Görüşler

Doç. Dr. Sinem Akgül Açıkmeşe yazdı: Türkiye-AB katılım sürecinde yolun sonu mu?

Doç. Dr. Sinem Akgül Açıkmeşe yazdı: Türkiye-AB katılım sürecinde yolun sonu mu?

Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Sinem Akgül Açıkmeşe, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde bugün gelinen noktayı ve alternatif arayışlarını kaleme aldı.

DOÇ. DR. SİNEM AKGÜL AÇIKMEŞE

Türkiye ve Avrupa Birliği arasında yıllarca umutla beklenen üyelik müzakereleri başladığında, bu sürecin sonucunun önceden garanti edilemeyecek açık-uçlu bir nitelik taşıyacağı taraflarca benimsenmişti. İşin doğası gereği bilinmezlikler içeren on bir yıllık bu müzakere serüveni on altı faslın açılmasına, açılanlardan sadece birinin geçici kapatılmasına, 2005’te imzalanan Ek Protokol’ün Türkiye tarafından tüm üyeleri kapsayacak şekilde uygulanmaması gerekçesiyle sekiz faslın AB Konseyi’nce bloke edilmesine ve altı faslın da görüşmelere açılmasının Güney Kıbrıs vetosuna takılmasına sahne oldu. Böylece, genişleme tarihinde Portekiz’e ait yedi yıllık en uzun müzakere süreci rekorunu Türkiye örneğinde kıran AB’nin elinde Türkiye ile açabileceği birkaç fasıl kaldı. AB Konseyi’nin Aralık 2006’daki Türkiye ile müzakereye açılan fasılların kapatılmayacağına dair kararı geçerliliğini korurken ve Türkiye-AB arasında müzakereler halihazırda donma noktasındayken, Avrupa Parlamentosu’nun Kasım 2016’da Komisyon ve üye devletlere Türkiye ile müzakerelerin geçici olarak dondurulması çağrısı geldi. Türkiye’deki iç gelişmeleri gerekçe gösteren Avrupa Parlamentosu’nun tavsiye nitelikli bu kararıyla beraber gözler yeniden Brüksel’e çevrildi. Acaba Parlamento’nun altını çizdiği malûm, AB siyasetçileri tarafından ilan edilecek miydi?

Mayıs 2016’da gerçekleştirilen araştırmaya göre Türk halkının sadece yüzde 6,8’i AB’nin alternatifi olarak Şangay İşbirliği Örgütü’nü görüyor.

3 Ekim 2005’te başlayan müzakerelerin yol haritasını çizen Çerçeve Belge hükümleri uyarınca, müzakerelerin dondurulması için Türkiye’nin, Avrupa Birliği’nin temel değerlerini “ciddi ve sürekli ihlal” etmesi halinde Avrupa Komisyonu’nun tavsiyesi üzerine Avrupa Konseyi’nin nitelikli çoğunlukla karar alması gerekir. Avrupa Parlamentosu’nun bağlayıcı nitelik taşımayan tavsiye kararı siyasi bir baskı yaratsa da AB liderleri müzakerelerin kesilmesine dair bu resmi yolu izlemedi. 13 Aralık’taki Genel İşler Konseyi’nde AB dışişleri bakanları, Avusturya’nın tüm itirazlarına rağmen müzakerelerin dondurulmasına dair süreci tetikleyecek bir karar almadı. Buna karşılık, Avusturya vetosu nedeniyle üzerinde uzlaşma sağlanamayan sonuç bildirgesinin 23. paragrafına mevcut koşullar altında yeni bir müzakere faslının açılmamasına ilişkin bir hüküm eklendi. Yine de “taahhütlere ve katılım müzakerelerindeki yerleşik koşulluluğa tam uyumun AB-Türkiye ilişkilerinin tüm potansiyeline erişimine katkı sağlayacağı” görüşüne yer verilerek, uzlaşmacı bir dil kullanıldı. 15 Aralık Zirvesi’nde ise Türkiye ile müzakereler gündeme alınmadı.

HALK ALTERNATİF OLARAK GÖRMÜYOR

Tüm bu gelişmeler neticesinde, zaten felç olan müzakere sürecinin yeni bir fasıl açılmasının engellenmesiyle can çekişir hale geldiği aşikâr. Eğer olumlu açıdan bakabilirsek, bundan böyle müzakere sürecinin sadece kağıt üzerinde devam edecek olması, en azından AB hayallerinin henüz yıkılmadığına işaret ediyor. Ayrıca, AB dışişleri bakanlarının AB-Türkiye arasında mevcut yerleşik mekanizmaların katılım müzakerelerini tamamlayacağını belirtmeleri (13.12.2016 tarihli Genel İşler Konseyi Sonuç Bildirgesi 16. paragraf) kamuoyunda “AB işi bitti” diyenlere şimdilik bir yanıt niteliğinde.

AB’nin Türkiye’ye kapıları tamamen kapatamamasının bir nedeni, Mart 2016’da varılan göç mutabakatı. Bu kapsamda, Türkiye’den Yunan adalarına kaçan göçmenlerin toplam sayısının (AB Komisyonu’nun 8 Aralık 2016 tarihli raporu uyarınca, Mart 2016 öncesindeki sekiz ayda 865.425 iken, sonraki sekiz ayda 22.838’e) düşmesi ile Ege Denizi’nden geçerken yaşanan kayıpların azalması bu mutabakatın başarı göstergeleri arasında değerlendiriliyor. Alman Şansölyesi Angela Merkel’in Avrupa Parlamentosu’nun tavsiye kararının ardından, AB ve Türkiye’nin göç uzlaşısı çerçevesindeki taahhütlerini karşılıklı olarak yerine getirmeleri gerektiğini vurgulaması ve anlaşmanın başarısızlığı halinde bir B planının bulunmadığını söylemesi, Türkiye-AB ilişkilerinin mevcut şartlarda göç-vize serbestisi-katılım süreci üçgeninde kilitlendiğini ortaya koyuyor. 15 Aralık’taki AB Zirvesi’nde müzakere sürecini tartışmayan liderlerin AB-Türkiye arasındaki Mart 2016’daki anlaşmaya dair taahhütlerini yinelemelerini de bu çerçevede okumamız lazım.

2000’lerin başında Türkiye’nin iç siyasi dönüşümünde mucizevi bir çıpa etkisi yaratan AB katılım sürecinin ilke olarak devam ettiği unutulmamalı.

AB Türkiye’ye üyelik kapılarını resmen kapatmasa da üye devlet liderlerinin ekonomik yaptırımlar veya müzakerelerin dondurulması gibi tedbirler içeren söylemleri ile Birlik düzeyinde alınan çeşitli olumsuz kararlar, Türkiye’nin ara ara dile getirdiği alternatif ittifak arayışını tetikliyor. Bu çerçevede, Avrupa Parlamentosu kararının hemen ardından Şangay İşbirliği Örgütü’ne üyelik konusu yeniden gündeme taşındı. Mayıs 2016’da Kadir Has Üniversitesi tarafından gerçekleştirilen kamuoyu araştırmasına göre Türk halkının sadece %6,8’i AB’nin alternatifi olarak Şangay İşbirliği Örgütü’nü görüyor. Türk halkının AB yerine düşündüğü diğer alternatifler arasında NATO-AB ilişkilerinin geliştirilmesi (%19,8), İslam Konferansı Örgütü’ndeki rolün artırılması (%17,6), Rusya ile stratejik işbirliği kurulması (%14,8) ile Türk Birliği kurulması (%9) fikirleri yer alıyor. Her ne kadar halkın görüşlerinin politik gelişmelerle şekillendiğini söylemek mümkünse de AB’nin alternatifi olmadığını düşünenlerin sayısı (%19,7) siyasetçilerce dikkate alınmalı.

YERLEŞİK MEKANİZMALAR...

Bu noktada Türkiye, AB ile ilişkilerinde girdiği çıkmazda, AB ile ipleri koparmak ve AB’nin alternatiflerini aramak yerine, AB tarafından da dile getirildiği üzere yerleşik mekanizma ve politikaların derinleştirilmesine odaklanmalı. Bu görüş, bakanların “Türkiye’nin pek çok alanda AB’nin ana ortağı olduğu” vurgusuyla, Türkiye-AB arasındaki ilişkilerin “göç, terörizmle mücadele, enerji, ekonomi ve ticaret” alanlarında daha da derinleştirilmesine (13.12.2016 tarihli Genel İşler Konseyi Sonuç Bildirgesi 16. paragraf) dair önerileri ile pekiştirilebilir. Daha da önemlisi, Türkiye’nin AB kurumları ve üye devletlerle tüm diyalog kanallarını katılım sürecinin ilerlemesi açısından açık tutması gerekir. Nitekim 29 Kasım’da Brüksel’de düzenlenen Türkiye-AB Sivil Toplum buluşmaları kapsamında bir konuşma yapan AB Bakanı Ömer Çelik’in AB’ye yönelik “23. ve 24. fasılları açın, gerçekçi bir müzakere yapalım, hukuk devletini beraber geliştirelim” çağrısının katılım sürecinin gelişimi açısından önemi açık. Sonuç itibarıyla, 2000’lerin başlarında Türkiye’nin iç siyasi dönüşümünde mucizevi bir çıpa etkisi yaratan Avrupa Birliği katılım sürecinin ilke olarak devam ettiği unutulmamalı. Ne de olsa, çıkmadık candan umut kesilmez.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir