Görüşler

4 Kasım yaptırımlarının İran’a etkileri

4 Kasım yaptırımlarının İran’a etkileri

Tahran Üniversitesi’nde araştırmalarını sürdüren Abdullah Sayın, ABD’nin İran’a karşı yeniden devreye soktuğu yaptırımların olası sonuçlarını değerlendiriyor.

Dört Kasım tarihi, İran-ABD ilişkileri arasındaki en önemli kırılmalardan birisi olarak tarihe geçmiş ve bu minvalde iki ülke arasındaki ilişkilerde bu tarihe sembolik bir önem atfedilmiştir. Bu tarih ilk olarak Ayetullah Humeyni’nin 4 Kasım 1964 yılında Türkiye’ye sürgün olarak gönderilmesi ve 1979 İslam İnkılâbı’nın gerçekleşeceği tarihe kadar İran sınırları dışında yaşadığı dönemde karşımıza çıkmaktadır. İkinci olarak, 1979 İnkılâbı’ndan aylar sonra 4 Kasım 1979 tarihinde bir grup İranlı öğrenci/gösterici tarafından ABD Büyükelçiliği basılmış ve içerideki personeller rehin alındı. Bu süreçte ABD’nin başarısız askeri/istihbari operasyonları ile birlikte bu olay dünya gündemini uzun bir süre meşgul etmiş ve büyükelçilik çalışanları 444 gün boyunca rehin tutuldu. Elçilik baskını, o günden bu yana İran-ABD ilişkilerindeki en büyük kırılma noktası olarak değerlendiriliyor. Humeyni daha sonraları birçok konuşmasında “casus yuvası” olarak nitelendirdiği ABD Elçiliği’nin işgali için; “Bu, ilk devrimden daha önemli bir devrimdir” diyecektir. Üçüncü olarak, dönemin ABD Başkanı Jimmy Carter bu olayların etkisi ile 4 Kasım 1980 yılında gerçekleştirilen başkanlık seçimlerini Ronald Reagan’a karşı kaybetti. İran-ABD ilişkilerinde 4 Kasım tarihine denk gelen bu muhtelif olaylar her iki ülke halkı ve siyasilerinin hafızalarına kazındı. Bu nedenle son olarak ABD Başkanı Trump’ın 4 Kasım 2018 tarihinde imzalayarak yürürlüğe koyduğu bu yaptırımlara ilişkin tarihlere baktığımızda, ikili ilişkilerde bu tarihe karşı sembolik bir önem atfedildiğinin aşikâr olduğunu söyleyebiliriz. Peki, ABD tarafından ekonomik kriz vasıtası ile halk ve yönetim arasındaki gerilimin tırmandırılması, İran’ın bölgedeki faaliyetlerinin sınırlandırılması ve İran’ın  

ABD’nin istediği çizgiye gelerek Tump’a iç siyasette kullanabileceği işlevsel bir diplomatik zafer kazandırması vb. amaçlarla uygulanacak olan bu yaptırımlar, ilerleyen günlerde İran için nasıl bir ekonomik/politik süreç ortaya çıkaracak?  

İran ekonomisi, ABD yaptırımlarına yaklaşık olarak 40 yıldan bu yana çeşitli alanlarda ve düzeylerde maruz kalmakta. Özellikle BM kararlarıyla desteklenen 2006 ve 2010 yıllarındaki yaptırımlar, İran ekonomisinin 2010-2014 yılları arasındaki yaşadığı krizde birincil öneme sahip oldu. Bu süreçte ekonomisi büyük bir kriz yaşayan İran, 2015 yılında p5+1 ülkeleri ile birlikte masaya oturarak, “Nükleer programında sınırlamalara” dair bu tarihi anlaşmayı imzalamak durumunda kaldı. Bu anlaşma, İran ekonomisinin gelişmesi açısından önemli bir kapıyı aralayacak izlenimini oluşturdu ve nitekim 2016 yılında bu durum ekonomideki iyileşmeler ile etkisini göstermeye başlamıştı. Ancak başkanlık seçimlerinde Obama’dan sonra Trump’ın göreve gelmesi, İran için sürecin tekrar başa dönmesine neden oldu. ABD’de Trump’ın başkan olarak göreve gelmesinin ardından 8 Mayıs 2018 tarihinde Nükleer anlaşma ABD tarafından “tek taraflı” olarak yürürlükten kaldırıldı. Nükleer anlaşmanın yürürlükten kaldırılmasının hemen ardından uygulanacağı söylenen yaptırımlar, İran’da Haziran ayı ve sonrasında İran Riyali’nin döviz karşısında çok büyük oranda değer kaybetmesine yol açtı. İran Riyali’nin döviz karşısındaki bu yüksek değer kaybı İran’daki kronik ekonomik problemlerle birleşince, piyasaların hızlı bir çöküş yaşamasına ve enflasyon oranlarının çok kısa bir süre içerisinde aşırı yükselmesine neden oldu. 2018 yılının ilk aylarında 1 Dolar 4 bin Tümen (halkın kolaylık sağlaması amacıyla Riyal’den 1 sıfır atarak kullandıkları isim) bandında işlem görürken son günlerde 1 Dolar 15 bin Tümen bandında işlem görmekte. Piyasalardaki aşırı dalgalanma ve belirsizlik durumu ise henüz devam etmekte… 

4 Kasım’da yürürlüğe giren ikinci aşama yaptırımların İran ekonomisi açısından en önemli yönü, milli gelirin yüzde 20’sine tekabül eden “petrol ve doğalgaz” ihracatını doğrudan hedef alıyor olması. Yaptırımların ilk ayağı olan Ağustos ayına kadar geçen sürece baktığımızda İran’ın günlük petrol ihracatı 2,3 milyon varil bandında gerçekleşmişti. Ancak ilk aşama yaptırımların devreye girdiği ağustos ayından günümüze kadar İran’ın petrol ihracatı, 1,8 milyon varil düzeyine geriledi. İran, günlük petrol ihracatındaki düşüşü son aylardaki petrol fiyatlarındaki yükseliş ile dengeleyeceğini düşünüyordu ancak diğer ülkelerin petrol arzını artırma sinyalleri vermesi, piyasanın mevcut dengede devam edeceğine ve ilerleyen günlerde fiyatların aşağı yönlü hareket edeceğine işaret ediyor. İran açısından bu süreci olumlu kılan en önemli gelişme ise İran’ın petrol ihracatında büyük bir yere sahip olan ülkelerin, önümüzdeki 180 gün için ABD’den aldıkları muafiyet olacak. Zira bu 8 ülkenin satın aldığı petrol, İran’ın mevcut petrol ihracatının %75’ine tekabül ediyor. Trump’ın “Piyasadaki İran petrolünün sıfırlanması” söylemi, İranlılar tarafından “telafisi mümkün olmayan bir arz açığı” yaratacağı gerekçesi ile en başından bu yana gerçekçi olarak değerlendirilmese de bu süreçte bu 8 ülkenin aldıkları muafiyet karşılığında petrol alımlarını tedricen azaltacağı ve İran’ın günlük petrol ihracatının 1,3-1,5 milyon varil düzeyine gerileyeceği öngörülmekte. Tabi ki bu öngörünün gerçekleşmesinde ilerleyen günlerde ABD’nin bu ülkelere karşı sergileyeceği tavrın da hayati bir önemi var. Zira bu ülkelerin enerji ithalatında İran en önemli tedarikçi konumunda ve Türkiye gibi ülkeler için İran, enerji tedariği açısından vazgeçilemeyecek bir konumda. İran ekonomisi açısından kritik eşik ise bu sayının 1 milyon varilin altına düşmesi olacak. Zira İranlı yetkililerin öngördüğü petrol fiyatlarındaki yükselmenin, verilen muafiyetler ve petrol arzındaki küresel artış sebebi ile gerçekleşmeyeceği öngörülmekte. Trump’ın buradaki amacı ise petrol fiyatlarını mevcut seviyenin üstüne çıkartmayarak, İran ekonomisinin, petrol ihracatında bu seviyedeki bir azalmayı tolare edemeyecek hale gelmesi ve öngörülen krizle daha erken bir tarihte karşı karşıya kalması. İran ise bu krizin etkilerini azaltmak ve geciktirmek adına bir yandan AB ve diğer mevcut ülkelerle ABD hegemonyasına karşı siyasal/ekonomik işbirliği yollarını ararken diğer yandan petrol ihracatında önemli bir düşüş yaşamamak için mevcut alıcılarına iskontolu satış ve yaptırımlara takılmayacak alternatif satış yöntemleri önerisinde bulunmakta.  Ancak şu an ABD’den alınan petrol ihracatı muafiyeti, İran ekonomisi için kurgulanan kötü senaryonun şimdilik daha ileri bir tarihe kaldığını gösteriyor. 

"4 Kasım yaptırımları sosyal krizlere kapı aralamakla birlikte İran’ın bölgesel faaliyetlerinde tamamen olmasa da küçük geri adımlar atmasına neden olabilir."

İran’da haziran ayından bu yana yaşanan kriz, direkt olarak halkın alım gücüne yansıdığından, Ruhani hükümeti Haziran ayından bu yana küçük çaplı gösterilerle karşı karşıya kaldı. Ekonominin ana omurgasını oluşturan Çarşı esnafı ise bu duruma çeşitli düzeylerde tepki göstererek kepenk kapatma eylemi gerçekleştirdi ancak tutuklanan kişilere verilen ağır cezalar sonrasında bu eylemler şimdilik son buldu. Ancak bu süreçte Hasan Ruhani, kabinesinden birçok bakanı görevden almak zorunda kaldı veya kendileri istifa etti. İç siyaset açısından değerlendirilince Ruhani ülke ekonomisinin kötüye gitmesinden sorumlu tutulan birincil kişi olarak hem muhafazakârların ağır eleştirilerine hedef olmakta hem de mevcut oy potansiyelini ve popülaritesini gün geçtikçe kaybetmekte. ABD yaptırımlarına uzun yıllardan bu yana maruz kalan İran halkının ve siyasilerinin ekseriyeti, “ABD’nin 40 yıla yakın bir süredir İran’a yaptırım uyguladığını ve İran’daki rejimin sonunu getireceğini söylediğini ancak bunları söyleyen tüm başkanların giderken, rejimin yerinde kaldığını” söylemektedir. Bu süreç siyasiler tarafından “birlik” mesajları ile aşılmaya çalışılsa da alım gücü büyük oranda azalarak yoksullaşan halkın, hükümete ve rejime olan tepkisinin kısa sürede ortadan kalkmasına yetmeyecek. Mevcut yaptırımların etkilerinin ağırlaşması ise iç siyasette yaşanacak krizi derinleştirecek ve yeni sosyal sorunların yaşanmasını beraberinde getirerek Ruhani ve hükümetini giderek zora sokacaktır. Reformistlerin “İran’ın uluslararası sisteme entegrasyonu” hedefleri ise bir başka bahara kalacak gibi görünüyor… 

Donald Trump’ın İran ile masaya oturmak için sunduğu 12 maddelik plana bakıldığında, 4 Kasım yaptırımlarının İran’ın nükleer çalışmalarından ziyade dış politikası ve bölgesel faaliyetleri ile ilgili olduğunu anlamak mümkün. Zira bu maddelerin çoğunluğunun doğrudan, İran’ın Suriye-Irak-Yemen-Lübnan-Afganistan gibi ülkelerdeki faaliyetleri ve bölgede Suudi Arabistan-BAE ve İsrail karşıtı politikaları ile ilintili bir şekilde kaleme alındığı aşikâr. Ekonomik anlamda köşeye sıkıştırılarak bölgede etkinsizleştirilmek ve masaya oturtulmak istenen İran’ın yerine getirmesi gereken bu talepler, İran’ın hem güvenlik anlayışı ile hem de bölgesel politika anlayışı ile tamamen zıt bir durum ortaya çıkarmakta. Bu bağlamda İran’ın bölgesel politikalarına bakıldığında müesses nizam, “İran’ın güvenliğinin sınırları içerisinde değil de sınırları dışarısında tesis edilmesi gerektiğinden, İran’ın sınırları dışında güç unsurları oluşturması gerekliliği” ile “İsrail’in ve Suudi Arabistan’ın sınırlarına en yakın yerden markaja alınması gerektiği” fikrini öne sürmekte. Bununla birlikte İran, bölgedeki etkinliğini korumak ve artırmak adına Suriye, Irak gibi ülkelerde milis güçleri ile hareket ederken, Suudi Arabistan ile mücadelesinde Yemen’deki Husiler, İsrail’in çevrelenmesinde ve bölgesel politikalarında ise Lübnan’daki Hizbullah ile dirsek teması kurmaktadır. Bu politikalar İran müesses nizamı açısından, İran’ın güvenliği ve geleceği adına son derece önemli olarak görülmektedir. Bu bağlamda mevcut yaptırımlar sonrasında İran, ekonomisinde karşılaşacağı krize ve buna mukabil yaşayacağı sosyal sorunlara rağmen bölgesel faaliyetlerinin kapasitesini azaltsa da bunları sıfıra indirmeyecektir. 

Özetle, 4 Kasım yaptırımları İran’ın ekonomisini büyük ölçüde zora sokacaktır. Bu süreç, içeride çeşitli sosyal krizlere kapı aralamakla birlikte İran’ın bölgesel faaliyetlerinde tamamen olmasa da ufak geri adımlar atmasına neden olabilir. İran ise bu süreçte AB ülkeleri, Çin, Rusya, Türkiye, Hindistan gibi ülkelerle yakın ilişkiler kurarak siyasal destek sağlamanın ve ekonomik anlamda yaşayacağı krizi hafifletmenin alternatif yollarını arayacaktır. İran’ın, bölgesel politikalarında ABD’nin talep ettiği gibi önemli bir değişimi yaşaması imkânsız göründüğünden, Trump’ın istediği şekilde mevcut talepleri yerine getirerek anlaşma masasına oturması oldukça zor görünüyor. ABD’nin etkin yaptırım gücü ile bu süreçten beklentisi;  kendi sınırları içerisine hapsolmuş, içeride rejim-halk gerginliği ile giderek köşeye sıkışan, ABD ve müttefiklerinin çıkarlarına tehdit oluşturmayan bir İran rejimi. Bu süreç, her ne kadar içerisinde bulunduğu krizi atlatmak için İran’ı bölgesel ve uluslararası ittifaklar kurmak mecburiyetinde bıraksa da; içeride yaşayacağı kriz ve uluslararası alandan tecridi ile orantılı olarak bölgesel krizlerin tetikleyicisi de olabilir... 

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir