Görüşler

M. Bahadırhan Dinçaslan yazdı: Post-modern tehlike

M. Bahadırhan Dinçaslan yazdı: Post-modern tehlike

M. Bahadırhan Dinçaslan, post-modernizmin farklı vehçelerini ve millet tasavvuruna etkilerini ele alıyor.

M. BAHADIRHAN DİNÇASLAN

“Herkes kendi dininin icap ettirdiği usullere göre, talep edeceği şeri mahkemede yargılanır. Hiç kimse dininin emrettiğine mugayir olabilecek eylemlere yasa zoruyla mecbur tutulamaz, vatandaşların iman ve amel özgürlüğü yasaya mukaddemdir.”

Post-modern şeriatçılığın devleti ele geçirdiğinde Osmanlı’dakine benzer bir çoklu hukuk tesis ederken anayasaya koyabilecekleri bir maddeyi tahayyül ettim. Aşağı yukarı böyle bir şey olurdu. Oldukça özgürlükçü ve doğrucu görünüyor değil mi? Pekâlâ Kadir Cangızbay’ın vaktiyle bana sorduğu soruyu soralım: Hindu bir adam, ölmüş ağabeyinin arkasından yengesini yakmak istediğinde ne diyeceğiz? Tamam, yak diyerek dini özgürlüğünü tanımış ancak yengenin yaşam özgürlüğüne tasallut etmiş olacağız; üstelik kolluk kuvvetlerine düşen vazifeler hariç, birinin bir başkasının yaşamını sona erdirmeye muvazzaf olabileceğini de kabul etmiş olacağız ki bu noktadan sonra bu post-modern hukukun yaratacağı dünya kendi üzerine çökecektir. Yakma desek, post-modern bir günah işlemiş olacağız.

Şunu da düşünmek mümkün: Birine tecavüz eden birisi “cinlerin emriyle yaptım, beni zorladılar” derse ve mensubu olduğu din böyle bir şeyi mümkün görüyorsa, kendi dininin mahkemesinde yargılanıp beraat edebilir mi? Post-modernizmin “çok kültürlülük”ünün yanında eşantiyon olarak verilen “çok hukukluluk”unda bu mümkündür.

ANLAMSIZLIK

Şu halde dünyaya hakim olmaya başlayan yeni bir düşünce tarzını, post-modernizmi ve bizi ilgilendiren yönlerini, yani hukuka ve kamusal alanın tesisine etkilerini irdelemek gerekiyor.

(...)Başarısız olmamak, becermek, yerlilerin aslında ne kastettiğine dair açık, temiz, canlı bir açıklamayla gelmek postmodernistimiz için en korkunç utanç ve ihanet olurdu. Böyle bir şey nihai ihanet ve gerçek başarısızlığı teşkil ederdi. Bu onu sömürgeciliğin ve kültürlerin eşitsizliğinin hizmetinde, Öteki’yi kendi anlamlandırmasına mahkum eden, dolayısıyla yalancı şahitlik yaparak Öteki’yi alçaltan ve kendini anlamların sonsuz sayıdaki fıtratına ve bir anlam diyarını diğerinden ayıran korkunç uçurumda bu anlamları iletişime tabi tutmanın eşit derecede sonsuz zorluğuna kayıtsız bir adam olarak ifşa eden biri, yüzeysel bir pozitivist olarak gösterirdi. (...)

Ernest Gellner’in “Postmodernism, Reason and Religion” isimli kitabından yukarıdaki pasajı değerli hocam İskender Öksüz yollamıştı. Çevirince yukarıdaki gibi bir şey oluyor. Bu yazıda tanımladığımız haliyle post-modernizm, tam olarak böyle, amorf, lakayt, iddialı ancak manasız bir şey. İnsanın aklına, Alan Sokal’ın meşhur, rastgele sözcüklerle bir post-modern makale oluşturup anlamsız metni post-modernlerin meşhur bir dergisine yollayıp yayımlatabildiği enfes olay geliyor.

Post-modernizmin bu tavrının köklerinde iyi niyetli bir takım arayışların yattığını söylemek mümkün. “Kurulu” olarak bize verilen bilimsel ve felsefi sistem zaman zaman trendlerin yahut bilimadamlarının kültürlerinin hatta devletlerinin tesirinde kalabiliyor, evet. Eleştirel bir analiz ve üretim metodu olarak gelişmeye başlayan bu akım, bir süre sonra bilimsel ya da felsefi içerik üretemeyen insanların, post-modern iddiaları kullanarak kendisini bilimadamı ya da düşünür olarak takdim edebilmesini sağlayan müthiş bir şarlatanlık düzlemine dönüşüyor. Ülkemizde serbest şiir de böyle olmuştu; ahenkten, imgeden anlamayan insanlar, serbest şiirin ahengi başka bir yerde arayan ciddi hassasiyetini mahvedip bir şeye benzemeyen dizelerini şiir budur diyerek “kakalamışlardı”. Maalesef şu sıralar hakim olan yapı da bu yeteneksizlerden müteşekkil. Post-modernizm de böyle, hem edebiyatta hem bilim dünyasında hem de artık siyasette müthiş bir post-modern tesir var ve eleştirdiği modern kurumlardan çok daha etkili ve çok daha muzır bir biçimde kendi sembol, kahraman ve değerlerini üretiyor.

KAÇ CİNSİYET VAR?

Şu sıralar Batılı gençlerin yoğunlukta olduğu internet mecralarını bu tartışma meşgul ediyor: Kaç cinsiyet var? Aklıbaşında gençler elbette 2 cinsiyet olduğunu biliyor ve esprilerle bunu dile getiriyorlar. Ancak post-modernizm tarafından tesir altına alınmış gençlerin yığınla videosunu, paylaşımını görmek mümkün: En son 70 küsur cinsiyetten bahseden bir genç kız vardı. Üstelik bu gençler arasındaki saçma bir furyadan ibaret değil, düşünsel arka planı akademik görünümlü mecralarda hazırlanıyor, siyasette de ülkemizde HDP’ye benzer söylemleri olan partiler post-modern bir ajandayla hareket ederek bu saçma “70 küsur cinsiyet” propagandasını yapabiliyorlar.

Temel hareket noktaları, “birey kendini ne hissediyorsa o”dur önermesi. Yine kulağa çok güzel gelse de bir pedofil “ben 7 yaşında hissediyorum öyleyse 7 yaşında bir kızla münasebet kurmam yanlış değildir” dediğinde ne diyeceğiz? Bir cinsiyet tanımı da pekâlâ bebeklerle ilişkiye ilgi duymak üzerinden yapılamaz mı? Cemiyete mi soracağız kardeşim?

Cemiyetin dayatmaları her zaman kötü müdür yahut post-modernistlerin kavga ettikleri şeyler, cemiyet dayatması mıdır? Yahut bazı olgular, hani E. T. Hall’un sosyal uzantılarımız dediği, maşeri olgular olup ancak cemiyet varsa var olabilen ve insanın faydasına “şeyler” midir?

Bu iş dönüp dolanıp “çok kültürlülük” ve onun bir uzantısı olan “çok hukukluluk”ta düğümleniyor. Alt-sağ ve sol, post-modern hareketlerin beslendiği temel bir havza var: Alt ve orta sınıfların hayal kırıklıkları. Sürekli “sistem” ve “cemiyet”i suçlayanlar, ekseriyetle kendi eksikliklerine, zavallılıklarına bahane buluyorlar. Elbette sistem ve cemiyet mükemmel değil ama örneğin Amerika’da zenci fetişizmi ile “içinde zenci olmayan bir film, ne kadar ırkçı!”, “beyazlar zenciler yüzlerce yıl önce köle ettikleri için kendinden utanmalılar” gibi zırvaları tekrar eden güruh ve onların “zencileri”, tam olarak bunu yapıyorlar. (Biri de politik doğruculuğu bir kenara bırakır, “kardeşim deden köle olduğu için sen bugün Amerika’dasın, Sahra-altı Afrika’nın cehenneminden, Amerika’da hangi sınıftan olursan ol, çok daha iyi bir hayat yaşıyorsun, iyi ki köleleştirmişiz seni” der. Bu da post-modern eşdeğeri işte.)

“Tecavüz ettim çünkü cemiyet beni öyle yaptı” diye bir şey yok. Post-modernizm, temel sorumlu üniteyi ortadan kaldırmayı hedefliyor, bu açıdan mürtecidir. Temel sorumlu ünite, bireydir. Birey ehliyet ve sorumluluk sahibidir. “Azınlıklara hak”, “zencilere hak”, “kadınlara hak” diye bir şey yok: Bireye hak var. Bireyin tüm bu özelliklerine “kör” bir adalet vizyonu var. Değerli Kadir Cangızbay’ın dediği gibi, bu tarz “çok hukukluluk” arayışları yeni faşizm alanları yaratır. Ki, güya “ötekileştirme”ye karşı olan ve her “farklı”yı “yerinde” okuma taraftarı olduğunu söyleyen post-modernizm, bu haliyle en ayrıştırıcı, en ötekileştirici tutumu sergiliyor. Bu yeni tip “küreselliğin” mecburi istikameti bu: İmparatorluklar da böyle ayakta kalır. Örneğin Osmanlı, Ortaylı’ya göre, “anasır”ı, kompartımanlara tıkar, birbirinden tecrit eder, böyle hayatta kalırdı. Meseleleri hep “zenciler”, “Kürtler”, “Kadınlar” diyerek okuyan tipler de bir tür neo-emperyalizmin uşaklarıdır.

TENZİL-İ RÜTBE: ETNİSİTE

Post-modernizm, Marksizm ve İslamcılığın kesiştiği nokta, “millet karşıtlığı”. Bugün dünya, bireyden aileye, oradan halka halka insanlığa uzanan üniteler içinde temel olanın “ulus” olduğunu kabul ederek örgütlenmiş biçimde. Bu üç akım ise ulusu parçalamanın doğru olacağını düşünüyorlar: Bir sosyal üniteyi parçalayabilmek için bir altındaki yapıyı çok güçlendirmelisiniz. Bunun aksi de doğru: Ulus olabilmek için, etnik halkayı zayıflatmalısınız. Marksizm bir “enternasyonel sınıf” için, İslamcılık da “ümmet” vizyonu için bunu yapıyor, bunlar anlaşılabilirdir. Post-modernizmin bunu amaçlaması için kendiliğinden bir sebebi yok ancak tek başına zaten bir şey ifade etmediği ve sık sık İslamcılık, Marksizm ve diğer görüşlerle eklemlendiği için neden böyle bir etnikperest tavır sergilediğini görmek mümkün.

Kürtlerin Kürt mahkemesinde, kadınların kadın mahkemesinde, eşcinsel Kürt Alevi sarışınların kendilerine özel mahkemelerde yargılandığını düşünün. Post-modernizmin multi-kultisinin uzandığı çok hukukluluk tam da bunu amaçlıyor ki,asıl faşizm budur. Bir tür post-modern Apartheid kurgusunda kadınların ya da etnik azınlıkların bir şey kazanmayacağı aşikar.

Post-modernizmin bozucu ve dönüştürücü etkisini basit bir örnekte gözlemleyebiliyoruz: Modern feminizm, eşit işe eşit ücret gibi dünyanın en mantıklı ve akılcı kavgasının öncüsü olmuşken, post-modern feminizm cinsiyetsiz kadınlar yaratmayı amaçlıyor: Erkeğin kadında çekici bulduğu her şeyle kavga ederken, cinsiyetin kendisiyle kavga ediyor zira. Cinsiyetler arası eşitliği değil, cinsiyetlerin yok olduğu, biyolojimiz ve evrimimizle uyumsuz yepyeni bir dayatma dünyasının hayalini kurup onu savunuyor. Post-modern feminizmin kavgasında rasyonel hedefler, nedenler, süreçler yok; çığlık var, iddia var, müthiş bir öfkeyle saldırılar var.

Bu hastalıklı ruh haliyle post-modernizm, Batı ülkelerinde “alt-right” tepkisini yaratırken, Türkiye gibi ülkelerde işimiz daha zor. Ecnebi olana duyulan hayranlıktan ötürü hemen bütün siyasi akımlar post-modernizmi satın aldı ve kendisini dönüştürmesine izin verdi. Türk Ulusu bir tenzil-i rütbeye uğrayıp etnisiteye dönüştürülürken, siyasi operasyonların arkasındaki “üst akıl” post-modern bir çerçeveden besleniyor, bunu tespit edip karşı argümanları ciddi ve bilimsel bir şekilde üretmeyen Türk entelijansiyası önce etnik çorbaya, sonra hengameye, nihayet arenaya dönüşen ülkenin yıkılıp gitmesinde en büyük pay sahiplerinden olacaktır.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir