[Karar]
2010 yılında artık yayın hayatına maalesef devam etmeyen Infomag dergisine, mesai arkadaşım Emre Yılmaz ile birlikte, kapak konusu olarak Dijital Türkler adında bir çalışma hazırlıyorduk. Bu çalışma esnasında pek çok isimle görüştük ve istisnasız hepsine de Türk girişimcilere ne tavsiye edersiniz diye sormuştuk. New York’ta ikamet eden Murat Aktihanoğlu; "Steve Blank’in Four Steps to Epiphany isimli kitabını mutlaka okumaları gerekir" demişti.
İlk fırsatta satın aldığım Four Steps to Epiphany’i okurken düşündüğüm en önemli şeyin ’birisi bu kitabı mutlaka Türkçeye çevirmeli’ şeklinde olduğunu çok net hatırlıyorum. Meğer bu düşüncem bir dua olarak kabul edilmiş ancak benim bunu anlamam için aradan üç yılın geçip bu görevin bana verilmesi gerekiyormuş.
2013 yılında bir röportajım esnasında tümüyle doğal olarak gelişen bir süreç ile Steve Blank’in tümüyle elden geçirerek arkadaşı ve aynı zamanda ortağı Bob Dorf ile birlikte tekrardan kaleme aldığı “The Startup Owner’s Manual” isimli yeni kitabının Türkçe çevirisini yapmak bana düştü.
Pek de kolay olmayan bir süreç içinde kitabın Türkçe çevirisini tamamladığımda üzerimden büyük bir yük kalkarken güzel Türkçemize de Rekaberlik gibi yeni kelimeler kazandırmış olmanın haklı gururunu yaşıyordum. 2014 Ağustos ayında satışa sunulan kitabın tanıtımı için eş yazarlardan Bob Dorf Türkiye’ye gelmişti. Birlikte güzel bir akşam yemeği eşliğinde sohbet ederken bana; “Senin kitabı Türkçeye çevirmen iki ay sürdü ama yazmak bizim için 15 sene sürdü” şeklinde önemli bir noktanın altını kibarca altını çizmişti. O günlerde kitabı Bob Dorf’a imzalatmış ancak Steve Blank ile yüz yüze tanışmam için aradan yaklaşık bir yıl geçmesi gerektiğini yine tahmin etmiyordum.
Geçen haftalarda sevgili dostum Burak Büyükdemir beni arayarak Startup Istanbul konferansı için Steve Blank’in İstanbul’a geldiğini ve röportaj yapmak isteyip istemeyeceğimi sordu. Bu fırsat kaçar mıydı? Elbette kaçmazdı zira kendi çevirdiğim kitabı ana yazarına imzalatmam gerekiyordu. Elbette düşündüğüm ikinci şey altı yüz sayfalık bir kitabını kelime kelime Türkçeye çevirdikten sonra yazarına ne sorabilirdim ki?
Steve Blank ile bir araya geldiğimde konuşmaya; “Size bir hikaye anlatmak istiyorum” diyerek başladım ve şu ana kadar okuduklarınızı kendisine anlattım. Sanırım modern girişimcilik ekosisteminin en temel metodolojisine ve akımlarına yön veren insanın yüzündeki tebessüm sorulacak tüm sorulara verilmiş en samimi ve ağırbaşlı cevap olabilirdi. Elbette okuyucularımız için tüm sorularımıza cevap aldık.
Steve Blank Röportajımız
Sayın Blank bir girişimi nasıl tanımlıyorsunuz?
Yaklaşık yüz yıldır modern işletmeleri yönetmek için okullarda işletme eğitimleri veriliyor. Ancak bunların hiç birisi girişimler için başarılı bir formül üretebilmiş değil zira bu eğitimlerin içeriği zaten var olan, işini kurmuş işletmeler için geliştirilmiş. Oysa bir girişim tekrarlanabilir, ölçeklenebilir ve kârlı bir iş modeli arayışındaki geçici bir organizasyondur. Bu süreç başarı ile tamamlandığında ise ortaya başarılı bir işletme çıkar ve büyümeye devam eder.
Siz girişimcilik ekosistemi içinde kendinizi ve rolünüzü nasıl tanımlıyorsunuz?
Kendimi statükoyu sorgulayan ve ‘neden işleri bu şekilde yapmak zorundayız bu hiç doğru görünmüyor?’ diye soran bir kişi olarak görüyorum. Çıplak kralın hikayesini bilirsiniz, günün birinde birisi çıkar ve ‘Kral Çıplak!’ der, işte o kişi benim.

Peki iyi bir girişimciyi ve girişimi nasıl tanımlıyorsunuz?
Bir girişimci inatçı, müşterisini, işini delicesine kovalayan birisidir. Bunun için çevik olmalıdır, hızlı yön değişimlerine ayak uydurabilmelidir. Bunların dışında çok dile getirilmez ama bir girişimci meraklı olmalıdır. Dayanıklılık önemlidir çünkü çok fazla düşecektir ve her seferinde ayağa kalkabilmelidir. Ayrıca İleri görüşlülük kadar gerçekliği sorgulayarak değiştirebilen bir kişiliği olmalıdır. Bunu diğer insanlara göstermeli ve onları ikna etmelidir.
Sizin oluşturduğunuz ‘Müşteriyle Geliştirme’ metodolojisi şu ana kadar binlerce girişim tarafından kullanıldı ve pek çok başarı elde edildi. Sizce bu şu anda sahip olduğumuz en iyi girişimcilik yöntemi midir?
Hayır, onun en iyisi olup olmadığını bilemeyiz. Son yüz yıldır büyük işletmeler için pek çok işletme yöntemi geliştirdik. İçlerinden birini seçip en iyisidir asla diyemedik. Yalın girişimcilik güzel bir başlangıç noktasıdır. Gelişmeye devam edecektir.
Peki, mevcut modelinizi geliştirmek için yeni fikirleriniz var mı?
Elbette, şu anda yalın girişimciliğin büyük işletmeler içinde kullanılabilmesine yönelik fikirler üzerinde çalışıyoruz. Çünkü büyük işletmeler son yirmi yıldır hiç olmadıkları kadar çok tehdit altındalar.

En çok merak ettiğim şeylerden biriside sizce bazı insanlar girişimcilik genleri ile mi doğuyorlar? Yoksa girişimcilik sonradan eğitimle kazanılabilecek bir şey mi?
Çok güzel bir noktaya değindin. Arkadaşlarım bana ‘sen girişimcilik genleri ile doğduğun için girişimciliği öğretemezsin’ diyerek gülüyorlardı. Aslında bu noktada soruyu yanlış soruyoruz, elbette girişimcilik öğretilebilecek bir şeydir. Esas soru, girişimciliği kime öğretebilirsiniz? Bunun cevabı ise her şeyi göze alarak girişimciliği öğrenmek isteyenlere bunu öğretebileceğimiz. Bu tümüyle bir sanatçıyı eğitmekle aynı şey. Bir ressamı, müzisyeni eğiterek bulunduğu noktaya getiremezsiniz, bunu kendisi istiyor olmalıdır.
Ayrıca öğrendiğimiz bir şey şu ki bir sanatçıya bu eğitimi mümkün olan en erken yaşlarda vermeniz gerekiyor. Elbette bu eğitim onu bir sanatçı yapmayabilir ama ona bir sanatçı olma kapasitesine sahip olduğunu gösterebilir.
Biz de tüm çocuklara girişimciliği öğretebiliriz ve içlerinden bir kısmı gerçekten birer girişimci olmak isteyebilir. On yaşındaki bir çocuk girişimciliğin bir meslek olduğunu öğrenirse bunu gerçekten yapmak isteyebilir.
Peki küçük çocuklara girişimciliği öğretmek için programlar var mı?
Evet var. Amerika Birleşik Devletlerinde Hawking Okullarında uygulanan bir program var. 10-11 yaşındaki çocuklara girişimciliğin temelleri veriliyor. Sonuçlardan çok memnunlar.
Bu eğitim sürecini devlet mi yönetmeli yoksa özel sektörün elinde mi olmalı? Sizce buradaki yaklaşım ne olmalı?
Girişimci ve girişimcilik kavramları çok dile getirilmekle birlikte tanım kişiler ve kurumlar arasında değişiyor. Öncelik ortak bir tanım belirlemekle başlamalıdır. Aksi takdirde bir kafa karışıklığı ve kaos kaçınılmaz hale geliyor.
Devlet nasıl ki sanatçıların yetişmesini cesaretlendiriyorsa girişimcilerin de yetiştirilmesini cesaretlendirmeli ve desteklemelidir.
Sanatçılar işlerini para için değil tutku için yaparlar. Onları başarılı kılan budur. Bu yüzden bu destekleri, devlet eğer parasını boşa harcamak istemiyorsa, para olarak dağıtmak da doğru bir yaklaşım değil. Bunu bir teşvik programı olarak ortaya koymak lazım.
Türkiye dışında pek çok ülkeye benzer konferanslara katılıyorsunuz. Bulunduğunuz noktadan Türkiye’nin küresel girişimcilik ekosisteminde konumunu nasıl görüyorsunuz ve neler tavsiye edersiniz?
Son 10 yıl boyunca dünyanın pek çok ülkesini girişimcilik ekosistemi açısından görme ve analiz etme şansım oldu. İstanbul kesinlikle ihtiyaç duyulan tüm potansiyele sahip. Ancak burada gözden kaçmaması gereken çok önemli bir nokta var; bu ekosistem sadece o ülkenin halkına özel iş alanları oluşturmak için kurulamaz. Elbette yerel halk bu ekosistem içinde önemli bir role sahip olacaktır ama bölgesel olarak bulunduğunuz noktayı bir cazibe merkezi haline getirmeniz lazım. Devlet bunu kolaylıkla yapabilir, İran gibi ülkelerden ve tüm Ortadoğu’dan insanların girişimcilik merkezi olarak İstanbul’a gelmesini sağlayabilirsiniz. Bu büyük ve küresel şirketlerin dikkatini çeker ve onları da beraberinde buraya getirir. Ekosistem çok farklı yerlerden gelecek yetenekli insanların ortak katkısı ile şekillenir. Bunu yapmak için devletin kendi içindeki bürokrasi ile mücadele edip bunu aşması gerekiyor.
Ayırdığınız vakit için çok teşekkür ediyorum
Güzel sorularınız ve kitabımızı Türkçeye çevirdiğiniz için ben teşekkür ederim
