Muhafazakâr kadınların dünyasında toplumsal cinsiyet meselesi
Toplumsal cinsiyet, sosyal ve kültürel bir çevre/çerçeve içerisinde insanlara yüklenen roller, sorumluluklar ve davranış kalıplarını ifade eden, bunun yanı sıra bireylerin erkek veya kadın olarak kendilerini nasıl algıladıkları meselesini de içeren bir kavramdır.
Batı dünyasında yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren sosyoloji, sosyal antropoloji ve psikoloji gibi bilimlerin temel ilgi ve araştırma alanlarından biri hâline gelen “cinsiyet” (sex) kavramı, insanın kadın ya da erkek olarak sahip bulunduğu genetik, fizyolojik ve biyolojik özellikleri, “toplumsal cinsiyet” (gender) kavramı ise insana toplum tarafından yüklenen roller ve ödevleri ifade eder. Cinsiyet doğal durumla, toplumsal cinsiyet ise hayata adım atıldığı andan itibaren başlayan, isimden hitap şekline, oyuncaktan giysiye kadar birçok unsurun bileşiminden oluşan sosyal-kültürel inşa ile ilgilidir. Cinsiyette belirleyici unsur doğa ve doğal durum, toplumsal cinsiyette ise kültür ve kültürel aidiyettir.
Günümüz Türkiye’sinde toplumsal cinsiyet eksenli tartışmaların genel seyrine bakıldığında konunun ağırlıklı olarak kadın mağduriyeti ekseninde ele alındığı ve bu bağlamda kadının toplumsal statüsü, eğitim sorunu, siyasete katılımı, şiddete uğraması ve istismar nesnesi olması gibi hususlar üzerinde durulduğu görülür. Din ve dinî gelenek söz konusu olduğunda ise meselenin bir sorunlar yumağı olarak neredeyse tamamen kadın imgesine indirgendiğine şahit olunur. Nitekim “İslam’da Kadın” ve benzeri başlıklar altında telif edilen birçok eserin gösterdiği üzere modern dönemde kadın İslam’ın yumuşak karnı olarak algılanır. Bu algının yaygınlık kazanmasında modernitenin tazyiki, İslam’ın kadınla ilgili ahkâmını ilkellik olarak tanımlayan oryantalistik söylemin tesiri gibi hâricî faktörlerin yanında aşıyı kendinden yaparak modernleşmeyi öneren tecditçi İslam söyleminin öz eleştirisi ile “İslamcı feminist” söylemin agresif şekilde meram anlatan bir dil geliştirmesi gibi dâhilî faktörlerden de söz edilebilir.
Toplumsal cinsiyet bağlamında tartışılan sorunlar özellikle iyi eğitimli muhafazakâr kadınların dünyasında da önemli bir yere sahiptir. Bununla birlikte muhafazakâr dünyada kadınların toplumsal cinsiyetle ilgili sorunlara yaklaşım biçimleri ciddi farklılıklar gösterir. Şöyle ki din ve dinî ahkâmı bütün yönleriyle sabit olarak gören, dinin bekasının sabitlikle kaim olduğunu düşünen ve bu yüzden dinî alandaki her yeni yoruma şüphe ve tereddütle yaklaşma refleksi gösteren hâkim gelenekçi bakış açısına sahip kadınlar için İslam ve müslümanların kadın konulu bir sorunları yoktur. Batı’nın bize bakmasından hareketle bizim kendimize bakmamızı zül addeden, dolayısıyla modernlik ve modernitenin tüm taleplerini en başından reddeden bu anlayışa göre dinde ve dinî gelenekte ne varsa hepsi yerli yerindedir; bu sebeple kadınla ilgili çağdaş sorular/sorunlar fıkhî tadilata dahi konu olacak bir önemi haiz değildir.
İslam’da kadın ve haklarıyla ilgili hiçbir sorun yoktur diyen, aksi yöndeki görüş ve düşünceleri Batılılaşma ve feminist söylemi içselleştirme olarak gören geleneksel anlayış, modern çağdaki verili durumu ve bu durumun beraberinde getirdiği sorunları, hatta “Biz kadınlar tarih boyunca hep ezilmişiz” diyen çok sayıda müslüman kadın bulunduğu gerçeğini görmezden gelmesi ve müslüman kitleleri kendi tarihselliklerinden kopuk hâlde, tabir caizse sosyolojik vakumda yaşayan insanlar gibi telakki etmesi hasebiyle sorunludur. Buna mukabil İslam tarihinin aslında yanlış yorumlar tarihi olduğunu ve aynı zamanda tarihsel tecrübenin kadın düşmanlığı üzerine kurgulandığını savunan “İslamcı feminist” söylem ile modern durumu terakki addeden, dolayısıyla naslardaki ahkâm ile modernite arasında mübayenet oluşması hâlinde nassları modernitenin talepleri doğrultusunda yorumlamayı yeğleyen “İslamcı modernist söylem” de çok ciddi biçimde sorunludur. Zira “İslamcı feminizm” ya da daha doğru bir ifadeyle bir tarafı İslam’a bakan feminist söylemde din ve dinî ahkâmla sürtüşme derecesinde bir hesaplaşma söz konusudur. Daha ziyade erkekler tarafından temsil edilen modernist İslamcı söylemde ise modernitenin rızasını kazanmak adına bütün bir dinî geleneği yok saymak, hatta tevil marifetiyle çağdaş Kur’an’lar oluşturmak bile söz konusudur.
Kanaatimizce toplumsal cinsiyet meselesinin günümüz İslam dünyasında ve dolayısıyla ülkemizde kadın merkezli olarak tartışılması, buna karşılık konunun ana-baba ve akraba hukuku gibi daha derin insanî ilişkileri de içeren bir sosyal bağlar/bağlılıklar çerçevesinde ele alınmaması, üstelik İslam ve kadın diye başlanan çoğu söze “sorun” ve “hak” gibi kelimelerle devam edilmesinin mutat hale gelmesi modern zamanlara özgü bir durumdur. Daha açıkçası, İslam dünyasının klasik dönemlerinde kadın bugünkü şekliyle külli bir sorun olarak algılanmamıştır. Ancak bu durum İslam tarihi boyunca kadınla ilgili sorunlar yaşanmadığı anlamına gelmez; bilakis geçmiş dönemlerde kadının erkekle yarışmak ya da aşık atmak gibi bir iddiası bulunmadığı için, toplumsal ölçekte kayda değer bir sorun olarak görülmediği, hâliyle İslam’ın yumuşak karnı olarak telakki edilmediği anlamına gelir. Geçmiş ile günümüz arasındaki bu büyük algı farkının temelde İslam dünyasının ötekilerle ilişkisine bağlı olduğu söylenebilir. Gelinen bu noktada, toplumsal cinsiyetle ilgili sorunların dinî açıdan ne şekilde ele alınması ve çözümle ilgili olarak ne tür tekliflerde bulunulması gerektiği merak konusu olabilir; ancak bunun için ayrı bir fasıl açılması gerekir.