ABD Ortadoğu’da ne kadar aktif olmalı?

3 Haziran’da Al Sharq Forumu ve Amerika’nın ünlü Foreign Affairs dergisi Washington D.C.’de 100. Yılında Sykes-Picot anlaşmasına yoğunlaşan bir program düzenledi.

Program sadece dünün Avrupalı emperyalistleri tarafından inşa edilen bölgesel sistemine yoğunlaşmakla kalmayıp aynı zamanda post-kaos döneminin bölgesel düzeni nasıl olmalı ve bu düzenin inşa edilmesinde başta ABD olmak üzere yabancı güçler ne ölçüde rol almalı sorularına da cevap aradı.

İlginçtir programa bölgeden gelen konuşmacı veya dinleyicilerin çoğunluğu ABD’nin Ortadoğu’da daha aktif olması ve ulus ile devlet inşa etme süreçlerinde daha fazla rol alması gerektiğini belirttiler. Buna karşın Amerikalılar ise, bölgede daha düşük bir profil ve daha az aktivizm talep eden bir noktada duruyorlardı.

Mevcut bölgesel düzende bölge içi işleyen bir sistem veya oturmuş bir güç dengesi olmadığı için ABD, hala bölge içi en önemli dengeleyici güç ve Körfez ülkeleri başta olmak üzere birçok bölge devleti için de güvenlik sağlayıcı bir aktör konumundadır.

Son yıllarda geleneksel müttefikleri tarafından ağır bir şekilde eleştirilse de, ABD’nin bölgedeki mevzubahis konumunda yapısal bir değişim yaşanmış değil. ABD’nin hem yaptıkları hem de yapmayı reddettikleri bölgedeki güç dengesini direkt olarak etkileme kapasitesine sahip.

Bush’un Irak’taki maceraperest işgal politikası ve Ortadoğu’da yeni dizayn ve düzen arayışları, bölgede İran’ın lehine gelişen bir güç dengesinin ortaya çıkmasına yol açtı. İran, kendisine yakın Şii siyasal elitler ve kendisine müzahir Şii demografik çoğunluk üzerinden Irak’ta en fazla nüfuz sahibi olan dış güç haline geldi.

Paradoksal olarak, Obama yönetimi de Suriye’de sonuç tayin edici aktif bir askeri rol almayı redderek İran’ın bölgedeki güç dengesi içerisindeki konumuna dolaylı bir katkı yaptı. Başka bir ifadeyle, Bush bölgede yaptıkları, Obama ise yapmadıkları nedeniye eleştiriliyor.

Bölgede ABD’nin daha kararlı ve aktif bir rol almasını talep eden güçler, genellikle mevcut resimde daha dezavantajlı konumda olduğunu düşünenlerden oluşturuyor.

ABD’den talep edilen aktif müdahalenin ise kendi siyasal tasavvurlarıyla uyumlu olmasını ya direkt talep ediyorlar ya da ümit ediyorlar. Dolayısıyla, bu bakış açısı sadece ABD’nin aktif olmasını talep etmekle kalmıyor onun nasıl aktif olması gerektiğinin de çerçevesini çiziyor.

Suudi Arabistan, ABD’den Suriye’de muhalefet lehine kararlı bir müdahalede bulunmasını talep ederken, Arap Baharı sürecinde Bahreyn’deki başkaldırıları kendisinin asker göndererek bastırmasına ve Mısır’daki darbe sürecinde darbeye karşı herhangi bir ses çıkarmamasını istedi. Çünkü ilk durumdaki gelişmenin aleyhine son iki durumdaki gelişmelerin ise lehine geliştiğini düşünüyor(du).

Buna karşın, İran gibi bölgedeki dengenin kendi lehine gelişmekte olduğunu düşünen aktörler ise ABD’nin bölgesel meselelere müdahil olmamasını, bölge meselelerini bölge ülkelerine bırakmasını salık veriyorlar.

Peki, ABD bölgede ne ölçüde aktif olmalı? ABD, bölgede yeni bir düzenin inşasında ne ölçüde rol oynayabilir? ABD’nin bölgesel aktivizmi bizim öngörülerimiz çerçevesinde gelişmiyorsa, bölgede etkin olabilmek için nasıl bir politika izlenmelidir?

ABD, bölgedeki güç dengesine müdahale edebilir ve yıkıcı bir işlevi de rahatlıkla yerine getirebilir, fakat yeni bir bölgesel düzenin inşasında ana rolü oynayamaz. Bu rolü ancak bölge insanı, elitleri ve devletleri oynayabilir. Bu noktada, yeni bir bölgesel sistemin inşası için bölgede kendi kimlik sınırlarının dışına çıkabilen ve lokalliklerinin ötesine geçebilen bölge ölçeğinde yeni bir siyasal ve sosyo-ekonomik elitin ortaya çıkması hayati öneme sahiptir.

Bunu şimdilik bir kenara koyacak olursak, Türkiye başta olmak üzere bölge devletleri bölgedeki etkinliklerini kabaca dört şekilde sağlayabilirler.

Birincisi, ABD’nin bölge siyasetini etkilemeyi ve şekillendirmeyi başararak. Son birkaç yıllık resim, Türkiye’nin bu konuda pek başarılı olamadığını ortaya koyuyor.

İkincisi, bölgede yakın ilişkide bulunulan ve pozisyonlarında etkin olunabilecek aktör, grup ve hareketlerin sayı ve çeşitliliği arttırarak. Burada da Türkiye ideal bir konumda değil. Ama bu başlıkta Türkiye’nin yapabilecekleri var.

Üçüncüsü, Türkiye kendi imkan ve kapasitesi üzerinden bölgedeki gelişmelere daha direkt müdahale etmeyi deneyebilir. Rusya ile yaşanan jet krizinden sonra Suriye sahasında bu imkan çok ciddi manada ortadan kalkmış durumda. Dördüncüsü, bölgede benzer öncelikleri paylaşan ülkelerle ortak bir platform kurarak. Suriye krizinde Katar ve Suudi Arabistan ile kurduğumuz ortak platform henüz istenilen sonucu verebilmiş değil.

Ezcümle, Türkiye tek başına bölgede oyun kurucu bir ülke değil, müdahil bir ülkedir. Ancak birden fazla bileşenden oluşan bir ittifak veya oyunun parçası olarak etkin olabiliyor. Son birkaç yıldır parçası olunan oyun istenilen sonucu vermediğine göre, yeni dönemde Türkiye nasıl veya hangi oyunun parçası olmayı düşünüyor?

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
1 Yorum