Eski yazarlar ve Kurban Bayramları

Eski gazete ve dergileri tararken ilgilendiğim konularla ilgili yazı ve haberlerin kopyalarını alır, en azından künyelerini not ederim. Kurban Bayramı yaklaşırken Türk aydınlarının dinî bayramlar hakkındaki düşüncelerinde zaman içinde ne gibi değişmeler olabileceğini merak ettim ve arşivimi yokladım.

Benim döne döne okuduğum yazarlardan biri olan Ahmed Rasim’in bayram yazılarında Cumhuriyet öncesinin bayramları bütün canlılığıyla yaşar. Mesela Şehir Mektupları’nda, bir Kurban Bayramı’nın ilk gününde yaşanan telaşın tasvir edildiği yazıyı okuyunuz, o tatlı telaşı içinizde hissedeceksiniz. Bu yazının küçük bir parçasını birlikte okuyalım:

“O ne telaş!”, “Peştemal nerede? Tülbendi getirin, ödağacı yakın, gülsuyu serpin!”, “Çengeli tak!”, “Çukuru kaz!”, “Bıçaklar hani ya? Masat, masat, verin masadı!”, “Çocuklar mutfağa bakın!”, “Ayol, küçük hanım, dadı, teyze, anne, satır nerede?”, “Ay şaşırdım! İlahi, kör ol kedi, yiyemez ol!”, “Şimdi ha!”, “Baksana Ahmet Ağa, şu oğlana böbreği çıkarıver!”, “Ahçı kadın, büyük tencere hangi cehenneme gitti?”, “Huu, efendi kahve istiyor!”, “Hah, işte sırası, amaa…n! Tütününden, kahvesinden bıktım. İşte biliyor, işimiz var. İspirto yanında! Aman erkekler!”, “Annee!”, “Ne var? Ay çıldıracağım!”

***

Ramazan bayramları kurban telaşı olmadığı için daha sakin yaşanırdı. Çocukların “şeker”le özdeşleşen bu bayramları genellikle Kurban bayramlarına tercih ettiklerini kendimden bilirim. Refik Halid de, “Bayramlar Arasında Bir Mukayese” başlıklı yazısında tercihini “Şeker Bayramı” dediği Ramazan Bayramı’ndan yana koyar, çocukluğundan beri “kan manzarasile et kokusundan” hiç hazzetmediğini, halbuki Şeker bayramlarına bayıldığını söyledikten sonra şöyle devam eder:

“Gözlerimi açar açmaz hususi olarak benim için yaptırılan şekerleme kutusunu elime uzatırlardı. Bu ya kadife kaplı, sırma şeritli yahut da atlas üzerine yağlıboya resimli, cici, nefis, şık bir şeydi. Sarı, parlak madenden mini mini anahtarı, saat kurulacağı kadar da küçük bir kilidi vardı. Heyecanla açardım. Bazen fondan dizisi, bazen gelin serpmesi, bazen kayısı şekerlemesi yüzüme güler, gözlerime sevinç ışığı, gönlüme saadet çırpıntısı dolardı. Ah o lâtilokumlar (…) Çocuk alkile bunları düşününüz, bir de kavurma tenceresini veya yahni sahanını... Elbette Şeker Bayramını tercih ederdiniz!”

***

Ercüment Ekrem Talû, Cumhuriyet gazetesinin 6 Ocak 1935 tarihli sayısındaki “Bayram” yazısında ziyaretçilerden şikâyet ediyor. Bayramların “istirahat etmek, çoluk çocukla birlikte hoşça geçirilmek üzere müesses” olduğunu düşünen Talû’ya göre, neredeyse bir kanun haline gelmiş bir geleneğe uyularak “inadına gibi yorgunluk ve üzüntü ile” geçirilmektedir:

“Bayram tebriki, bayram ziyareti vesilesiyle ne kendimiz rahat eder, ne de başkalarına huzur veririz. Daha ilk günü sabahında bir kovalamaca oyunudur, başlar. Sabah kahvesi midemize inmeden ziyaretçiler sökün eder. Tanıdığınız, tanımadığınız, uzaktan aşina olduğunuz, dairede maiyetiniz, falan yerde kapı yoldaşınız, otuz sene evvelki bir muhibb-i kadim, rahmetli dadınızın damadı, merhum rüştiye hocanızın torunu, mahallenin sabık muhtarı, bir yıldan beri kapı bitişik oturduğunuz halde yüzünü bile görmediğiniz mütekaid komşu birbiri ardınca gelirler. Bütün bunların arasında da, bekçi, çöpçü ve daha birçok bu kabil kimselerin gelip geçici uğrayışları (…)”

Ercüment Ekrem, başka gerekçeler de sıraladıktan sonra yazısını şöyle noktalamıştır:

“Onun içindir ki sevgili okuyucularım, ben sizin bayramınızı, candan, yürekten burada kutlarsam hoşgörünüz. Kendi hesabıma ne bir yere gideceğim, ne de ayrıca tebrik yapacağım. Üç günün üçünü de, gene her vakitki gibi çalışmakla ve bir iki saat ihtilâs edebilirsem, onu da evimde uzanıp dinlenmekle geçireceğim.”

17-08/31/kr02bayram.jpg

Bayram Yeri - Hüseyin Rifat

Vâlâ Nureddin ise aynı bayram vesilesiyle, Haber gazetesinin 8 Ocak 1935 tarihli “Din Bayramı ve Ulus Bayramı” başlıklı yazısında, Türkiye’ye laiklik geldiğini söyledikten sonra, “Öyleyse niçin bütün Türkiye’de bu Müslüman bayramı tutuluyor?” diye soruyor ve akla ziyan gerekçeler sıraladıktan sonra, netice olarak “Şunu diyelim ki,” diyor, “bütün Türklerin birinci bayramları ulusal olanlardır.”

***

Yusuf Ziya Ortaç’ın Sarı Çizmeli Mehmet Ağa (1956) adlı kitabında aldığı, “Bu sene yirmi beş yıl önce babamla beraber ölen evimizin âdetlerinden birini diriltmek istedim: Kurban kesmek!” cümlesiyle başlayan “Kurbanlar” yazısı, 1950’lerde Türk aydınlarında bayram algısının değişmeye başladığını göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Yazısına, çocukluğunda kurbanların Beylerbeyi’ndeki evde nasıl büyük bir özenle kesildiğini anlatarak başlayan Ortaç, şöyle devam ediyor:

“Bayram namazından çıkan babam, Eğinli kasap Ali Ağa ile beraber gelirdi. Ali Ağa hâlâ gözümün önündedir. Şimdi eşine rastlayamadığımız, balta sakallı bir çınar adam… Bir yandan beş vakit abdestle aydınlanmış kollarını sıvar, bir yandan bıçaklarını dizerdi. Kesmek için, yüzmek için, ayrı ayrı, boy boy, biçim biçim bıçaklar… Ötede, Türk sanatkârlarının göz nurundan çiçekler açmış gümüş buhurdanlarla öd ağaçlarının dumandan servileri tüterdi. Ve kurban, gözleri tertemiz tülbentle bağlı, bir çukura baş eğerken Itrî’nin tekbiriyle ürperirdik. Geçen hafta, Nişantaşı’ndaki apartmanın moloz yığılı aralığında kesilen kurbansa, bir sustalı çakıya boyun verirken, üst kattaki komşunun radyosu bir Arjantin tangosu çalıyordu. Meğer bu çeyrek asır içinde ne kurbanlar vermişiz!”

***

Cenab-ı Hak’tan Kurban Bayramının İslâm âlemine ve bütün insanlığa barış, huzur ve refah getirmesini niyaz ediyorum.

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
1 Yorum