'Anayasa hukukunca Kemalist Türkiye'

Bugün sizinle 1933’den 1953’e kadar İstanbul ve Ankara’da yaşayan, Darülfunun’un yerine kurulan İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde görev yapan, 1950 sonrası üniversitelerdeki tasfiye sürecine yüksek sesle itiraz etmesi nedeniyle görevden atılan ve 1953’de Almanya’ya geri dönen Ernest E. Hirsch’in anılarından, ilginç bulduğum bir kısmı sizlerle özetleyerek paylaşmak istiyorum.

Burada, CHP’nin altı okunun nasıl anayasanın bir parçası haline geldiği ve E. Hirsch’in süreçteki rolünü de göreceğiz. E. Hirsch anılarında tanıklık ettiği dönemle ilgili birçok önemli tespit yapıyor. Yaparken, Türkiye’deki tek parti iktidarını Hitler Almanya’sı ile de kıyaslıyor. Buradaki tespit belki de ileride Demokrat Partinin nasıl olup da CHP’den doğduğuna dair de bize bir fikir verebilir. Ve yine sanırım metin içinde Yargı erkine de ilginç bir mesaj var.

“Türk halkı, sadece bu tek parti, bu parti de, politik bakım dan birlik içinde bir parlamento aracılığıyla temsil edildiği halde, … altı ilkenin birden çok anlama gelebilmesi yüzünden tek bir politik çizgi oluşamıyor(du)… Bunun yerine, hükümetlerin kurulmasında, Meclis Başkanı seçimlerinde, parlamento komisyonlarının oluşmasında ve kanunlar üzerine yapılan parlamento tartışmalarında açıkça kendilerini belli eden, bazı akım ve yönler görülüyordu. TBMM, üyeleri sadece tek bir parti mensubu oldukları halde, Hitler döneminin Alman Rayhstag’ı gibi, ya da Doğu Berlin’deki Volkskammer gibi, politik nüfuzu sıfır olan bir evet efendimciler topluluğu hiç değildi… Bu niteliğiyle tek parti sistemi, Türkiye’deki işleyiş tarzıyla hiçbir şekilde peşinde maiyeti olan bir “Führer” devletine benzemiyordu. Bu sistem, devletin üst kademelerinden emir verilmeyen, yön verilen bir tür parlamenter demokrasi niteliğindeydi. Ama son karar mercii Parlamentoydu. Yasama erki de, sadece Parlamentodaydı. Parti programının altı ilkesinin, önde gelen politikacılar ve hükümet üyeleri için bağlayıcı olduğunu ayrıca belirtmeye gerek yok. Peki, bunlar, devlet memurlarıyla yargıçlar için de, hatta -bugün halk demokrasisi adı verilen yerlerde pek doğal kabul edildiği gibi- bütün halk için de davranışı yönlendiren bir etken olarak görülüyor muydu? … 1936 yılı başında, … “Devletçilik ve Ticaret Hukuku" konulu ilk konferansımda, Yargıtay'ın iki Genel Kurul kararını eleştirmiştim. Çünkü, söz konusu kararlarda mahkeme, o tarihte yürürlükte olan 1926 tarihli Ticaret Kanununun … iki hükmünü kelimesi kelimesine öyle yorumlamıştı ki, sanki özgürlük, sınırsızlık anlamına geliyordu ve sanki bu özgürlüğün kötüye kullanılması imkânsızdı. Aynen şu açıklamayı yaptım: “Her iki kararda da yazık ki devletçilik ruhunun eksik olduğunu görmekteyim; yani konferansımda sözünü ettiğim ve bu özgürlükleri de sınırlayan sınırlar dikkate alınmamıştır”.

O günkü anlayışa göre, en yüksek mahkemenin kararlarının eleştirilmesi, mahkemenin otoritesini sarsabileceği gerekçesiyle, pek yakışık alır sayılmadığı halde; benim eleştiri(m) bazı milletvekillerinin nezdinde … yankı yaptı… bu milletvekilleri Yargıtay üyesi bazı yargıçlarla konuşmuş ve benim gösterdiğim yolu niçin izlememiş olduklarını sormuşlar. Yargıçların cevabı …: “Nasyonal Sosyalist Almanya’da tek iktidar partisine ait ilkelerin devlet organları üzerinde de bağlayıcı etkisi olabilir. Ama Türkiye’de tek parti sistemine rağmen, Anayasa’nın 54’üncü maddesinde yargıcın tüm davalarda ve kararlarda sadece kanunla bağlı olduğunu belirten hüküm yer almaktadır. CHP’nin altı ilkesi, kanun gücünde değildirler ve dolayısıyla yargıçları hiçbir şekilde bağlamazlar”… birkaç hafta sonra, Recep Peker, …, Anayasa’da bir değişiklik yapılacağını ve altı ilkenin Anayasa metnine katılacağını açıkladı… 3 Şubat 1937’(de) … Anayasanın 2 maddesi şu şekilde değiştiril(ir) … “Türkiye devleti, cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, lâik ve inkılâpçıdır”. Böylece, iktidar partisinin altı ilkesi devlet hukukuna uygun biçimde Anayasa ilkesi haline gelmiş ve dolayısıyla herkes için bağlayıcı nitelik kazanmıştı. Böylece, farkına bile varmaksızın, Türk Anayasa hukukunun bir özelliğine katkıda bulunmuş oldum. Bu özellik 1961 Anayasasında da korunmuştur*. Yani, devlet hayatının yürütülmesinde yol gösterici ve bağlayıcı nitelik taşıyan belli ilkelerin konması … altı ilkenin parti programından Anayasaya aktarılması ile, o güne kadar, bir çeşit slogan gibi kullanılan “Kemalist” deyimiyle nitelenen devlet, Anayasa hukukunca Kemalist Türkiye oldu ve çok partili sisteme geçilmesinden sonra da böyle kaldı. Oysa, 1950’de yapılan tarihî seçim sonucunda ezici bir çoğunlukla iktidara gelen Demokrat Parti, seçimi kaybetmiş olan partinin programından alınarak Anayasanın 2. maddesine konmuş olan Kemalist Türkiye’nin bu altı özelliğini, rahatlıkla Anayasadan çıkarabilirdi. Ama bu olmadı. Demokrat partinin önde gelen politikacıları, kendilerinin de Kemalist ve Atatürk’ün eserine bağlı olduklarını, özellikle vurguladılar.”

* E. E. Hirsch, Hatıralarım, Türkiye İş Bankası Vakfı-Hukuk Fakültesi, 1985, s.348-350

YORUMLAR (40)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
40 Yorum