Görüşler

Doç Dr. Murat Somer yazdı: Başkanlık kurumlar ve ekonomi

Doç Dr. Murat Somer yazdı: Başkanlık kurumlar ve ekonomi

Koç Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Doç. Dr. Murat Somer, Türkiye ekonomisi ve kurumların işlevselliğini başkanlık tartışmaları bağlamında kaleme aldı.

Bugünlerde gündemi belirleyen iki konu olan ekonomi ve başkanlık meselesi birbiriyle yakından ilişkili. Bunun bir nedeni siyasal sistemin ekonomik gelişmeye etkisi. Dünyada başkanlık modelleriyle parlamenter sistemin ekonomik perfomansını karşılaştıran geniş ve gelişen bir bilimsel neşriyat var. Hâkim görüşe göre başkanlık ekonomik büyümeyi, enflasyonu, üretkenliği ve -belki en önemlisi, gelir dağılımını- ciddi derecede olumsuz etkiliyor. Bu veriler ışığında başkanlık sistemi çok riskli bir seçim. Üstelik iktidar partisinin en çok övündüğü geçmiş ekonomik başarılarının da yine parlamenter sistemde gerçekleştiğini değerlendirirsek.

Ama Türkiye özelinde bence daha başkaca önemli riskler mevcut. Asıl sorun, gerek başkanlık meselesinde gerekse ekonomide istenen değişikliklerin gerekçelerinde yatıyor. Her iki konuda da iktidar kanadındaki algılar, Türkiye’nin görece başarıları kadar başarısızlıklarına dair çok sorunlu bazı teşhislerden ve beklentilerden besleniyor. Bu her iki konudaki motivasyonlar birbirine benziyor ve birbirini destekliyor.

Uzun zamandır her iki konuda da iktidar ve tabanındaki geniş bir kesim, devraldığı “Cumhuriyet kurumlarına” (parlamenter model, laiklik ilkesi, AYM, Merkez Bankası, eğitim sistemi vb.) oldukça sorunlu bir zaviyeden bakıyor. Bu kurumlara “rağmen” başarılı olduğunu düşünüyor.

Oysa tam tersine, bana kalırsa, Adalet ve Kalkınma Partisi bu kurumlar sayesinde ve bu kurumların (hiç kuşkusuz çok ciddi olan) kusur ve eksiklerini düzeltmeyi vaad ederek başarılı oldu. Bunu yaptığı ölçüde en önemli başarılarını kazandı. Ak Parti’nin bu kurumlarla büyük çatışmalar yaşadığı ve birçok kez de haksızlıklara maruz kaldığı doğru. Ama bunların nedeni bizatihi bu kurumların kendisi değildi. Bu kurumları yönetenlerin yeterince uzak görüşlü ve adil olmayan yanlış kararlarıydı. Kurumların yeterince şeffaf, demokratik ve kucaklayıcı olmamalarıydı.

TÜRKİYE’NİN DÜNYADAKİ İMAJI

Adalet ve Kalkınma Partisi bu kurumları demokratikleştirmek ve ıslah etmek (reforme etmek) yerine “fethetmek” (özetle ehil insanlardan alıp “bizden” gördüklerine vermek) ve yıkıp yeniden inşa etmek mantığıyla hareket ettiği ölçüde de kendi bindiği dalı kesti ve başarısız oldu.

İktidar partisinin son yıllara dek görece ekonomik başarıları dört kaynaktan beslendi. Küresel ekonomide likidite bolluğunun yaşandığı bir dönemde Türkiye’nin imajını, fiyat istikrarını ve yatırım ortamını iyi yönetti. Peki, bunu nasıl yaptı? Kendisinden önceki koalisyon hükümetinin ıslah ettiği ve özerkleştirdiği finansal kurumları (Merkez Bankası’ndan BDDK’ya) korudu ve geliştirdi. Bu kurumlara ve genelde ekonomi yönetimine, her ne kadar kendi tabanından insanları kayırmalar olsa da, sonuçta ehil isimleri getirdi. Bütçe disiplinini devam ettirmekte ve geliştirmekte oldukça başarılı oldu ve iç ve dış yatırımcılara güven verdi.

Türkiye’nin dünyadaki hem Müslüman hem de laik-demokratik imajını (kendi İslamî muhafazakâr kimliğinden de yararlanarak) pekiştirdi hatta markalaştırdı. AB sürecini devam ettirdi. Türkiye’nin, dünyada yükselen ve zamanla Batı’yı hatta dünyayı dönüştürebilecek olan ama bunu yaparken de dünyayla kavga etmeyen ve tehdit oluşturmayan, “uzun vadede küresel bir güç olma potansiyeline sahip ülkeler” grubuna dâhil imajını geliştirdi. Bu, Türkiye’ye dünyada duyulan güveni ve ülkenin yumuşak gücünü pekiştirdi. Kısa ve uzun vadeli dış yatırımların ülkeye akmasını kolaylaştırdı. İhracatı artırdı. Turizm ve enerji hatları gibi jeopolitik yatırımlar gelişti.

Tüm bu alanlarda kendisinden öncekilerin kurdukları kurumları yıkarak değil geliştirerek başarı yakalandığını görüyoruz. Oysa algılama ve teşhisler pek de böyle olmadı.

Aynı dönemde, o zamana dek ülkede yeterince söz sahibi olmadığını düşünen geniş toplumsal kesimler, ekonomi alanında Anadolu Kaplanları ve yeni orta sınıflar nezdinde sembolleşen yeni bir özgüven kazandı. Kendilerini ülkenin daha eşit sahipleri olarak hissetmeye başladı. Bu, demokrasi açısından çok önemli (ama tek başına yeterli olmayan) bir kazanım. Elbette bu ekonomide de gerek tüketim gerekse de girişimcilik yoluyla önemli bir itici güç oldu. Ancak bu “moral gücün” tek başına, yani bahsettiğim kurumlardan bağımsız olarak ekonomik başarıyı açıklayamayacağını ve devam ettiremeyeceğini vurgulamak gerek. Buna yazımın sonunda döneceğim.

Uzun dönemde ekonomik kalkınmanın en önemli belirleyicileri üretkenlik ve (eğitim dâhil) yatırımdır. Bu dönemde sağlık hizmetleri ve ulaşım gibi hizmetlerde, çalışanlar ve yoksullar lehine çok önemli iyileşmeler oldu. Keza sosyal yardımlarda “yeni muhafazakâr” yöntemler kullanılarak önemli artışlar sağlandı. Bu iyileşmelerin normalde emek üretkenliğini olumlu etkilemesi beklenir ancak bildiğim kadarıyla henüz saptanan fazla olumlu bir etkisi yok. Bunun nedenini tam olarak bilmiyoruz. Yerinde sayan iç tasarruflarla beraber üretkenlikte kaydadeğer bir artış olmaması, uygulanan ekonomik modelin belki en zayıf tarafı.

Bunun bir nedeni uygulanan sosyal yardım modelinin “devlet temelli vatandaşlık hukuku”nu geliştirmek yerine, hayırseverlik temelli belli kişilere, organizasyonlara ve bir partiye bağımlı bir model olması olabilir. Bununla birlikte eğitim alanında 2012 yılındaki radikal 4+4+4 düzenlemelerine dek kısmi başarılar kazanıldığını söylemek mümkün. Ama son PISA sonuçları gösteriyor ki bu konuda da reform yolundan çıkıldığından beri hızlı bir gerileme söz konusu.

Bir başka olası neden olarak uygulanan ekonomik modelin beşerî ve doğal kaynak maliyetini vurgulamak gerekiyor. Son 13 yıl sağlanan büyüme, dış borç yanında doğayı ve emeği aşırı çalıştırarak kazanılan bir büyüme oldu. Çalışan haklarının ve iş güvencesinin işverenler ve sermaye lehine yoğun bir şekilde aşındığı bir dönem yaşandı. Bir yandan da ülkenin başta toprak olmak üzere doğal sermayesinin yoğun bir şekilde tüketildiği bir dönem… Ülkenin tarihsel, kültürel, çevre ve ortak yaşam açısından en değerli arazileri kısmen, enerji gibi kısa vadeli üretken yatırımlarda kullanıldı. Ama en çok da inşaat gibi tüketime yönelik alanlarda kullanıma açıldı. İktidarın bu politika tercihlerinin mutlaka uzun vadeli büyümeye olumsuz etkisi olacak. Bu maliyetler (özel dış borçlar gibi) bir gün ödenecek. Çok çalışan, sağlıksız ortamlarda yaşayan ve hak ettiği eğitimi alamayan insanlarımızın üretkenliği de ancak bir yere kadar artabilecek.

‘NİYETLENMEYEN SONUÇLAR’

Ekonomide de siyasal sistemde de alınan kararların en hesaplanamayan sonuçları “niyetlenmeyen sonuçlar” dediğimiz  türden sonuçlardır. Örneğin daha demokratik bir sistem inşa etmek niyetiyle, kâğıt üzerinde keskin bir kuvvetler ayrılığına dayanan bir başkanlık modeli tasarlayabilirsiniz. Ama bu kuvvetler ayrılığı erkler arasında öyle çatışmalar yaratabilir ki bir süre sonra netice tam tersi, yani gücün tek elde toplanması olur. Kuvvetler ayrılığının zayıflamasıyla sonuçlanır. Bu sonuç özellikle Siyasal Partiler Kanunu’nda, seçim sisteminde gerekli düzenlemeler yapılmazsa, eğitim ve ekonomi gibi alanlardaki özerk kurumlar ve hukuk devleti güçlendirilmezse gerçekleşecektir. Dünyada başkanlık sistemlerinin çoğunda da böyle olmuştur.

Ekonomide de benzer bir durum söz konusu. Üniversitedeki ofisimin kapısında uzun yıllardan beri çok sevdiğim bir karikatür asılıdır. Sanırım komünizmden piyasa sistemine geçen ülkeler üzerine okuttuğum bir ders kitabında görmüştüm ilk kez. Bu karikatürde, tahtına kurulmuş bir kral, önünde direktiflerini bekleyen vezirine “ekonomi başlatıla” demektedir. Tabii bu buyruk ekonominin mantığına tamamen aykırıdır. Ekonomi kimsenin buyruğuyla başlamaz ve gelişmez. Ekonomiyi başlatan ve işleten şey, süpermarketteki müşteriden çiftçisine, küçük esnaftan holding CEO’suna milyonlarca insanın “bağımsız” kararları ve eylemleridir.

SERMAYEYE GÜVEN VERMEK

Yukarıdan gelen emirler ve temenniler ise insanlar ne kadar uyarsa uysun çoğu kez geri teper. Diyelim ki para biriminizi korumak için insanlardan ellerindeki dövizleri bozdurmalarını istediniz. Onbinlerce insan da iyi niyetle ve yukarıda bahsettiğim moral güçle bunu yaptı. Bozdurdukları yabancı para biriminden tasarruflarının da bir bölümüyle harcama yaptılar. Sonuç enflasyon ve paranızın daha da değer kaybetmesi olabilir. Daha da önemlisi, insanlara paranızın değerini korumak için radikal tedbirler almak zorunda kaldığınız imajını vermiş olursunuz. Yatırımcılar paranızdan ve ekonomizden daha da kaçar ve ülke parasının değeri daha da düşebilir.

Dolayısıyla politika yapıcıların ekonomileri için yapabilecekleri en iyi şey önce eğitime, güvenliğe, hizmetlere ve doğaya saygılı altyapıya yatırım yapmak ve belki özel sektöre destek olabilecek stratejik bazı malları üretmektir. Sonra da içeride ve dışarıda insanlara güven verecek kurumları ve hukuk devletini kurmak ve yönetmektir.

Sonuçta yine kurumlara dönmüş olduk. Gerek başkanlık sisteminde gerekse de ekonomi politikalarında hedef Cumhuriyet kurumlarını yıkmak değil korumak, fethetmek değil demokratikleştirmek ve ıslah etmek olmalı. Üretim, teknoloji ve bilgi getiren türden ve hedef, demokratik hukuk devleti güvencesi arayan sermayeye güven vermek olmalı. Aksi takdirde kâğıt üzerindeki niyetler ne olursa olsun Türkiye ileriye değil geriye gidecektir.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir