Başarı hikayelerine ihtiyacımız var
Bir ülkenin dünya ölçeğinde saygınlık kazanabilmesi, büyük hayaller peşinde koşabilmesi için sanattan siyasete, ekonomiden bilime kadar her alanda büyük başarı hikayeleri yazmasıyla mümkündür. Bir başka deyişle, dünya çapında büyük sanatçıları, şairleri, müzisyenleri, romancıları, yaratıcı mimarları, pırıltılı bilim adamları, başarılı iş insanları, demokrasi ufku zengin siyasetçileri olmayan ülkeler büyük hayaller kuramaz.
Bir medeniyet mirasının üzerinde oturmamıza rağmen, maalesef eğitim sistemimizin özgür düşünceli yeni nesiller yetiştirdiğini söylemek mümkün değil. Bu yüzden de dünya ölçeğinde bilimsel başarı hikayeleri olan bilim insanlarımızın sayısı üçü beşi geçmiyor. Evrensel standartlarda müzik üreten müzisyenlerimiz yok, Mimar Sinan gibi bir dehanın yetiştiği bu topraklarda kalıcı eserlere imza atmış mimarlardan yoksunuz, dünya ile yarışabilecek marka değeri yüksek sporcular yetiştiremiyoruz.
***
Aslında özellikle AK Parti iktidarının ilk on yılında gerek ekonomide, gerekse demokraside dünyanın dikkatini çeken müthiş bir performans yakalamıştık. Ekonomide yeni başarı hikayeleri yaratılmış, demokrasimizin standartları yükselmişti. Evet, şimdilerde bir sıkışmışlık hali yaşıyoruz, umudumuz Türkiye’nin ekonomide ve demokraside yeni bir rüzgar yakalayarak geleceğe açılan yelkenlerini doldurmasıdır.
Bugünlerde gazeteci Özlem Gürses’in ‘başarısızlık hikayeleri BAZEN OLMAZ’ adıyla yayınlanan kitabını okuyorum. Kitapta Cem Yılmaz, Muhtar Kent, Ali Sabancı, Zeynep Bodur Okyay, Cem Boyner, Arda Turan, Hüsnü Özyeğin, Hanzade Doğan Boyner, Abdülkadir Konukoğlu ve Mustafa Denizli’nin ‘başarısızlık hikayeleri’ anlatılıyor.
Hemen hepsi kendi alanlarında önemli başarı hikayelerinin altına imza atmış değerli isimler bunlar. Bu yüzden de ben başarısızlık hikayesi olarak tarif edilen süreçleri, aslında başarıya uzanan yoldaki zorlu virajlar olarak okumayı tercih ediyorum. Çünkü bu isimlerin her biri başarı merdivenlerini tırmanırken duygularını, gözyaşlarını, pişmanlıklarını ve öfkelerini biriktirirken aynı zamanda Türkiye’nin geleceği adına önemli başarı örnekleri ortaya koydular.
Hayatımızın her safhasında yanılgılarımız, kendimizi eksik hissettiğimiz anlar olur, önemli olan her şeye rağmen umutsuzluğa kapılmadan yürüyüşümüzü sürdürebilmektir.
***
Geçen yıl kaybettiğimiz Türk sanayiinin duayen ismi İbrahim Bodur’un kızı, Çanakkale Seramik ve Kalebodur’un patronu Zeynep Bodur Okyay’ın hikayesini okurken, adım adım Türkiye’nin kalkınma macerasının hikayesini okudum aynı zamanda. Zeynep Hanım iş hayatına adım attığı ilk günden itibaren yaşadığı yanılgıları, kırılmaları anlatırken başarıya dönüşen hikayenin ip uçlarını veriyor bir bakıma: “Gücünüzün sınırını ve neyi nasıl yapabildiğinizi anlıyorsunuz. Sürekli baştan başlamayı, vazgeçmemeyi öğreniyorsunuz.”
Kitaptaki isimlerin tek tek hikayelerinden örnekler sunmaya yerim müsait değil. Ama her birinin hikayesiyle aslında satır satır Türkiye’yi okuyorsunuz. Mesela “Meğer ben hayatı öğrenmeden, hayatı yaşıyormuşum” diye hikayesine başlayan Cem Boyner, yaşadığımız bu toprakların kıymetini bilmemiz açısından çok önemli bir tespitte bulunuyor: “Dünyanın en kıymetli gayrimenkulünde oturuyoruz, hak etmemiz lazım bu gayrimenkulü...”
Ali Sabancı’nın hayatın gerçek anlamdaki standardına işaret eden şu ifadeleri de son derece dikkat çekici: “Gerçek standart babadan kalan para değil. Gerçek standart kendi yarattığın parada. Entelektüel olarak kendini nasıl geliştirdiğin ama madden değil, manevi olarak. Gerçek standart orada.”