Görüşler

Küresel vizyon tartışmasına felsefi bakmak: ABD ve Çin

Küresel vizyon tartışmasına felsefi bakmak: ABD ve Çin

Antalya Bilim Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Prof. Dr. Tarık Oğuzlu, ABD ve Çin’in küresel vizyonlarını kıyaslıyor.

İki küresel gücün arasındaki ilişkilerin daha fazla rekabet ve çatışma odaklı olmaya başladığı günümüzde Pekin ve Washington’un küresel vizyonlarına şekil veren tarihi ve felsefi arka planı analiz etmek hiç olmadığı kadar önemli. Çin ve ABD’nin nasıl bir dünya düzeni kurguladıkları, bu düzen içinde kendi konumlarını ve diğer aktörlerle olan ilişkilerini nasıl tanımladıkları ve evrensellik olgusuna nasıl yaklaştıkları aralarında Türkiye’nin de bulunduğu birçok ülke tarafından yakından takip edilmeli. Dünya siyasetinin hangi yönde evrileceği bu iki güç arasındaki maddi güç rekabetinin seyri kadar tarafların kimliksel/ideolojik görüş farklılarından da etkilenecek.

Tarihsel zenginlik ve kadim bir medeniyet olma hissi Çinlileri, Amerikalılara göre daha sabırlı, özgüvenli ve kendi kendine yeter yapar.

Kuruluşundan bu yana ABD’nin dünyaya bakışını belirleyen temel dinamik Amerika’nın istisnai bir ulus olduğu ve değerlerinin evrensel karakter taşıdığı düşüncesidir. Buna göre Amerikan milliyetçiliği etnik ve dini referanslı olmaktan çok siyasi bir vatandaşlık projesidir. Anayasal demokratik cumhuriyetçilik ideolojisi Amerikalıların ortak dini mertebesindedir. Amerika istisnai karakterini iki şekilde koruyabilir. Ya dünya işlerine fazla karışmadan içine dönük yaşayacak ve bu şekilde kirlenmeyecek ya da dünyanın geri kalanını kendi değerleri etrafında dönüştürecek. Yirminci yüzyılın başına kadar içe kapanmacılığı benimseyen ABD, sonrasında sınırları dışında daha aktif olmaya başlamış ve kendi laik, çok-kültürlü, kozmopolitan ve liberal-demokratik değerlerini dünyanın geri kalanına yaymayı hedeflemiştir. ABD dışarıyı şekillendirebildiği oranda kendini güvende hisseder. Buna göre Avrupa, Doğu Asya ve Orta Doğu gibi coğrafyalarda Amerika’nın değerlerini benimsemeyen alternatif bölgesel güçlerin hegemonik ihtirasları engellenmeli ve mümkün olduğunca çok sayıda ülke liberal demokrasi temelinde dönüştürülmelidir. Bu dönüşümün nasıl olacağı noktasında farklı düşünce okulları arasında ciddi görüş ayrılıkları olsa da önemli olan Amerika’nın kimseye benzemediği ve bu benzemezlik durumunun devam ettirilmesi düşüncesinin yaygın kabul gördüğüdür. Bu felsefi duruş aslında bize Amerika’nın neden en güçlü ülke olmak istediğini söyler. “Bir numara” olmak aslında bir savunma stratejisidir ve kendi içinde güvensizlik hissini barındırır. 

Diğer tarafta Çin söz konusu olduğunda aşırı bir evrenselcilik vurgusu görmeyiz. Çin başka ulusları kendi değerleri etrafında dönüştürmeyi temel küresel misyonu olarak tanımlamaz. Ancak istisnai bir ulus olduğu fikri Çin’de de güçlüdür. Amerika’dan farklı olarak, Çin istisnacılığı kadim bir medeniyet olmaktan kaynaklanır ve özünde aşırı bir özgüveni barındırır. Kendini cennet ile dünya arasındaki “Orta Krallık” olarak tanımlayan Çin, dış dünyayla olan ilişkisinde kendini hep merkezde görür. Bu anlayışa göre Tanrı’nın yeryüzündeki otoritesini Çin’in en üst yöneticisi temsil eder. Eskiden bu otorite farklı hanedanlara mensup Çin imparatorlarıyken günümüzde Şi Çinping’den başkası değildir. Yöneticinin meşruiyeti onun seçilmiş olup olmamasından değil konumunun sorumluluğunu yerine getirip getirmemesinden kaynaklanır. Çin merkezde olma konumunu zaman zaman kaybetmiş olsa da tarihin uzun akışı içinde hak ettiği konuma tekrar kavuşacaktır. Çinping’in “ulusal aşağılanma” çağı olarak tanımladığı 1850-1950 arası dönem yavaş yavaş geride kalmakta ve “Çin rüyası” gerçekleşmektedir. Kendi değerlerini başkalarına yaymak yerine hedeflenen şey diğer devletlerin Çin’le kuracakları karşılıklı bağımlılık odaklı ilişkiler neticesinde Çin kültür ve medeniyet havzasının doğal bir parçası olmaları ve Çin’in erdemli gölgesi altında yaşamaya razı olmalarıdır. Çin’in başkalarına gitmesine gerek yoktur. Diğerleri zaten Çin’in çekim gücüne gireceklerdir. Tek Yol-Tek Kuşak projesi bu felsefi düşüncenin dışavurumundan başka bir şey değil.

Amerika’dan bakıldığında farklı devletler Birleşmiş Milletler gibi uluslararası örgütler içinde egemen eşitliğe dayanan ilişkiler kurabilirken, Çin’e göre bu beyhude bir çabadır. Kendini dünyanın merkezinde konumlandıran Çin, eşitlik yerine hakkaniyet prensibini merkeze alır ve devletler arasında, aynen toplum içinde olduğu gibi, hiyerarşik ilişkiler olduğunu varsayar. Çin sıradan bir devlet olmanın ötesinde kadim bir medeniyettir ve kendini başkaları için en önemli referans noktası olarak tanımlanır. Çin medeniyetiyle/devletiyle kurulan ilişkilerin yakınlık-uzaklık derecesi Çin’in diğer devletleri nasıl gördüğünü belirler. Başka devletlerin kendilerini iç işlerinde nasıl yönettikleri Çin’i pek ilgilendirmez. Önemli olan diğer devletlerin kendilerini Çin medeniyet havzasının neresinde konumlandırdıklarıdır. Amerikan bakış açısında “tekilcilik”, “durumsallık” ve “karşıtlıklar” üzerine inşa edilen temaslar söz konusuyken, Çin pratiğinde “bütüncül ilişkiler” söz konusudur. Hiç bir şey karşıtı üzerinden tanımlanmaz. “Şeyler” gibi devletler de bir bütünün parçasıdırlar. Amerikan düşüncesinde “kazan-kaybet” mantığı baskınken, Çin düşüncesinde “birlikte kazan” ya da “birlikte kaybet” düşüncesi hakimdir. Çin düşüncesine göre her şey ilişkiseldir ve içinde bulunulan ana göre yeni anlamlar kazanabilir. Kimse önceden dost, düşman, rakip vb. etiketlerle tanımlanamaz. Amerikan düşüncesinde etkili olan bireyci ontoloji yerini Çin’de bütünselciliğe ve ilişkiselliğe bırakır.

Çok-kültürlü toplum yapısı ABD’yi bir göçmen ülkesi yaparken, benzer bir durumu Çin’de görmeyiz. Çin milliyetçiliği laik bir siyasi ideoloji yerine etnisite ve kan bağı üzerine inşa edilmiştir. Amerika’nın laik kurucu değerlerini benimsediğiniz müddetçe ABD vatandaşı olabilirsiniz ama başka bir ulusa aitseniz Çin vatandaşı olmanız imkânsızdır. Başka ülkelerin vatandaşı dahi olsalar etnik temelde Çinli olanlar Çin ulusunun doğal uzantısı olarak görülürler ve bu kişilerden Pekin yönetiminin otoritesini kabul etmeleri beklenir. Pekin yönetiminin diasporada yaşayan Çinliler üzerinden diğer ülkelerin iç islerinde etkili olmaya çalışması Çin dış politikasının temel unsurlarından biridir.

Amerika yaklaşık 250 yıllık bir devletken Çin binlerce yıllık geçmişi olan bir medeniyet-devlettir. Bu durum kaçınılmaz olarak tarafların zaman mefhumuna yaklaşımlarını belirler. Amerikalı devlet adamları çoğu kez şimdiki anı merkeze alırlar ve dış politikaya kâr-zarar hesabı zaviyesinden bakarlar. Önemli olan şu an var olan sorunların çözülmesi/tamir edilmesidir. Amerika sahip olduğu devasa askeri ve ekonomik gücünden dolayı sorunların çözümünde zorlayıcı yöntemleri daha erken kullanmayı tercih eder ve stratejik olarak sabırsızdır. Elinde kocaman bir çekiç taşıyan kişi sorunları çivi gibi görür. Başkalarını anlamak ve orta yolu bulmaya çalışmak, Amerikan dış politikasının belirgin bir özelliği değildir. Önemli olan ilişkiyi yönetmek değil ilişkiyi domine etmektir. Bu yüzden Amerika’da Pentagon, Dış İşleri Bakanlığı’ndan daha önemli bir konumdadır. Devletler ya savaş durumundadır ya da barış. Amerika dış politik arenada hata yapma lüksüne sahip olduğuna inanan bir ülke gibi davranır. Savaşları kazanma karnesi iyi olan Amerika barışları kazanmada çoğu zaman sınıfta kalır. 

Çin ise zaman mefhumuna daha geniş bir açıdan bakar. Dış politika tercihleri kısa vadeli ya da anlık bakış açısıyla değerlendirilmez. Çinliler sabırlıdır. Mutlak savaş ya da mutlak barış yoktur. Savaş içinde barış, barış içinde savaş vardır. Konjektürel ya da taktiksel geri çekilişler ve tavizler uzun vadede faydalı olabilir. Çin stratejisi Çin’in merkezi konumunun yeniden tesis edilmesini mümkün kılacak çevresel şartların oluşmasını hedefler. Bu bir sabır işidir. Önemli olan şimdiki ana odaklanıp tarihin akışını ıskalamamaktır.

Tarihsel zenginlik ve kadim bir medeniyet olma hissi Çinlileri, Amerikalılara göre daha sabırlı, özgüvenli ve kendi kendine yeter yapar. Evrenselcilik, yayılmacılık ve başkalarını kendi değerleri etrafında dönüştürme çabaları nihayetinde savunmacı ve öz benliğini koruma düşüncesinin dışavurumlardır. Kendine benzemeyenle uyum ve istikrar içinde yaşayabilme yeteneği kanımca Çin’de daha güçlüdür. Çin kadim medeniyetinden aldığı güçle tolerans eşiğini, Amerika’ya nazaran, daha yukarıda tanımlar. İnsanların farklılıklar temelinde yaratıldıkları ve farklı olanlar arasında uyumlu ilişkilerin tesis edilmesi gerektiği düşüncesi Çin’de güçlüdür. Düzen ve uyum, devlet içinde insanların toplumsal statülerinden kaynaklanan rolleri en iyi şekilde oynamalarından ve en tepede yer alan otoriteye mutlak sadakatlerinden kaynaklanırken, devletler arasında merkezinde Çin’in yer aldığı bir düzende diğer devletlerin Çin’le “karışlıklı bağımlılık” odaklı işlikler kurmaları ve kendi kaderlerini Çin’in kaderiyle ortak tanımlamalarına bağlıdır. Ortak bir “kader topluluğu” düşüncesi tam da bunu ifade eder. Diğer devletlerden beklenen Çin’le kuracakları ilişkiler neticesinde zenginleşip kalkınmaları ama bunun karşılığında da Çin’in kuresel otoritesini zımnen de olsa kabul etmeleridir. Çin’in coğrafi ve demografik büyüklüğü Çinli liderlerin ülkelerini dünyanın merkezinde görmelerini mümkün kılar. Çin’in zenginleşmesi doğal olarak başkalarının da zenginleşmesidir. Egemen eşitlik düsturu her ne kadar BM Anayasası’nın ve İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan liberal uluslararası düzenin kurucu bir unsuru olsa da Çin dış politikasında hiyerarşiye ve büyük güçler arası ilişkilere daha fazla önem verir. Amerikan hegemonyasının sona ermesi ve uzun vadede ise Çin’in “merkeziliğinin” etrafında yeni bir dünya düzeni kurulması nihai hedeftir.

Küresel vizyon tartışmasına bakarken bu arka planı dikkate almakta fayda var.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir