Şiirle her gün başka bir raksın peşinde...
Bir İslam medeniyeti şairi olan Sa’di-yi Şirazi’nin Bostan adlı eserindeki “Dünyanın etrafında çok dolaştım. Birçok kimselerle günler geçirdim. Her köşede faydalar buldum, her harmandan bir başak aldım” cümlesini her okuduğumda, şiirin o deruni ikliminde yeni seferlere çıkmaya niyetlenirim. Ve her harmandan yeni bir başak alarak, yaşadığımız zor zamanların hayatımız üzerinde yaptığı tahribatı azaltmaya çalışıyorum.
Öylesine bir dünyada yaşıyoruz ki, küresel ekonomiden doların yarattığı depremlere, siyasetin ruhsuz koridorlarından dış politikanın diplomatik hokkabazlıklarına kadar bütün gelişmeler kalbimizin manevi iklimini altüst ediyor. Bu yüzden de şiirin, edebiyatın, musikinin algı kapılarımızı sonuna dek açan, gönlümüzü zenginleştiren, ruhumuzu tamir eden o muhteşem zenginliği yanıbaşımızdan akıp gidiyor ve biz elimizi uzatıp dokunamıyoruz.
Oysa hayat o kadar kısa ki, binbir harmandan derlenen şiir başaklarından, eğilip dalgalarını hissedemediğimiz musiki denizlerinden habersiz geçen her an hayatımızın kayıp sayfaları arasına yazılıyor. Bir an olsun durup kalbimizin kıyısından akıp giden şiire bakmayı denesek, belki de hayatımızın başka şarkıları olacak ve her gün yeni seferlere çıkacağız.
Dolayısıyla, hiç zaman kaybetmeden Türkçe gibi muhteşem bir dilin raksına kulak vermekte yarar var. Unutmayalım, Türkçe’nin en has ifade biçimi olan şiire, estetiği ve ifade kudretini sağlayan en önemli unsur hiç kuşkusuz musikidir. Çünkü şiirin estetik yapısını oluşturan vezin, kafiye ve ses tekrarları aynı zamanda şiirde deruni ahengin doğmasına ve gönlü dolduran musikinin duyulmasına vesile olur.
Şiirlerinde Türkçe’nin estetiğini, inceliğini ve ifade kudretini gösteren büyük şair Fuzuli’nin, /Ne yanar kimse bana ateş-i dilden özge/ Ne açar kimse kapum bad-ı sabadan gayrı/ dizelerindeki lirizmi şiir dışında başka bir araçla sağlamak mümkün değildir. Bu mısralardaki seste yalnızlığın ıstırabı, çaresizliğin dinmeyen şikâyetleri vardır. Fuzulî, kendi gönül ateşinde pişirdiği yalnızlığını saba rüzgârı ile paylaşırken bu acıyı ve yüksek duyarlılığı Türkçe’nin estetiği ve ifade kudretiyle terennüm etmiştir. Ünlü Fransız şairi Valery’nin düz yazıyı yürüyüşe, şiiri de raksa benzetmesi boşuna değildir.
İşte ben de bugün aynı raksın peşine takılarak sizi güzel bir şaire götürüyorum. Şu günlerde Hüseyin Atlansoy’un Hece yayınlarından çıkan “Ya Sinek Sekiz Ya Buhurumeryem” adlı yeni şiir kitabını okuyorum. Hüseyin Atlansoy şiiri dendiğinde ilk akla gelen “İntihar ilacı” ve “Balkon Çıkmazında Efendilik Tarihi” akla gelir. Zira bu iki kitap, Atlansoy’un kendi şiirinin zirvesinde yer alır. Şair bu şiirlerinde alışık olduğumuz anlam evreninin dışına çıkarak, dünyaya adeta kuşbakışı bakmaktadır, biz tatlı bir şaşkınlık içinde dizeler arasındaki kant seslerini duyarız sadece...
Hüseyin Atlansoy’un şiiri sırrını kolay ele veren bir şiir değildir, ama her dizede yaşantının sahiciliğini hissetmek mümkündür. Şair, başta İntihar İlacı olmak üzere hemen tüm şiirlerinde otobiyografik unsurları, gündelik hayatın ayrıntılarını bol bol kullanır ve aynı zamanda bizi kendi trajedisiyle yüzleştirir.
Atlansoy’un yeni kitabı dahil hemen bütün şiirleri için, şairin renklerin psikolojisi üzerine derinleştiğini ve renkleri adeta bir ressam titizliği ile kullandığını söylemek gerekiyor.
/ilk hamle beyazındır hep
saf ve temiz
bir Cezayir seslenişi gibi
siyah ise direşkendir
zorlanır kendini
Kendilik önünde silmeye
işte hayat uyanıyor şafak kapanıyor
hızla o acı o kekre perde!
kalbim uyanıyor
aydınlanıveriyor
bütün evren
simsiyah gülümsüyor gözlerim
kendiliği çevreleyen buz denizinde
ve ilk kayıp tuzunu bırakıyor
kirpiklerimden toprağın
o kavi devinimine
hızla düşüyor kendim
Kendilik’e
silinerek;
geçiliyor uzak; kuzeyin uzak nefesiyle
yüksek dağların ölümsüzlüğü çağıran duygusuzluğu
düğümleniyor
yüzümün buzları çözülen gülünde/