Görüşler

Hükümet Türkiye'nin önünde engel

Hükümet Türkiye'nin önünde engel

Plan ve bütçe uzmanı İYİ Parti TBMM Grup Başkanı Prof. Dr. İsmail Tatlıoğlu, Taha Akyol’a konuştu.

TAHA AKYOL'LA EĞRİSİ DOĞRUSU 

Faiz demokrasi ve hukuk eksikliğinin olduğu ülkelerin problemi. Türkiye, Arjantin ve Venezuela’dan sonra en yüksek faizi ödeyen ülke konumunda. Bunu taşıyabilmemiz mümkün değil.

Türkiye, tüm sosyal-siyasal alanı kapsayan bir yapısal tıkanma içinde. Yerli de yatırım yapmıyor. 2.5 yıldır özel sektör yatırımları negatif. Gerçekleri görmek isteyene veriler çok şey anlatıyor. 

Varlık Fonu’yla kamunun büyük bölümü denetimden muaf hale geldi. KÖİ’ler denetime kapalı. Doğalgazdan, hastane sözleşmelerine her şey gizli bir şekilde yürütülüyor. Sayıştay tırpanladı.
 

Her alanı kontrol çabası kurumları yıprattı. En çok da MB etkilendi. AK Parti, Türkiye’nin yükselişinin önünde engele dönüştü. Başlanması gereken nokta hukukun üstünlüğü ve liyakatin tesisi.
 

Günümüzde faiz özellikle siyasal istikrarsızlığın, demokrasi ve hukuk eksikliğinin olduğu ülkelerin problemidir. Türkiye, Arjantin ve Venezuela’dan sonra dünyanın en yüksek faizini ödeyen ülkesi konumunda. Bunu taşıyabilmemiz mümkün değil.

Bırakın yabancı yatırımı, yerli müteşebbis de yatırım yapmıyor. 2,5 yıldır özel sektör yatırımları negatif. 2014’ten 2019’a özel sektörde istihdam artışı yok denecek seviyede. Yurt içi yerleşiklerin döviz mevduatı Aralık 2016- Aralık 2020 arasında yaklaşık %100 artmış.

Türkiye Varlık Fonu ile kamunun büyük bölümü her türlü denetimden muaf hale geldi. KÖİ’ler tam anlamıyla denetime kapalı. Doğalgaz alımından, hastane sözleşmelerine kadar her şey gizli bir şekilde yürütülüyor... Sayıştay tırpanladı.

Türk ekonomisi son 18 yılda 550 milyar dolar civarında cari açık verdi. Bunun ana sebebi tasarruf açığı olsa da neredeyse yarısı, 276 milyar doları, yüksek teknoloji ürünleri için yapılan ithalat. Türkiye, teknoloji açığı yüksek olan bir ekonomi.

Yeryüzünde ve tarihte bu iktidar kadar faiz karşıtı konuşan bir iktidar yok. Ama faiz borcumuz ne kadar?  

Önümüzdeki yıl bütçeden ödenecek faiz 178 milyar TL’dir. Bütçedeki her 100 liralık vergi gelirinin yaklaşık 20 lirası faize gidiyor. Bu rakam, Milli Eğitim Bakanlığı ile tüm üniversitelere ayrılan ödenekten daha fazla. Son 18 yılda bütçeden yapılan faiz ödemesi 492 milyar dolar ve neredeyse son 18 yılda verdiğimiz cari açığa denk.  

DÜNYADA FAİZ NASIL? 

Dünyada faiz oranları nasıl, özellikle bizim gibi ülkelerde?  

Teknolojik gelişmenin yarattığı olanaklar, arz sıkıntısının ortadan kalkmış olması, paranın maliyetinde yaşanan düşü, faize temel oluşturan enflasyonu öncelikli bir sorun olmaktan çıkardı. Bugün bazı gelişmiş ekonomiler negatif faiz oranlarına sahip. Hatta, bir miktar enflasyon yaratacak politikalar uygulamaya çalışıyorlar. Bizde ise aksi istikamette bir gidiş söz konusu.  

Faize esas olan ilk unsur enflasyona baktığımızda, Türkiye’de enflasyon 2000 öncesi Gelişmekte Olan Ülkeler ortalamalarından yüksek değildi. 2003-2020 döneminde ise GOÜ enflasyon ortalaması yüzde 5.6 iken, Türkiye’deki gerçekleşmesi 10.1’dir. Diğer unsur, risk primin de ise; Türkiye 331 puanla (OECD içerisinde Arjantin’den sonra en yüksek), Hindistan 154, Endonezya 69’dur. Libor yaklaşık yüzde 0,5’tir. Türkiye’nin ise Kasım ayı borçlanma faizi %5.95. Bir anlamda tefeci faizidir bu.  

Günümüzde faiz özellikle siyasal istikrarsızlığın, demokrasi ve hukuk eksikliğinin olduğu ülkelerin problemidir. Türkiye, Arjantin ve Venezuela’dan sonra dünyanın en yüksek faizini ödeyen ülkesi konumunda. Bunu taşıyabilmemiz mümkün değil. Bundan 10 yıl önce orta gelir tuzağını nasıl aşacağını tartışan bir Türkiye’den, dünyanın en yüksek faizini ödeyen Türkiye’ye geldik.  

DÖVİZ SORUNU 

Türkiye neden her dönemde döviz sorunu yaşıyor, Osmanlı’dan beri?  

Bunun sebeplerini hazine açığı, tasarruf ve teknoloji açığı şeklinde sıralamak mümkün. Bilhassa, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Hazine’deki açığın büyüdüğünü görüyoruz. Bu açıkları finanse etmek amacıyla ihtiyaç duyulan dış kaynak temin süreci Kırım Harbi ile başladı ve 1881 yılında Muharrem Kararnamesi ile devletin gelirlerine el konulması noktasına geldi.  

Türk ekonomisi, son 18 yılda 550 milyar dolar civarında cari açık verdi. Bunun ana sebebi tasarruf açığı olsa da, neredeyse yarısı, 276 milyar doları, yüksek teknoloji ürünleri için yapılan ithalat. Türkiye, teknoloji açığı yüksek olan bir ekonomi ve bu ürünlerin temin edilebilmesi için dövize ihtiyaç var. Tüm bu hususlar, dövizin üzerindeki baskıyı tetikliyor.

Böyle süreçlerin yönetebilmesi, doğrudan yabancı yatırım ve düşük maliyetli dış finansman ile mümkün olabilir. Tabii olarak güçlü bir güven ortamı yaratmanız gerekir. Bu ise her şeyden evvel hukuk ve demokrasi demektir.  

İktidarın hangi politikaları Türkiye’yi döviz-faiz-enflasyon sarmalına soktu?  

Gelinen noktayı, birtakım teknik ekonomik kavramlarla tarif etmek yetersiz olur. Türkiye, ekonomiyi aşan, tüm sosyal -siyasal alanı kapsayan bir yapısal tıkanma içerisindedir. Türkiye’de bugün çok temel alanlarda belirgin bir düşüş söz konusu. Siyasal alan daha önce hiç görülmedik bir biçimde daraltılmış durumda. Kişi hak ve hürriyetleri meselesi, adalet meselesi, eğitim meselesi, dış politikada yaşanan savrulmalar...

Bırakın yabancı yatırımı, yerli müteşebbis de yatırım yapmıyor.2,5 yıldır özel sektör yatırımları negatif. 2014’ten 2019’a özel sektörde istihdam artışı yok denecek seviyede. Yurt içi yerleşiklerin döviz mevduatı Aralık 2016- Aralık 2020 arasında yaklaşık %100 artmış. Gerçekleri görmek isteyene, bu veriler çok şey anlatıyor.  

KURUMLARIN BOZULMASI 

Siz kurumlara çok önem veriyorsunuz. Merkez Bankası’ndan başlayalım. Nasıl bozuldu, sonuç etkileri ne oldu?  

Devlet, kurumlar ve kurallar bütünüdür. Devlet ancak güçlü kurumları üzerinden işlev kazanır. Merkez Bankaları hedefler açısından siyasi iradeye tâbidir. Ancak, bunu gerçekleştirmek için kullanacağı yöntemler ve çalışma esasları bakımından bağımsızdır. AK Parti özerk yapıya kavuşmuş bir merkez bankası devraldı ve uzun bir süre bunun nimetlerinden de istifade etti.

Fakat, özellikle Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olduğu 2014 yılından itibaren, iktidarın etrafındaki her alanı kontrol altına alma gayesi devletin kurumlarını da yıprattı. Popülizmin esas amacı da budur zaten. Kurumsal yapıyı bozmak ve kendine alan yaratmak. Merkez Bankası bu süreçten birinci derecede etkilendi. Tapu idaresi ile Merkez Bankası arasında hiçbir fark gözetilmedi. Sonuçları ise çok pahalı. Son iki yılda Merkez Bankası bilançosundan çıkmış 130 milyar dolar ve daha önce şahit olmadığımız bir rezerv açığı: Eksi 55 milyar dolar.  

BAĞIMSIZ KURUMLAR 

Modern ekonomilerde neden bağımsız Düzenleme ve Denetmeme kurumlar var. Bizde durum nasıl?  

Temel hedef, “Etkin bir kamu yönetimi” ve “Etkin bir piyasa işleyişidir”. Bu kurumlarla biz 2001 krizinin ardından tanıştık. Şöyle dönüp krizin etkilerine bakarsak, ne denli büyük bir bedel ödediğimizi de hatırlarız. O dönem ortaya konan reformlar arasında; tıpkı Merkez Bankası’nın bağımsızlığı gibi ekonomide standardizasyonu, teknik bilginin yoğun olduğu alanları düzenleyebilmek adına kurulan kurumlar bunlar.

Dünya’da çok daha eski. Amerika’da 130-140 yıllık düzenleyici kurumlar var. 1970’den itibaren, özellikle IMF Üzerinden tüm dünyaya yayıldığını görüyoruz bu kurumların. Çok başarılı uygulamalar da var. Biz de ise, özellikle son 5 yıldır siyasetin kaplamak istediği alan nedeniyle büyük bir çatışma söz konusu. Siyaset yön çizer. İstikamet belirler. Hedef koyar. Ufku tarif eder. Bunun ortaya çıkabileceği teknik gereklilikleri yapmak da bu kurumların işidir.

Merkez Bankası’na benzer şekilde Enerji Piyasası Denetleme Kurumu. Kurumun Türkiye’nin enerji politikasını hangi araçlardan, ne şekilde sağlayacağına karar verme yetkisi yok. Bu siyasetin işi. Kurumun görevi bu piyasanın daha sağlıklı işlemesini temin etmektir. Bunların tümü kanunla verilmiş yetkiler. Bugün erişilen koşulların yarattığı teknik gereklilikler. 

MECLİS DENETİMİ?  

Meclis ne durumda? Denetim yapabiliyor mu?  

Önceki sistemde Bakanlar Kurulu’nun Meclis’e getirdiği kanun tasarıları ortadan kalktı. Artık yalnızca milletvekilleri kanun teklifi verebiliyor. Buna karşın yasama faaliyeti halen torba kanunlar üzerinden şekilleniyor. Şubat ayında yaptığımız değişiklik mayıs ayında tekrar önümüze geliyor. Yeni sisteme yönelik hiçbir düzenleme yapılmadığı için, kanun yapma kalitemiz yerlerde sürünüyor.  

Şu kadarını söyleyeyim; Türkiye Varlık Fonu ile, kamunun büyük bölümü her türlü denetimden muaf hale geldi. KÖİ’ ler tam anlamıyla denetime kapalı. Doğalgaz alımından, hastane sözleşmelerine kadar her şey gizli bir şekilde yürütülüyor.

Kimden? Ülkeyi savaşa sokma yetkisine sahip Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden. Meclis adına denetim görevi yürüten Sayıştay tırpanlanmış durumda. Bütçenin açıklık ilkesi ortadan kalkmış, şeffaflık yok. Meclis’in denetim yetkisini kullanabileceği araçlar etkisiz kılınmış vaziyette.  

CB SİSTEMİ 

Bu sistem iyi ellerde iyi sonuç vermez mi? Neden güçlendirilmiş parlamenter sistem diyorsunuz?  

Uygulamadaki anayasal düzen esasında bir sistem değil. Yarattığı kargaşayı hep birlikte görüyoruz. Kurumsal yapının güçlendirilmesi, Denge-denetim mekanizmalarının etkin çalıştırılmasını gerektiren sistemleri tartışmak başka, şahıslar üzerinden anlam kazanan rejimleri tartışmak ise bambaşka bir konu.  

Bizim İYİ Parti olarak bakışımız net. Türkiye’nin 150 yılı aşan bir parlamenter geleneği var. Bu birikimin getirdiği bir siyasal algı ve kurumsal yapı var. Buna uygun bir sivil toplum var.

Buna uygun bir siyasal örgütlenme tarzı var. İster önünden, ister arkasından bakın, buna uygun bir sosyoloji veyahut bu sosyolojinin şekillendirdiği bir siyasal birikim var. Bize düşen bu birikimin sağlıklı bir biçimde akacağı bir havza inşa etmektir.  

Peki bu parlamenter rejimin marazları yok mu? Tamir edilmesi gereken, çağa uyarlanması gereken kısımları yok mu? Elbette var. Bu maksatla söylemimizi İyileştirilmiş güçlendirilmiş parlamenter s istem şeklinde formülize ediyoruz.

Önerimiz, 17 Nisan öncesi şartlara geri dönelim değil. Siyasal partiler kanunu da içine alan bir dönüşümden bahsediyoruz. Seçmenin tercih alanını genişleten, parlamentonun oluşumunda seçmenin etkisini artıran güçlü parlamenterden, komisyonları etkin güçlü bir Parlamentodan söz ediyoruz. Siyasetin de reformize olması gerekiyor.

Dünya doğrudan demokrasiye işlerlik kazandırabilecek mekanizmaları üretmeye çalışırken, Cumhuriyetin 100. yılına bu tartışmaları yaparak girmek gerçekten üzücü.  

Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi Nasreddin Hoca’nın türbesi gibi. Kurumsal yapının önemli oranda tahrip edilmesine neden oldu. Ayrıca Devleti temsil noktasında ciddi bir ”Cumhurbaşkanı Açığı” söz konusu. Sayın Genel Başkanımız, Akşener’in ” Güçlendirilmiş Parlamenter sistem” söyleminin temelinde bu var.  

ELVAN VE AĞBAL 

Yeni ekip (Elvan ve Ağbal) gereken rasyonel reformları yapmak istiyorlar, böyle bir beklenti var. Siz ne dersiniz?  

Bütçe görüşmelerinde de ifade ettim. İçinde bulunduğumuz durum sadece ekonomik- teknik bir sıkıntı değil, 2001’in krizinin de ötesinde bir “Yapısal Tıkanma”. Kapsayıcı bir “Yapısal Reform” sürecine ihtiyaç var. Kesinlikle yeni bir “siyasal İklime” ihtiyaç var. Bugünkü iktidarın, reform yapabilecek takati ve heyecanı kalmamış. “Güven” ortamı kaybolmuş durumda. Türkiye’nin yeni yüzlere, yeni bir siyasal iklime, yeni bir hikayeye ihtiyacı var. Bunun dışındaki hiçbir reform gündeminin başarı sağlayabileceğini düşünmüyorum.  

2023’E KADAR  

Ekonomi ve politikada 2023’e kadar Türkiye’de ne öngörüyorsunuz?  

Türkiye, bu siyasi ve ekonomik koşulları 2023’e taşıyamaz. Ak Parti, bugün Türkiye’nin yükselişi önünde bir engele dönüşmüş durumdadır. Başlanması gereken nokta; 

hukukun üstünlüğü ve liyakatin tesisidir. Bunlar halledildikten sonra, ekonomide bir çıkış yakalamak sanılandan çok daha kolay olacaktır.  

Biz İYİ Parti olarak, güçlü bir Türkiye için ihtiyaç duyduğumuz her şeye sahip olduğumuzu düşünüyoruz. Türkiye’nin tüm bunları aşacak potansiyeli de var, dinamizmi de. Yeni bir siyasal atmosfer ile buradan hızlıca çıkıp, öngörülebilir ve umutvar bir atmosfer yaratabiliriz.  

Hukukun üstünlüğü tesis edilsin, kamuda liyakat sağlansın, 3 ay içinde bambaşka bir Türkiye’ye uyanırız. Bunu samimiyetle ifade etmek istiyorum. 

PROF. DR. İSMAİL TATLIOĞLU KİMDİR? 

İşletme ve maliye profesörü İsmail Tatlıoğlu, Glasgow, Uludağ ve Bahçeşir Üniviersetelerinde akademik çalışmalar yaptı. “Sermaye Haraketleri ve Kalkınmakta Olan Ülkelerde Dış Borçlar” konulu araştırması başta olmak üzere, İktisadi konularda Türkçe ve İngilizce yayınları bulunuyor.

İlgili Haberler
YORUMLAR (3)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
3 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir