Kariyeri boyunca müziğini daima manevi bir güç ve ruhsal bir enerjiyle yarattı: Tenor saksafonun kutsal nefesi

Kariyeri boyunca müziğini daima manevi bir güç ve ruhsal bir enerjiyle yarattı: Tenor saksafonun kutsal nefesi

Caz dünyasında tenor saksafona ‘kutsal nefes üfleyen’ müzisyen olarak anılan Sanders, müziğini daima manevi bir güç ve ruhsal bir enerjiyle yarattı. Cazın maneviyatla bağını vurgulayan sanatçının 1960’ların ikinci yarısından itibaren albümlerinde İslamiyet gibi inançlarla temas kurması, müziğinin ‘spiritüel caz’ olarak nitelendirilmesine neden oldu. Çıkan ilk solo albümü ‘Tevhid’de Yaratan’ın tekliğine inandığını beyan ediyor, caz müzisyeninin bir muvahhid olarak oto-portresini çiziyordu.

HALİL TURHANLI

Geçtiğimiz eylül ayında hayata veda eden Pharoah Sanders müzik dünyasında tenor saksafona ‘kutsal nefes üfleyen’ müzisyen olarak anılıyordu. Bununla onun müziğinin farklı dinsel gelenek ve kültürlerden beslendiği, ruhunu farklı inanç dünyalarına açmış olduğu ifade edilmek isteniyordu. Gerçekten o bütün kariyeri boyunca müziğini daima manevi bir güç ve ruhsal bir enerjiyle yarattı. Müziğin, özelde cazın maneviyatla bağını vurguladı. 1960’ların ikinci yarısında yaptığı solo albümlerinden itibaren Aşkın Varlık’ı anlayabilmek, onun hakikatini kavrayabilmek için İslamiyet de dâhil farklı din ve inançlarla temas kurdu. Müziğinin ‘spiritüel caz’ olarak nitelendirilmesinin nedeni de budur.

1940’da Little Rock, Arkansas’da dünyaya geldi, ailesinin tek çocuğuydu. Henüz on beş yaşında doğduğu şehirde ‘Küçük Harlem’ olarak anılan Batı Dokuzuncu Cadde’deki kulüplerde çalmaya başladı. Ne ki, Little Rock, ırk ayrımının hayatın her alanında görünür ve hissedilir olduğu bir yerdi. Oradan bir an önce kurtulmak istiyordu.

Okulu bitirdikten sonra New York’a taşındı, John Coltrane ile de burada tanıştı ve onun topluluğuna katıldı. Coltrane’nin başta Ascension (Yükseliş) olmak üzere cazda yenilik arayan genç müzisyenlere birer vasiyetname niteliğinde sayılabilecek geç dönem albümlerine katkıda bulundu. Coltrane bu albümlerde, özellikle de Ascension’da hem Love Supreme’de (Yüce Aşk’da) belirginlik kazanan manevi arayışını sürdürdü hem de özgür caza öncülük edecek yeni bir alana açıldı.

Coltrane 1950’lerin sonunda ruhsal uyanış deneyimi yaşamıştı. Siyahların ırksal eşitlik taleplerini yüksek sesle dile getirdikleri, sivil haklar hareketinin başladığı bir dönemdi. O günlerde Coltrane’nin çevresindeki pek çok müzisyen İslamiyet’i özgürlük teolojisi olarak kavramış ve benimsemişti. Daha önemlisi Coltrane’in ilk karısı Naima Müslümandı. Yakın çevresindeki bu insanların inançları onun ruhsal bir uyanış yaşamasında etkili oldu. ‘Love Supreme’ albümünü bu uyanış ve arayış deneyimi esinledi.

Coltrane, Ascension’da ruhsal ve manevi arayışını sürdürürken yakın gelecekte özgür caz olarak adlandırılacak yeni ve radikal bir eğilimin de yolunu açıyordu. Sanders topluluğun en genç üyesiydi. Coltrane ve Sanders farklı kuşaklardan iki tenor saksafoncu kırk beş dakikalık tek bir parçadan oluşan albümde karşılıklı çalıyorlar, yenilikçi bir müziğin yaratılmasında elele veriyor, mükemmel bir işbirliği yapıyorlardı. Sanders genç yaşta teknik yetkinlik kazanmış ve olgunlaşmış bir müzisyen olarak dikkat çekiyordu. (Sonraki yıllarca avangard cazın öncüleri arasında yer alacak olan Archie Shepp albümde üçüncü tenor saksafoncu olarak yer alıyordu.)

DETROIT EKOLÜNÜ DE ETKİLEDİ

Coltrane geç dönem albümleriyle topluluğundaki müzisyenlerin caz müziğinde mevcut olan manevi boyutu tanımalarını, bu boyutu dikkate olarak çalmalarını vasiyet etmişti. Sanders solo albümleriyle onun vasiyetini yerine getirdi. Coltrane sonrası cazda spiritüellik en yoğun ifadesine onun müziğinde kavuştu. Cazda müzisyene dinamizm kazandıran kuvvetli bir manevi boyut olduğunu kavradı.

1960’ların sonlarında yaptığı albümlerinde dikkat çeken ve daha sonraki çalışmalarında da ağırlığını duyuracak olan ruhsal bir enerjiyle çalması, Yaratan ile yakınlaşma çabasıdır. 1966’da çıkan ve ‘Tauhid’ (Tevhid) başlığını taşıyan ilk solo albümünde Yaratan’ın tekliğine, benzersizliğe ve yetkinliğine inandığını beyan ediyor, caz müzisyeninin bir muvahhid olarak oto-portresini çiziyordu. İlginç olan bu albümün Detroit ekolü olarak bilinen hard Rock toplulukları MC5 ve Stooges’i de etkilemiş olmasıdır.

BİLAL-İ HABEŞİ’NİN İZİNDE BİR RUHSAL ARAYIŞ

1994’de ise Faslı Gnawa müzisyeni Maleem (Usta Müzisyen) Mahmut Guinie ile birlikte ‘The Trance of Seven Colors’ (Kendinden Geçişin Yedi Rengi) albümünü gerçekleştirdi. Sanders ve Mahmut Guinie yapımcılığını Bill Laswell’in üstlendiği albümde. Fas’da yaşayan Gnawa halkının köklü bir geleneğe dayanan sufi müziğini seslendiriyordu. Pharoah Sanders’ın bütün müzik kariyeri boyunca hiç bitmeyen ruhsal arayış ve yönelişleri onu bu kez onu Fas’taki siyahi Müslümanların müziğine ve kültürüne götürmüştü.

Batı Afrika’dan Fas’a köle olarak getirilen Gnawa halkı İslamiyet’i kabul etmiş, bir zamanlar köle olan siyah müezzin Bilal-i Habeşi’yi manevi önder olarak benimsemişlerdi. Chouki El Hamel, Black Morocco (Siyah Fas) adlı özgün ve ilginç çalışmasında Gnawa halkı ile Afrikan-Amerikalıların kölelik deneyimlerini kıyaslar ve benzerlikler bulur. Hamel’e göre Gnawa müziği siyah Amerikalıların blues kökenli müziğine benzer. Gnawa müziği de bir zamanlar köleleştirilmiş bir halkın çektiği ıstırapları ifade eder. Ancak, Gnawa müziğinin bütünüyle mistik olduğu da unutulmamalı. Bu müzik bütün gece boyunca süren dini ayinlerde, önceden belirlenmiş kurallara uyularak, değişik evrelere bölünerek icra ediliyor.

EVRENSEL BARIŞ DUASI: HUM ALLAH HUM

Pharoah Sanders’ın ikinci solo albümü ‘Karma’ da dinsel kavramlar üzerine kurulmuştu. Üslubu olgunlaşmış, manevi yönelişleri yoğunlaşmıştı. Caz tarihinin en önemli, en ilginç kompozisyonlarından biri yer alıyordu bu albümde. Sözlerini vokalist Leon Thomas’ın yazdığı ‘The Creator Has a Master Plan’ (Yaratan’ın Ana Planı Var). Thomas Afrika kabilelerinin müziğinden yola çıkarak geliştirdiği vokal teknikleriyle söylüyor, ses perdeleri arasında hızlı geçişler yapıyordu. Sanders 1969’da yayınlanan ‘Jewels of Thought’ (Düşünce Mücevherleri) albümünde tenor saksafonu yanı sıra klarnet, flüt ve piyano da çalmıştı. Bu albümün en dikkat çekici parçası “Hum- Allah-Hum- Allah- Hum- Allah’ başlığını taşıyordu. Sanders bunun ‘evrensel barış duası’ olduğunu belirtmişti. Vokalde yine Leon Thomas, “Hum- Allah, hey” sözünü tekrar eder, daha doğrusu, hep zihinde tutulan varlığın adını, yani Allah’ın adını zikreder.

Öne Çıkanlar
YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
1 Yorum
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN