Görüşler

Prof. Dr. Ramazan Gözen: İdealizmden reel politiğe dönüş mü?

Prof. Dr. Ramazan Gözen: İdealizmden reel politiğe dönüş mü?

Türkiye’nin dış politika vizyonu köklü bir değişimin eşiğinde mi? Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Prof. Dr. Ramazan Gözen kaleme aldı.

[Karar]
PROF. DR. RAMAZAN GÖZEN

Uluslararası ilişkiler, kimilerine göre artık modası geçmiş ama bana göre önemi ve açıklama gücü hiçbir zaman bitmemiş olan idealizm-realizm tartışması (yani birinci büyük tartışma) ışığında analiz edilmeye devam edilebilir. İnsanlık tarihi boyunca gündemde olan ve üzerine çok sayıda kitap yazılmış bu iki ekol, aslında sadece uluslararası ilişkiler için değil, aynı zamanda genel insan yaşamının tam merkezinde yer alan kılavuz gibidir.

Temel soru; insan ve toplum hayatı maddi ve somut gerçeklere göre mi yoksa sahip ve ait olduğu değerlere ve ideallere göre mi şekillendirir ya da şekillendirmelidir? Bu sorunun en kestirme cevabı: Hayat somut gerçekler ile soyut ideallerin buluştuğu/örtüştüğü bir düzlemde devam etmektedir. İnsanın başarısı veya başarısızlığı esasen bu örtüşmeyi ne kadar doğru ve dengeli bir şekilde sağlayabildiğiyle orantılıdır. İdealler ulvi, ağır ve üst düzeyde erdemler içerirken gerçekler çetin ve pratik zorluklarla doludur. Başarı, ideallerin ışığında engellerin aşılabildiği noktada gerçekleşen bir durumdur. Aynen bir milyondan fazla adayın yarıştığı üniversitelere giriş sınavındaki bir öğrencinin idealini gerçekleştirebilmesi için rakiplerinden daha fazla soruyu cevaplaması gerektiği gibi. Ama daha çarpıcı örnek, bugün yedi milyardan fazla insanın yaşadığı dünyada ideallerin gerçekleşmesi için birey, toplum veya devletin uygulaması gereken politikalar söz konusudur. Bu son örnek, genel anlamda siyasetin; dar anlamda ise uluslararası ve küresel siyasetin şekillenmesiyle ilgilidir ve çok kritik bir konudur.

Türkiye, bir yandan tarihsel ve jeopolitik varlığı nedeniyle devasa ideallere sahip ama diğer yandan da mevcut kapasitesi ve şartları nedeniyle reel politik gerçekliklerle sınırlandırılmış bir ülke ya da devlettir. Türkiye siyasetinin yaklaşık bir asırdır karşı karşıya bulunduğu durum, işte bu ikilemin sağlıklı ve başarılı bir şekilde yönetilmesi sorunudur. Kemalist ulus-devletçi Türkiye Cumhuriyeti, bu ikilemin özellikle dış politika bağlamında sadece gerçekler ve reel politik boyutuna yoğunlaşırken ve böylece Türkiye’yi kabı içine sıkıştırma yanlışlığını yaparken, Turgut Özal’dan Ahmet Davutoğlu’na  medeniyet merkezli anlayış genel olarak idealler boyutuna yoğunlaşarak Türkiye’nin kabını aşması yönünde hareket doğurmuştur. Bu çerçevede, Kemalist iktidarlar ve liderler Türkiye’nin hemen yanındaki gelişmelere bile genelde tutucu ve pasif yaklaşıp kendisini reel politik şartlara sınırlamışken, 1990-1991 Irak savaşı sürecinde ve sonrasında Turgut Özal’ın ama özellikle 2011-2015 Arap Baharı dönemindeki AK Parti’nin dış politikası, komşularına ve çevresine şekil ve yön vermeye çalışma idealiyle kapasitesini aşan süreçlere müdahil olmuş ve hem kendisinin hem bölgesinin şartlarını sarsmıştır.

Kemalist siyaset ve dış politika, Türkiye’yi zengin renklerini ve tecrübesini göz ardı edip ulusal ve uluslararası şartların ve gerçekliklerin sınırları içinde ülkenin dünya ve bölgesiyle bağlarını özellikle BM ve NATO gibi klasik ‘devletler arası ilişkiler ve kurumlar’ üzerinden kurmuşken, AK Parti siyaseti ve dış politikası cihan/küresel devlet mefkuresiyle Afrika’dan Asya’ya Balkanlar’dan Kafkaslar’a ve Ortadoğu’ya ‘sosyal ve medeniyet’ derinliklerinde etkinlik sağlayabilmek için çaba sarf etmiş, hatta “Dünya 5’ten büyüktür” retoriği çerçevesinde dünya sistemine meydan okumuştur. Ben bu iki bakış açısının da anlaşılabilir saiklerinin olması nedeniyle uygun ve doğru olduğunu, ancak aynen yukarıda belirttiğim bağlamda, ideal politika ile reel politika örtüşmesini ve dengesini sağlıklı ve rasyonel bir şekilde kuramadıklarını düşünüyorum. Bu bağlamda, AK Parti siyaseti ve dış politikası özellikle 2011 Arap Baharı’nın başlangıcına kadar idealizm ile realizm arasında dengeli ve başarılı bir strateji izlerken, 2011 Arap Baharı ve özellikle Mısır ve Suriye devrimleri sürecinde ideallerini aşırı şekilde gererek ve reel politiği fazlaca ihmal ederek dengesiz bir sürece girmiştir. Ve bu dengesizliğin kendine ve bölgesine tahrip edici sonuçlar doğurduğu besbelli ortaya çıkmıştır.

Türkiye’nin medeniyet perspektifli bu dış politikası, Kemalist reel politikçiliğin dar dünya görüşünü haklı olarak aşmaya ve telafi etmeye ve hatta makul bir idealizmle bölgesel ve küresel açılımlar yapmaya çalışırken, bu açılımlarını reel politik ile makul ve sağlıklı bir şekilde örtüştüremediği gibi, romantik bir ideal politikaya kapılmıştır. Hattı zatında, reel gerçekliğe aykırı olan bir ideal politiğin, ancak ütopyacılık olarak tanımlanması gerektiği vurgulanmalıdır. Zira Türkiye, ütopik politikasıyla (henüz) taşıyamayacağı kadar ağır bir yükün altına girmiş, bu yükü taşıyacak kadar maddi ve politik kapasitesi olmadığı için çok ciddi sıkıntılarla karşılaşmıştır. Özellikle jeopolitik, askeri, güvenlik, terör, turizm ve ekonomik zorluklar şeklinde tezahür eden bu sıkıntıların artık canını yakmaya başladığını gören Türkiye, gerçekten şaşırtıcı ama çok kritik iki büyük hamle yapmıştır:  İsrail ve Rusya ile yakınlaşmaya başlamış olup diğer ülkelerle devam edeceği beklenmektedir.

Türkiye’nin İsrail, Rusya ve muhtemelen diğerleri ile restorasyon politikaları geliştirmesini, dar bir açıdan son beş yıllık dış politika hatalarının tamiri olarak değil, geniş bir açıdan AK Parti dış politika yapımının idealleriyle reel politikayı makul ve makbul bir şekilde ‘tekrar’ örtüştürme çabasının başlangıcı olmasını diliyorum. Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere AK Parti yönetiminin, sadece “zararın neresinden dönülürse kârdır” gibi basit bir pragmatizm içinde olmaması ama daha köklü bir revizyon paradigması geliştirmesi gerektiğini düşünüyorum. Böyle bir sürecin ampirik kılavuzu 2002-2010 dönemindeki ‘fabrika ayarlarını’ şartlara göre canlandırmak, felsefi/teorik kılavuzu ise idealizmin ağırlığıyla realizmin zorluklarını göz önünde bulundurarak yepyeni bir yol haritası çizmek olabilir. Bu iki düzeyli restorasyonun basit bir hesapla Rus turistlerinin yeniden kazanılması veya İsrail ile doğalgaz ve benzeri maddi ilişkilerinin geliştirilmesi ile yetinmemesi ama tarihten, gelenekten ve medeniyetten tevarüs eden adalet, ahlak ve liyakat gibi değerleri, küresel cari değerler ve dinamikleri ile makul ve mütevazı bir şekilde bütünleştirmesi gerekir.

Bunun sonucunda Türkiye, bunlar ve diğer ilgili faktörler ışığında Suriye başta olmak üzere tüm bölgede savaşın yerine barışın yaygınlaştırması yönünde cesaretli adımlar atmalıdır. Türkiye’nin gerek idealizminde gerekse pratiğinde çok önemli bir yere sahip olan ‘barış vizyonu’, tahkim ve tatbik edilmelidir. ‘Yurtta Barış Dünyada Barış’ ilkesinin ve Başbakan Yıldırım’ın “Düşmanlarımızı azaltıp, dostlarımızı artıracağız” hedefi çerçevesinde, Türkiye hem içeride hem dışarıda barış vizyonuna uygun bir rotaya girmelidir. Bu barış rotası, bir yandan Kürt sorunu ve terörle mücadele politikasıyla diğer yandan da Suriye politikasıyla yüzleşmelidir. Siyasal sorunlarla yüzleşmenin faydası, reel politiğin acı ve somut zorluklarını aşarak, sınırların içindeki ve ötesindeki aktörlerle ortak değerler çerçevesinde yeni bir toplumsal ve siyasal düzen oluşturmaya başlamaktır.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir