Türkiye’nin Doğu Anadolu bölgesinde yer alan Van şehri, hepimizin aklına ilk olarak canavar efsanesiyle anılan Van Gölü ve bembeyaz Van Kedisi ile geliyor. Biraz daha düşündüğümüzde meşhur otlu peynirini, sofrasına oturduğumuzda sakinlerinin ‘Anlıyam, şanlıyam, Vanlıyam’ sözlerini idrak ettiğimiz kahvaltısı diğer ilk aklımıza gelenler. Türkiye’nin doğusundaki kültürel zenginliklere sahip şehirleri düşündüğümüzde ise Şanlıurfa, Mardin, Diyarbakır gibi şehirleri sıralarken, Van ise ancak bölgeyi karış karış gezen seyyahların listesinde kendine bir yer bulabiliyor. Halbuki Van’ın diğer doğu şehirlerine nazaran bilinmeyen birçok kültürel mirası var.

Geçmişte ev sahipliği yaptığı Urartu kültürü, tarihi kiliseleri, camileri, halk oyunları, müzikleri ve gastronomisi gibi. 2024’te ağırladığı turist sayısı bir milyonu bulmayan Van’ın belli ki kültürünü daha çok tanıtmaya, şehrin ekonomisini canlandıracak daha çok turist ağırlamaya ihtiyacı var. Öte yandan Van, son iki yıldır da Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından düzenlenen Türkiye Kültür Yolu Festivali’nin önemli duraklarından biri.11 Temmuz’da başlayan ‘Van Kültür Yolu Festivali’ de işte tam da şehrin ihtiyaç duyduğu tanıtım için bulunmaz bir fırsat. Bakanlığın Kültür Yolu Festivalleri zaman zaman eleştirilerle gündeme gelse de, özellikle Van gibi kendini ülkemize ve dünyaya hakkıyla anlatamayan şehirler için taşıdığı değer bu eleştirilerin ayağını yerden kesiyor. Çünkü her şehir dünyanın gözbebeği, sanatçıların yuvası, sanatın başkenti İstanbul kadar şanslı değil. Doğu’nun üzerine yıllar boyu çöken karabulutları düşündüğümüzde de, Van gibi şehirler Türkiye’nin gözünü o şehre çevireceği büyük organizasyonlara muhtaç.

SERDAR ÇAM: KÜLTÜR YOLU HEM VAN’A HEM ÜLKE EKONOMİMİZE BÜYÜK BİR DİNAMİZM KATIYOR
Şahsen, kültürel faaliyetleri zayıf bir şehir olan Van’ı, Van Kültür Yolu ile tanıma fırsatı bulmak sadece bu etkinlik için şehre giden sanatçılar, kültür insanları için değil biz gazeteciler için de önemli bir fırsat. Festival vesilesiyle bulunduğumuz şehirlerden gittiğimiz Van’da geçirdiğimiz zamanda şehrin kültürel mirasını tanımak, havasını solumak, insanıyla yüz yüze gelmek, o şehre dair perspektifimizi genişletmenin yanı sıra, bir gönül bağı da kurmamıza neden oluyor. Çünkü, Van’a dair ne çok az şey bildiğimizi ve şehrin kültürünün izini sürmediğimizi fark etmekle birlikte aynı zamanda bir sorumluluk bilincini de yükleniyoruz. Van gibi şehirler yeterince tanınmıyorsa, bunda bizim de payımız var. Bu sebeple, Van Kültür Yolu’nun Van Müzesi’ndeki açılışında konuşan Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Serdar Çam’ın şu sözleri anlamlı: “Bu etkinlikler, şehirde turizmi, gastronomiyi ve ticareti canlandırıyor. Hem Van’a hem de ülkemizin ekonomisine büyük bir dinamizm katıyor.” Şehirde 9 gün boyunca gerçekleşecek 300 etkinliğe Vanlıların yanı sıra Ağrı, Hakkari, Siirt, Bitlis gibi çevre illerden de birçok ziyaretçinin katılacağını vurgulayan Çam, “Bir arada olmanın, bir ve beraber olmanın en anlamlı hali kültürle, sanatla, müzikle ve edebiyatla birlikte olmaktır” ifadeleriyle de festivalin bölgedeki komşuluk ilişkisini güçlendireceğine de dikkat çekiyor.
VAN GÖLÜ’NÜN AZ BİLİNEN EFSANESİ
Van sokakları bugünlerde biraz sakin. Sıcakların bastırmasıyla Vanlı Koçerler göçünü yüklenip, Gürpınar, Çatak, Başkale, Gevaş, Bahçesaray, Çaldıran gibi ilçelerdeki yüksek yaylalara çıkmış. Şehrin sokaklarında konuşma fırsatı bulabildiğim birçok Vanlı, “Şehrinizi ziyaret edenlere ne önerirsiniz?” soruma karşılık öncelikle otlu peyniri, Van kahvaltısını mutlaka tatmalarını tavsiye ederken Van Gölü kıyısında mutlaka yürümelerini, bu gölde yetişen endemik Van Gölü Balığı’nı da mutlaka denemelerini tavsiye ediyor. “Van Doğu’nun kalbi, misafirlerimiz baş tacı” diyen Vanlılar, güler yüzleri ile dikkat çekiyor. Vanlıların gastronomisi hakikaten zengin. Hemen her yemekte kullandıkları kelodoş otu da çok övündükleri bir baharat türü. Hemen her restoranda farklı türlerde hazırlanan keledoş yemekleri tatmak mümkün. Ben en çok İpekyolu’ndaki Adem Şef’inkini beğendim. Edremit’teki gastronomi noktası Tariria’da ise otlu peynirle hazırlanan ravioli ise mutlaka tadılması gereken, geleneksel ile modern yemek kültürünün buluştuğu bir lezzet. Van Gölü ile ilgili az bilinen bir konu da üzerinde bulunan ve teknelerle gidilebilen dört ada: Adır, Çarpanak, Kuş ve Akdamar. Bu adalardan en çok ilgi göreni ise Ermenilerden kalma Ahtamar kilisesinin bulunduğu Akdamar. Yedinci yüzyıl yapısı kilise bugün müze. Duvarındaki taş rölyeflerden, iç mekandaki resimlerden neredeyse dinler tarihinin izini sürebilirsiniz. Ada adını ise bir efsaneden alıyor. Efsaneye göre, karşı kıyıda yaşayan bir çoban adada yaşayan bir keşişin kızı olan Tamara’ya aşık olur. Kız da ona. Adaya geceleri kızın yaktığı meşalenin ışığına doğru yüzerek ulaşır. Sonunda bu durumu fark eden kızın babası ise bir gece meşaleyi bir kütüğe bağlar. Karanlıkta meşalenin peşinden yüzen çoban, yorgun düşüp boğulurken ‘Ah Tamara!’ diye haykırır. Bunu duyan kız da kendini göle atıp, boğulur. ‘Ah Tamara’, dilden dile günümüze Akdamar olarak ulaşır.

FİLİSTİNLİ RESSAMIN TÜKENMEYEN UMUDU
Van Kültür Yolu’nda diğer şehirlerdeki festivallerde de ziyaretçilerle buluşan dünyadan ve İstanbul’dan birçok sanatçının eseri yer alıyor. Dünya resminin devi Picasso sergisi, Türkiye’nin önde gelen sanatçılarının işlerinin görüldüğü hat ve minyatür sergileri bunlardan bazıları. Ancak Van’da çoğunu her yerde görebildiğim bu işlerin dışındaki çalışmalar şahsen daha çok dikkatimi çekiyor. Örneğin, küratörlüğünü Samed Karagöz’ün üstlendiği ve İpek Yolu Belediyesi Atatürk Sanat Galerisi’nde ziyarete açılan ‘Filistin Benim Vatanım’ sergisi. Buradaki resimleri dünyanın her yerinde görmek mümkün değil, çünkü sanatçı dünyanın özellikle son iki yıldır üç maymunu oynadığı Filistin halkının Nekbe sonrası parçalanan hayatlarını, yerlerinden edilme travmasını resmediyor. İsmi Nabil Anani. Sergide konuşma fırsatı bulduğum Karagöz’den öğrendiğime göre kendisi 82 yaşında ve Ramallah’ta yaşıyor. Karagöz, ismen bildiği ve Filistin’in iki önemli sanatçısından biri diye nitelediği Anani ile iki yıl önce Dubai’de şahsen tanışmış. Ardından galerisindeki eserleri satın alıp, Türkiye’ye getirmiş. Diğer önemli bir sanatçının da Siliman Mansour olduğunu belirten Karagöz, onun eserlerini de Trabzon Kültür Yolu’nda sergilediklerini aktardı. Karagöz, Anani’nin eserlerinde kendisini etkileyen şeyin ne olduğu soruma ise şu yanıtı verdi: “Nostaljiyi işlemesi beni çok etkiledi. Nostalji kelimesi biliyorsunuz kelime anlamı olarak da keder ve dönüş kelimelerinin birleşimi, yani imkansız bir geri dönüşe duyulan keder. 7 Ekim’den beri yaşananların ardından sanatçı eserlerinde bu nostalji duygusunu daha da artırdı ve hala üretimlerine ilerleyen yaşına rağmen eser üretmeye devam ediyor. Filistin halkının maruz kaldığı soykırıma dikkat çekerken, direncine ve umutlarına da ışık tutuyor.” Karagöz, son olarak serginin İstanbul Kültür Yolu’nda da görülebileceği, eserlerinin Türkiye’de görülmesinden büyük memnuniyet duyan sanatçı Anani’nin de sağlık koşulları izin verirse İstanbul’a geleceği bilgisini verdi.

ÇEYİZ SANDIĞINDAKİ PATİKLER ‘YAŞAYAN MİRAS’
Dikkatimi çeken bir diğer sergi de Geleneksel Sanatlar Derneği’nin Türkiye Kültür Yolu Festivali duraklarındaki kültürel mirasın izini sürdüğü ‘Yaşayan Miras’ sergisi oldu. Dernek, Van’a özel olarak ‘Patik ve Çorap Sergisi’ tasarlamış. Türkiye’de gelin kızlarımızın çeyiz sandıklarının olmazsa olmazı yün çorapları, patikleri bir tablo gibi duvara iliştirilmiş görmek büyük sürpriz. Türk kadınlarının el emeği olan ve her şehrimizde oraya özgü motiflerle örülen bu ürünleri gördüğümüz sergiye, elinde beş şişi ile patik ören, yün eğiren Vanlı kadınlar da eşlik ediyor. Günümüz modern tasarım dünyasını etkilemeye devam eden geleneksel motiflerin sıralandığı sergiyi gezenler aynı zamanda Vanlı kadınlardan da çorap ve patik örme hakkında bilgi alabiliyor. Trabzon’da halk çalgıları, Şanlıurfada ahşap işçiliğini, Bursa’da Bursa ipeğini sergiye taşıyan Geleneksel Sanatlar Derneği, kısaca her şehirde o şehrin özel bir değerini öne çıkarıyor. Derneğin Kültür ve Turizm Bakanlığı Yaşayan Miras ve Kültürel Etkinlikler Genel Müdürlüğü desteğiyle hayata geçen bu çalışmaları ‘Yaşayan Miras’ adıyla kitaplaşarak Türkiye’nin yaşayan mirasları için önemli bir envanter de ortaya koyuyor.
