Önce ezberlenmiş sloganlarımızla yüzleşelim
İslam toplumlarının bilimde, felsefede, teknolojide neden bugün geri kaldıklarını doğru anlayabilmek için, galiba esas itibariyle Kur’an’ın temel yaklaşımını neden kaybettiğimizi sorgulamamız gerekiyor. Zira Kur’an’da değişik ayetlerde Müslümanların dünyayı nasıl anlamaları gerektiği konusunda açık ifadeler yer almaktadır:
“Peki bakmazlar mı yağmur yüklü bulutlara, nasıl yaratılmış onlar?
Ve göğe, nasıl yükseltilmiş? Ve dağlara, nasıl sağlamca dikilmiş? Ve toprağa, nasıl yayılmış?” (88/17-20),
“Toprağa ektiğiniz tohumu hiç düşündünüz mü? ( … )
Hiç içtiğiniz suyu düşündünüz mü? ( … )
Hiç tutuşturduğunuz ateşi düşündünüz mü?” (56/63-71).
***
Allah’ın yarattığı kainata bakma ve onun hikmetini anlama gayreti bilime atılan ilk gerçek adımdır. Ne yazık ki Müslüman dünya uzun yıllardır dünyaya bakma ve onu anlama ferasetini kaybetmiştir.
Çünkü özellikle eğitimde İslam toplumları gerekli adımları atamamış ve Batı dünyası ile arasındaki mesafe giderek açılmıştır. İslam ülkelerindeki okuma-yazma bilmeyenlerin oranının yüksekliği son derece düşündürücüdür. Türkiye gibi son yıllarda okuma yazma oranlarının arttığı ülkelerde ise eğitimin kalitesi dünya standartlarının altındadır. Mesela OECD’nin üç yılda bir hazırladığı PISA 2015 sonuçlarına göre Türkiye’deki öğrenciler bilim, matematik ve okumada OECD ortalamasının altında kalmıştır. 72 ülke içinde 50’nci sıradadır yani...
Batı’yı belli alanlarda eleştirebiliriz, hatta ahlaki anlamda bir dejenerasyon yaşadığını da söyleyebiliriz. Ama bu yaklaşım, Batı’nın genelini ifade eden bir durum değildir, belki sadece belli bir katmanındaki dejenerasyondan söz edebiliriz. Zira bozulmuş bir toplumun güçlü olması mümkün değildir, oysa Batı bilimde, teknolojide ve ekonomide güçlüdür.
Bu yüzden yıllardır ezbere yaptığımız Batı karşıtlığının, ne yazık ki reel dünyada bir karşılığı bulunmuyor. Dolayısıyla ezberlerimizi kontrol etmekte yarar var; evet körü körüne bir Batı hayranlığı içinde olmayalım ama reel dünyadan da kopmayalım. Bilge Kral Aliya İzzet Begoviç ‘Tarihe Tanıklığım’ kitabında önemli bir tespitte bulunuyor: “İslam’la Batı-Avrupa medeniyetlerinin kültürü arasındaki ilişkiden bahsederken burada Müslümanların aşırı uçlara gitmekten kaçınmaları gereken bir seçimle karşı karşıya olduklarını belirtmemiz gerekir. Söz konusu uçlardan biri Batı medeniyetini tamamıyla reddetmek, diğeriyse onu körü körüne takip etmektir. Bunlardan ikisi de eşit derecede tehlikelidir. Batı’yla işbirliği içinde olmazsak bizim zaafımız daha da artar. Bu medeniyeti her şeyiyle kabul edersek de kendi kimliğimizi kaybeder, kendimiz olmaktan çıkarız. Avrupa’nın Bacon’dan bu yana sahibi olduğu değişmez güç kaynağı eleştirel düşüncedir, ki bu da onlara muhtemelen Araplardan geçmiştir. Bizim için hayati önem taşıyan şey işte bu eleştirel düşüncedir.”
***
Biliyorum, demokratik değerlerden kopmamamız gerektiğini söylemek, bazı çevreler tarafından müstemlekecilikle eşdeğerde görülmektedir. Ama unutmayalım ki demokrasinin, hukukun, özgür eleştirel düşüncenin olmadığı toplumlarda bilimin ve teknolojinin gelişmesi mümkün değildir. Müslüman dünya, ezberlenmiş sloganlardan vazgeçerek gerçeklerle yüzleşmek zorundadır. Aksi taktirde, son Kudüs örneğinde olduğu gibi “Emperyalist güçler İslam dünyasına diz çöktürüyor” sloganlarıyla teselli bulmaktan başka bir şey gelmez elimizden...