Eğitim dünyasında tarih boyunca ‘kopya çekme’ fenomeni vardı. Eline formülleri yazanlar, çaktırmadan arkadaşından kopya çekenler… Öyle yaratıcı kopya çekme yöntemleri vardı ki, hani onları hazırlamaya uğraşana kadar çalışmak daha kolay gibi görünüyordu. Bir de ödev yapma var tabii.. Bir kısmını çocukların yapması imkansız olan ödevleri yetiştirmek için geceler boyu çalışan ebeveynler gördüm. İnternet gelince ödev yapmanın şekli değişti ama yapay zekayla durum başka bir boyuta geçti.
GÜLAY ERDEMLİ
Teknolojinin nimetleri ve lanetleri üzerine uzun uzun tartışabiliriz ama şu bir gerçek: Öğrenciler kopya çekmenin en ileri versiyonunu keşfetti, öğretmenler ise Sherlock Holmes’ün bile içinden çıkamayacağı bir dedektiflik savaşına girdi.
Yapay zeka çağı, ders çalışma yerine ‘kendi adına düşünen’ bir sanal asistan edinme çağına dönüştü. Kimi profesörler, öğrencilerinin ChatGPT kullanıp kullanmadığını anlamak için makalelere gizli şifreler ekleyerek modern bir casusluk oyunu başlatırken, bazıları rastgele “muz” ve “Frankenstein” gibi kelimeleri metne sokuşturarak yapay zeka tuzakları kuruyor. Ancak durum öğretmenler açısından pek parlak görünmüyor: ABD’de yapılan bir araştırmaya göre, 13-17 yaş grubunun dörtte biri çoktan ödevlerini yapay zekaya yaptırdıklarını itiraf etti.
Kopya çekmek elbette yeni bir icat değil. Eski Mısır’dan beri öğrenciler ‘kopya çekme sanatı’ üzerine çalışıyorlar. Ancak dediğim gibi yapay zeka, durumu bambaşka bir seviyeye taşıdı. Artık öğrenciler yalnızca ödev yapmayı bırakmakla kalmıyor, aynı zamanda düşünmeyi de tamamen rafa kaldırıyorlar. Üretken yapay zekaların kullanımı arttıkça, ‘kritik düşünme’ kavramı nostaljik bir anıya dönüşüyor.
Microsoft ve Carnegie Mellon araştırmacıları, tam da bu noktada tehlike çanlarını çalıyor. Araştırmalar, yapay zeka araçlarının beyinleri otomatik vitese aldığını ve eleştirel düşünme gereksinimini ortadan kaldırdığını gösteriyor. Artık öğrenciler değil, yapay zeka düşünüyor. Beyinlerini teknolojinin kollarına bırakmaya hazır olanlar için bu bir nimet gibi görünse de uzun vadede büyük bir çöküşün habercisi olabilir.
Zürih’teki İsviçre İşletme Okulu’ndan Profesör Michael Gerlich durumu şöyle özetliyor: “Önceden sadece bilgiyi bir yerlere not ederdik. Şimdi ise tüm düşünme sürecimizi bir robota emanet ediyoruz.”
İyi haber şu ki, bu durum yalnızca öğrencilerle sınırlı değil! Yazılımcılar bile artık kod yazmayı bırakıp yapay zekadan medet umuyor. Eğer işler böyle giderse, gelecekte doktorlar hastalarının teşhislerini yapay zekaya bırakacak, avukatlar mahkeme savunmalarını ChatGPT’ye yazdıracak ve belki de gazeteciler de yazılarının tamamını yapay zekadan bekleyecek.
Tabii, teknoloji her zaman ‘bizi aptallaştırıyor’ eleştirileriyle geldi. Sokrates yazının hafızayı körelteceğinden korktu, 1970’lerde cep hesap makineleri ‘matematiğin sonu geldi’ paniğine yol açtı, akıllı telefonlar “dijital amnezi” sendromunu başlattı. Eskiden en az 10 tane telefon numarasının ezbere bilirdik. Şimdi şöyle bir etrafınıza sorun, kaç tane telefon numarası hatırılıyor insanlar. Hepsi tamam ancak yapay zeka, yalnızca bilgiyi depolamak yerine bizim yerimize karar veriyor, bizim için düşünüyor ve bizim yerimize cevaplar üretiyor. Konfor mu? Kesinlikle! Ama bir gün tüm beyin gücümüzü tamamen kaybetme ihtimalimiz de cabası.
Microsoft’un araştırmacılarından Lev Tankelevitch, yapay zekanın bizi tembelleştirdiğini kabul ediyor ama çözüm önerileri sunuyor: Sohbet robotlarının verdiği cevaplar daha zorlaştırılmalı, kullanıcılar düşünmeye zorlanmalı ve hatta bazen yanıtları almaları geciktirilmeli. Ancak bir sorun var: İnsanlar zorluklardan hoşlanmıyor.
Sonuç olarak, yapay zeka bize ‘düşünmeyi unutma lüksü’ sunarken, aslında beynimizi köreltiyor olabilir mi? Eğer her şeyi bir makineye yaptırmak yerine, beynimizi arada bir manuel moda almazsak, çok yakında “insan zekası” nostaljik bir kavram haline gelebilir. O zamana kadar, yapay zeka ile kopya çekmeye devam eden öğrenciler belki de gelecekte, “Üniversiteden nasıl mezun oldunuz?” sorusuna şu cevabı verecekler: “Ben değil, yapay zeka mezun oldu!”
ELON MUSK’IN ASKERLERİ
Elon Musk, sadece elektrikli arabalar, uzay yolculuğu ve sosyal medya ile gündeme gelmiyor; aynı zamanda ABD federal bürokrasisini yeniden şekillendirdiği iddialarıyla da tartışılıyor. Musk’ın şirketleriyle bağlantılı 19 ila 24 yaş arasındaki bir grup mühendisin, şu an Washington’un en hassas teknolojik altyapılarını yönettiği belirtiliyor.
Wired’da yayınlanan bir habere göre, bu genç yetenekler, Musk’ın sözde ‘Hükümet Verimliliği Bakanlığı’ (DOGE) projesi çerçevesinde federal teknolojiyi modernize etmekle görevlendirildi. Ancak bu mühendislerin resmi bir kamu görevlisi olmaması, ABD federal mekanizmasının Musk’ın eline geçtiği yönündeki tartışmalara yol açtı. Bu genç mühendisler Musk’ın emriyle hükümetteki en hassas verilere erişim sağlayabiliyor. Musk’ın uzun zamandır ortaklık yaptığı, dev veri girişimi şirketi Palantir’in kurucu ortağı Peter Thiel ile olan bağları da bu endişeleri artıran unsurlar arasında.
APARTHEİD’İN GÖLGELERİ
Elon Musk, Donald Trump’ın yemin töreninde uzattığı sert selamıyla Nazi selamını andıran bir jest yaptığında sosyal medya alev alıverdi. Musk’ın bu hareketi üzerine, onun 1970’lerde apartheid rejimi altında geçen çocukluğuyla ilgili tartışmalar da tekrar gündeme geldi. Apartheid, 1948-1994 arasında Güney Afrika’da uygulanan ve beyaz azınlığın siyahi nüfus üzerindeki sistematik baskısını hukuki bir düzenleşme altına alan bir ayrımcılık sistemiydi.
Musk, bu tartışmaların odağındayken, dikkatler onun etrafındaki diğer Güney Afrika kökenli ‘mütevazı’ milyarderler kulübüne de çevrildi. PayPal’ın kurucu ortağı ve Trump’ın kampanyasına milyonlar bağışlayan Peter Thiel, apartheid rejimini “ekonomik olarak mantıklı” görerek savunmuş bir isim olarak kayıtlara geçmişti.
Trump’ın önde gelen bağışçılarından David Sacks ve Musk’ın yakın dostu Roelof Botha da bu Güney Afrika kökenli isimler arasında. Özellikle Botha’nın dedesi, apartheid rejiminin son dışişleri bakanı olan Pik Botha.
Elon Musk’ın X (eski Twitter) platformunun giderek aşırı sağ görüşlere daha fazla alan tanıması ve Trump’ın Musk’ı ‘hükümet verimliliği bakanlığı’na getirme sözü vermesi, endişeleri daha da arttırıyor. Bazı gözlemciler, Musk’ın çocukluk yıllarında apartheid sisteminde kazandığı gücün, bugün Trump’ın yanında yer alarak yeniden tezahür ettiğini iddia ediyor.
Bir zamanlar PayPal’ın zirvesinde yer alan ve hepsi bir şekilde Güney Afrika diasporasında yetişmiş bu adamlar, bugün küresel güç dengesini değiştirme peşinde mi? Federal bürokrasi Musk’la birlikte bambaşka bir yöne mi evriliyor? Yoksa bu sadece bir komplo teorisinden ibaret mi?
Görünen o ki, Musk ve dostları Washington’da giderek daha fazla söz sahibi oluyor. Ama hangi motivasyonla? Orası henüz kesin değil.
DİJİTAL AYDINLANMA ÇAĞI
Bhutan’daki manastırlar, mistik sessizliklerini yapay zeka destekli bir rehbere emanet etmeye hazırlanıyor! BuddhaBot Plus, antik Budist metinler üzerinde eğitilmiş, Zen ustaları kadar dingin, teknoloji kadar hızlı bir sohbet robotu olarak yola çıktı. Japon start-up’ı Teraverse ve Kyoto Üniversitesi’nin el birliğiyle hayata geçirdiği bu dijital keşiş, ilk etapta yalnızca Japonca hizmet verirken, Bhutan hükümetinin talebiyle İngilizce versiyonu da devreye girdi. Şimdi, 200 rahip ve rahibe BuddhaBot ile aydınlanma yolunda bir deneme sürüşüne çıkıyor. Eğer bu pilot program sorunsuz ilerlerse (ve yapay zeka “Ben aslında boşlukta hiçim” diyerek kendini kapatmazsa), 2027 itibarıyla Bhutan’daki tüm manastırları ve hatta belki de vatandaşları kapsayacak.
Hedef? Budist öğretileri modernize etmek ve TikTok videolarında kaybolan genç nesilleri yeniden manevi yola sokmak! Ama durun, BuddhaBot sadece Budist öğretileriyle mi sınırlı kalacak? Hayır! Geliştiriciler, botun ekonomi, yönetim ve felsefe gibi alanlara da uzanmasını hedefliyor. Yani gelecekte BuddhaBot’a yalnızca “Hayatta acıyı nasıl aşarım?” değil, “Merkez bankasının faiz politikası hakkında ne düşünüyorsun?” diye de sorabilirsiniz. Hatta gelecekte Sokrates, Platon gibi filozofların interaktif avatarlarını üretmek gibi çılgın planlar bile masada. Araştırmalara göre, kişiselleştirilmiş sohbet robotları insanları bir başka insandan daha kolay ikna edebiliyor. Yani, “Aydınlanma mı, yoksa bir sezon daha Netflix mi?” ikileminde kalanlar, BuddhaBot’un yönlendirmesiyle içsel huzura bir adım daha yaklaşabilir. Bu proje, insanlığın bilgeliği makinelerden öğrenme noktasına nasıl geldiğini sorgulatan önemli bir deney. Eğer BuddhaBot başarılı olursa, belki de günün birinde “Buddha’nın yeni reenkarnasyonu bir yapay zeka olabilir mi?” gibi sorularla karşılaşacağız. Kim bilir, belki de yapay zeka artık sadece sorulara değil, soruların doğasına da cevap bulacaktır!