Yerli ve milli taksi kökü dışarıda Uber’e karşı

Yıllar önce İngiltere’ye ilk defa gittiğimde beni en fazla etkileyen deneyim şehirlerin farklı semtlerinde aynı dükkanlarla karşılaşmak oldu. Bizde genellikle “kişisel işletme” olan bakkal, manav, fotoğrafçı, hatta eczane gibi küçük ticarethaneler orada büyük şirketlerin mağaza zincirlerinin parçasıydı çoğunlukla. “Tekelci kapitalizm”i kendi gözlerimle görmüştüm. Aynı zamanda bizdeki sistemin farkını da…

Kapital’i okumuş -veya benim gibi biraz karıştırmış- olanlar hatırlayacaktır: Marks’a göre küçük kişisel işletmeleri eşitsiz rekabet şartlarında acımasız yöntemlerle ortadan kaldıran büyük şirketler tekelci kapitalizmin gereklerini yerine getirmişlerdir. Marks’ın “sermaye temerküzü” dediği süreçte daha önce (yani kapitalizmin doğuş aşamasında) piyasanın temel aktörü olan esnaf ve sanatkârlar (“küçük burjuvazi”) tekelleşme döneminde giderek güçlerini kaybederler. Birçoğu ayakta bile kalamaz. Hatta büyük şirketlerin acentalığı gibi birtakım imkanları bulamayanlar proleterleşirler.

Türkiye’de biz bu sürecin benzerini 18. yüzyıldan itibaren başka bir şekilde yaşadık... Çok uluslu Batılı şirketlerin ve onların yerli temsilcilerinin (“komprador burjuvazi”) bazen siyasi araçları da kullanarak küçük sanayi işletmelerini devre dışı bıraktıkları süreç...

Yerel aktörlerin sermaye temerküzüne gücü yetmediği için ister istemez yabancı eliyle gerçekleşen dönüşümün Türk ekonomisini “yarı sömürge” haline getirmesi ve buna karşı kamu inisiyatifiyle sanayileşmenin tek seçenek olarak kalması söz konusu süreci bugüne kadar getiren problemler…

***

Ne var ki burası madalyonun bir yüzü... Madalyonun öbür yüzünde ise kadim ekonomik modelin sürdürülmesini sağlayan mekanizmalar konusu var. Esnaf ve sanatkarın yasal ve ahlaki denetimi…

Kadim sistemde yasal denetimi devlet kurumları, ahlaki denetimi de esnaf birlikleri/loncalar gerçekleştiriyordu. Ahlaki denetim aynı zamanda mesleki kalitenin ve giderek ekonomik işleyişin sıhhatinin teminatıydı.

Ama sanayi kapitalizmi döneminde hâlâ küçük atölyeler ölçeğinde işletilen yerli imalat sanayiimiz Avrupa’nın sınai ürünleriyle rekabet edemez hale geldiğinde ve yerli kişisel işletmeler birer birer kapanmaya başladığında usta-çırak ilişkisine dayalı mesleki ahlak kurallarının pek de anlamı kalmamıştı. Tek mesele ayakta kalma meselesiydi artık. Yine de meslek birlikleri küçük yerli işletmelerin ayakta kalmasının da teminatı olarak işlev görebilirlerdi.

Zira çok uluslu kapitalist Batılı şirketlerin ekonomik saldırıları karşısında Türk esnaf ve sanatkarının modern zamanların şartlarına uygun bir rekabet gerçekleştirebilmeleri ancak korporatist (dayanışmacı) bir model içinde mümkün görünüyordu. Ne var ki eski lonca veya gedik düzeniyle değil, yeni bir anlayışla. Küçük işletmelerin anonim şirketler olarak birleşmeleri veya küçük üreticilerin ve esnafın kooperatifler çerçevesinde ortaklaşmaları gibi seçenekler gündeme geldi 20. yüzyıl başlarında.

Bu yolda eski esnaf birliklerinin de tıpkı uzak geçmişteki ahi teşkilatları örneğinde olduğu gibi ideolojik ve sınıfsal bilinçle yeniden yapılanması ve ekonominin millileşmesi doğrultusunda hizmet etmesi bekleniyordu.

İkinci Meşrutiyet devrinde Kara Kemal bu fikrin uygulamasını üstlenmiş, bir taraftan bazı küçük girişimcilerin bir araya gelmesiyle kooperatifler ve anonim şirketler kurulmuş, öbür yandan da bazı meslek alanlarında yeni esnaf birlikleri oluşturulmuştu. Kunduracı, manav, hamal, kayıkçı gibi bağımsız çalışan meslek sahipleri bu dönemde örgütlenmişti. Faytoncular ve arabacılar da bir araya gelerek bugünkü şoför odalarının ilk nüvesini oluşturmuşlardı. Ancak geldiğimiz noktada özellikle büyük şehirlerde bu “oda”lar artık işlevsiz. Ne usta-çırak ilişkisi içinde yetişen meslek mensuplarından söz etmek mümkün ne de üyelerini denetleyebilen eski lonca tipi örgütlenmelerden. İstanbul’da sayıları on binlerle ifade edilen taksi şoförü ne yazık ki çoğunlukla “esnaf” karakteri taşımaktan ziyade bir çeşit “lümpen proleterya” özelliği gösteriyor. Çünkü cebinde ehliyeti olan herkes taksi şoförü olabiliyor, bunların büyük bölümü adresi belli bir işletmeye bağlı olmadıkları için müşteri kaybetme riski de taşımaksızın bu işi yapıyorlar. Buna mukabil Uber’e bağlı çalışan şoförler şirket denetimine tabiler. Bırakın müşterilerini dolandırmayı, trafikteki diğer araçların sürücülerine saygısızlık yapmaları bile işlerini kaybetmelerine sebep olabiliyor. Böyle olunca sarı taksi-Uber tartışmasında toplumun kahir ekseriyetinin yabancı menşeli şirketleri tercih etme eğiliminde olması sürpriz değil.

***

Bakkal, manav, kasap gibi küçük esnafın bile mahalle hayatının giderek ortadan kalkmasıyla birlikte zincir süpermarketlerin eşitsiz rekabetine dayanamadığı bir sosyo-ekonomi içinde adeta toplumun nefret objesine dönüşmüş bir meslek grubunun ayakta kalması mucize olur. Buna ister kapitalizmin zaferi deyin ister çokuluslu sermayenin işgali, yaşanan sürecin doğası yerli ve milli taksicilerimiz için bir gelecek öngörmüyor.

Ama imkansızın peşindeyseniz, yine de taksicinin önünde iki yol var: Ya eski lonca sistemini veya ahi örgütlenmesini ihya ederek meslektaşlarını ve mesleklerini yaşatmanın imkanını arayacaklar ya da korporatist bir anlayışla bir araya gelip Uber ve benzerleriyle rekabet edecek kendi şirketlerini kuracaklar.

YORUMLAR (16)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
16 Yorum