardından Bilgi Üniversitesi’nde sahne sanatlarını kazandım. Hakkari’den Sydney’e kadar turnelerim, oyunlarım oldu, birçok sinema filmi ve dizide oynadım. İnsan küçük, yerel ve amatör tiyatro oyunundaki rolünde ısrarcı olduğunda hayallerine ulaşabilir. Bir yerden sonra orası size dar gelir ve bir başka boyuta geçmek, başka bir yerde olmak istersiniz. Bu doğalında gelişen bir yolculuktur. Tiyatro ‘iki heves bir kalas’tır. Yani iki hevesli insan, bir kalasın üzerine çıkar, tiyatro, oyunculuk böyle başlar, budur. Gerisi ısrarınıza, yeteneğinize, azminize bağlı. Bir anda Cannes ve ya Hollyvood’a gidemezsiniz. Kısa vadeli en yükseğin hayalini kurmak da zaten farklı travmalara neden olur. Kısa sürede ulaşabileceğiniz hedefler kurarsınız ve ulaşırsınız. 

BÜYÜK OYUNCULARIN ÇOĞU KONSERVATUVAR MEZUNU DEĞİL 

Peki eğitim? Oyunculuk dünyasında sıkça tartışılıyor bu konu, dizilerde oynayanlar ya da yönetmenler mesela konservatuvarlı, eğitimli olmadığı için eleştiriliyor eğitimliler tarafından. Sen nasıl bakıyorsun eğitim konusuna?  

Ben 23’ümde İstanbul Üniversitesi’nde oyunculuk dersi vermeye başladım. Herkesten oyuncu olur diye düşünüyorum, hayır diyenle sabaha kadar tartışırım. İyi oyuncu olur, kötü oyuncu olur, karakterine uyar ya da uymaz ama isteyen herkes oyuncu olur. Oyuncu olmak için konservatuar okumaya gerek yok. Şu an izlediğimiz büyük oyuncuların hiçbiri oyunculuk mezunu değil. Sinema artık çekim imkanlarıyla o kadar demokratik bir hal aldı ki... Dünyadaki bütün ünlü yönetmenler ilk filmimi nasıl çekeceğim diye soranlara ‘Sizin mahallenizin bir düğün videosu çeken bir videocusu vardır gidin ondan rica edin -ki artık gerek yok her telefonda var- ve kafanızdaki hikâyeyi senaryo tekniği ile yazın sonra amcanızı, halanızı, babanızı oynatın ve en basit montaj programını bilgisayarınıza indirin ve ilk filminizi yapın’ derler. Telefonla çekip Cannes, Venedik gibi büyük festivallerde yarışan filmler var. İnsanlar artık işin kalite, ışık falan bunlara bakmıyor, nasıl anlattığınıza bakıyor. Yani biçim, üslup önemli. Herkes aşk filmi çeker ama sen aşkı nasıl anlatıyorsun, kamerayı nasıl konumlandırıyorsun, o kişi aşkını ifade ederken onu nasıl çekiyorsun, tamamen senin anlatım diline kalmış bir durum. Şair Ahmed Arif’in ‘üşüyorum kapama gözlerini’ dizelerini hangi kâğıdın üzerine yazdığının bir önemi var mı?  

OYUNCU TELEFON BEKLEYEN İNSAN 

Türkiye’de büyük bir sinema, dizi sektörü var. Bir dönem ayda bir yerli filmi vizyonda zor görürken, şimdi yeri geliyor haftada beş yerli film vizyona giriyor. Dizi sektörü de hakeza öyle. Ortadoğu’da, Latin Amerika’da bile artık Türk dizileri izleniyor. Hal böyleyken oyuncular için imkanlar arttı mı? Nasıl seçiliyorlar?  

Türkiye’de işler doğru ilerlemediği için binlerce oyuncu ajansı var. Gazetelerde bir sürü ilan var, çoğu yalan maalesef. İnternet üstünden kayıt olabiliyorsunuz, ‘Fotonuzu çekelim şansınız yükselsin’ diyorlar, ücreti de sizden çıkıyor. Profesyonel oyuncuların da birçoğunun durumu kötü aslında bu açıdan. 30 yaşlarda bir oyuncu aranıyor, yönetmenin önüne yüzlerce foto koyuluyor ve onların arasından seçmek pek de mümkün olmuyor maalesef. Profesyonel oyuncu bir dizide oynamış ama işsiz, öyle de çok oyuncu var ki... Oyuncu telefon bekleyen insandır çünkü, telefonu çalarsa bir teklif gelir umudu taşıyor. Bugünkü dünyada her oyuncu imkânını kendisi yaratmalı. Ben 2000’lerin başından beri tiyatroda mesela oynamak istediğim bir oyunu seçiyorum, çevirisini yaptırıyorum, yönetmenini seçiyorum, dekorunu afişini yaptırıyorum, biletini satıyorum, tiyatroda akla gelecek her şeyi yapıyorum sonra sahneye çıkıp oynuyorum. Dekoru da toplayıp sırtımda başka bir yere taşıyorum, götürecek yer yoksa eve götürüyorum. Kendi imkânlarımı kendim yaratmak zorundayım, tiyatro özelinde bu hamallığı bugün de yapıyorum. Kimse kimseye altın tepside kimseye bir şey sunmuyor. Herkes zorluklarla tırnaklarıyla kazıyarak geliyor. Fakat bugünkü yeni başlayanlar direk bir dizide başlamak istiyor. İşin zorluğunu görünce de hemen kaçıyor. Bedel ödemeden hiçbir şey olmaz. Başarmak için direnmek lazım.  

 

Yorucuymuş... Mutsuz musun peki? Ya da şöyle sorayım, bir oyuncu hangi şartlara sahip olursa mutlu olur? Çok ünlü olunca mı? 

Hakkari’de ya da Yozgat’ta oyunculuk yapmak isteyen biri ömrü boyunca orada yapabilir ve bununla mutlu olabilir. Oyunculukta mutlu olmanın ve başarılı olmanın tek kriteri bir dizide oynamak değildir. Kendi kasabanızın amatör tiyatro ekibiyle de mutlu oyuncu olunabilir. Oradaki oyuncu dizi ya da film hayali kurmak istemeyebilir. İnsan mutlu ise sorun yok. İnsan bir hücrede de mutlu olabilir, mesela, oradaki bir karınca ile oynayarak. Bir gün ünlü olma hayali ile bütün hayatını mutsuz geçirmemeli insan. Brad Pitt olunca mı mutlu oluruz? Ya da zengin olunca mı? Gördüğümüz kaç zengin ya da ünlü mutlu? İnsan 70 yıl boyunca mutlu olmak için didinir. Sonunda da ölür. Bu yolda hep mutlu olma hayali kurar. İnsan mutluluğa ulaşmak için gittiği yolda ara sıra mutlu olmaya da çalışmalı. Türkiye gibi, insanları hep aşağı çekenler olduğu bir yerde... Bizi hep yakın çevremiz aşağı çeker, yapmaman için ellerinden geleni yaparlar. Ben yükseğe çıktıkça, sahneye, o kendini aşağıda görüyor ve senin orada olmanı istemiyor. Sinemamızın en büyük yönetmenlerine gelen eleştirilere, kılıç darbelerine bakın... Bu işlerde sürekli ok ve kılıç darbeleri yiyorsunuz. Yaptığınız ilk işte sizi öyle yerden yere vuracaklar ki... Herkes kötü diyecek mesela ama kötünün de bir sınırı yok, bize göre film çok kötüdür ama Cannes’da ödül alıyordur. Kötünün de bir tanımı yok.  

Bir süredir daha çok ekranlarda, dizilerdesin. Tiyatroyu bıraktın mı? 

İki yıldır tiyatro yapmıyorum. Tiyatronun bütün ağırlığını taşıdığım için yoruldum. Bir iki yıl yapmamayı başarabilir miyim diye düşündüm ve evet baktım ki oluyor. Tiyatro oyunculuğu çok başka bir motivasyon, insan bunu her zaman yapmak istemeyebilir. Bırakmadım yani. Biraz ara verdim. Tiyatro canlı bir organizma, seyirciyle karşılıklı beraberiz ve bir şey yaşıyoruz. Seyircinin sürekli dikkatini çekmelisin, bir aksilik olduğunda toparlamalısın. TV oyunculuğu teknik bir şey, tekrar tekrar alabilirsin. Tiyatroda sahnede bir repliğimi unuttum ve yerine hemen bir şey ürettim, kimse fark etmedi, devam ettim. TV oyunculuğu da zor ama bir yandan da kolay. Herkes tiyatro oyunculuğunu deneyimlemek, onu yaşamak ister. Tirat atmayı mesela. Bir Delinin Hatıra Defteri’ni oynarken birinci dakikada sahnede parmağımı kestim ama oyun bitimine kadar kan akmasına rağmen oynadım. Tek kişilik oyun. “Bi dakika şu kesik parmağıma pansuman yapayım gelirim bekleyin” diyemezdim. Tiyatro daha zor ama tadı ayrı... 

Kamera önündeki oyunculuğun, imkanlarının zorluğundan bahsettin. Bir de yönetmenlik tecrüben var. Kamera arkasında olmak nasıl bir duygu? Önünde şikayet ettiğin şeyler arkasında nasıl yürüyormuş?  

Kamera arkasında oyuncuları daha iyi anladım. Bu deneyimle kamera önüne geçtiğimde de yönetmeni daha iyi anladım. Senaryo yazmayı bilmek vs ekstradan işe yarıyor oyunculukta. Bazı kelimeler vardır oyuncunun ağzına uymaz ama siz yönetmene bir şey önerebiliyorsunuz. İki taraflı bir empati durumu daha hızlı idrak etmede işime çok yaradı. Oyuncunun ne istediğini daha çabuk anladım, yönetmenin ne istediğini de çok iyi anladım. Kadraj meselesini çözdüm, çünkü normal oyuncu kamera lensini bilmez. 35 mm, 85 mm… Ben şimdi yönetmen lensi takarken yönetmenin yakın çekim mi, geniş açı mı çektiğini anlıyorum. Kamera önü ve arkasını bilmek kesinlikle çok işime yaradı. 

TÜRKİYE’DE HİKAYE Mİ YOK? 

Türk sinemasında yapımlar gözle görülür bir şekilde arttı. Nasıl görüyorsun geleceğini?   

Bağımsız sinemada son yıllarda iyi filmler çıkmıyor. İyi yönetmenlerimiz var, iyi oyuncular yetişiyor. Senarist, oyuncu dernekleri var. Türkiye sinemasının dünyada kötü bir yerde olduğunu düşünmüyorum. Ben umutsuz değilim. Yaşar Kemal ‘insanoğlu umutsuzluktan umut yaratandır’ diyor. İran sineması mesela, sansüre, baskıya, imkansızlıklara, Amerika ambargosuna rağmen olağanüstü bir sinemadır. Kendi estetik dil ve üslubunu bulmuş. Biz hiçbir şeyi bahane edemeyiz, ne sansürü, ne bütçeyi, ne oyuncu, ne senaryo, ne hikaye eksikliğini bahane edemeyiz. Türkiye’de hikaye mi yok? Yaptığım hiçbir filmime Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü’nden destek çıkmadı. Ama filmlerim yurtiçi ve yurtdışında çok önemli festivallerde ana yarışmaya girdi. Türkiye’de vizyona girdiler. Yüzlerce gösterim-söyleşiler yaptım. Film yapmanın önünde hiçbir bahane olamaz. 

DİZİ SETİNDE MARDİNLİ BİR VEJETERYAN 

Dizi setlerinin zorlu ortamlar olduğunu duyuyoruz. Nasıl geçiyor oralarda zaman?  

Aşk ve Mavi dizisi Kapadokya’da çekildiği için iki yıla yakın otel odasında yaşadım. Otel odasında yaşamak zor değil ama bir vejeteryan olarak et ağırlıklı Anadolu mutfak kültürü oldukça zorlayıcı. Uzun saatler ve bazen günler boyu süren setlerde et ağırlıklı beslenme eğilimi nedeniyle günlerce sabah, öğle, akşam menemen yedim çoğu zaman. Soğuk kış günlerinde kar ve yağmur altında saatlerce çalışmak, bazı sahneleri defalarca çekmek çok zorlayıcı olsa da insan sevdiği işi yapınca uğruna çekilen tüm yorgunluklar unutuluyor. 

Oyuncu milletine hürmet var mı kamera arkasında? Ya da seni zorlayan bir olay yaşadın mı?  

Demin anlattığım zorluklar nedeniyle zaman zaman gergin anlar yaşanabiliyor. Ama her işte olduğu gibi dizi ve sinemanın kendine ait spesifik zorlukları var. Setler de fabrikalar gibidir. Herkesin bir işi var. Herkes herkese hürmet etmek zorunda. Mobingler, zorluklar yok mu? Tabii ki var.  

‘BUNU DA BÖYLE KABUL EDELİM’ 

Ailen nasıl bakıyor oğullarının oyunculuk ‘ısrarı’na? 

Ailem çoğumuzun ailesi gibi sanatta işlerin nasıl döndüğünü bilmiyor. Hala gittiğimde dedem ‘Dayın gibi öğretmen olaydın da sigortan olaydı’ diyor. Düz mantıkla baktığımızda doğru bir şey çünkü Türkiye’de oyuncu olmanın bir geleceği yok. Ben 20 yıl para kazanmadım, hangi aile oğlu çulsuz olsun ister? Hem fabrikada çalıştım hem açıktan lise okudum hem de tiyatro yaptım. Sonra hepsini bıraktım sadece tiyatro yapmaya başladım. Profesyonel tiyatroda oynarken ailemi davet ettim bir oyunuma geldiler. Arkadaşlarım onları güzel yerlere oturttu ve ilgi gösterdiler. Oyun sonrası herkesin oğullarını alkışladığını görünce tavırları değişti. Muhtemelen ‘Bu bize para kazandıracak bir şey yapmıyor ama insanlara bir şey anlatıyor, onu seviyorlar’ diye düşündüler. Dört erkek kardeşim var, bir de kız. Ailem onlar ekonomik olarak çalıştığı için ‘Bunu da böyle kabul edelim’ dediler muhtemelen. Hayatın başka şeylerle de güzel olabildiğini görünce kabullendiler. Bu hayatta paranın dışında değerler de var. Bunlardan biri de sanattır. Bugün bir dizide oynuyorsunuz, 10 yıl size dizi teklifi gelmiyor bir daha. Hiçbir aile çocuğu bunu yaşasın istemez.  

 

İlgili Haberler
Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN