Görüşler

Mehmet Merdan Hekimoğlu yazdı: Türkiye’nin 200 yıllık modernleşme yürüyüşü devam etmeli

Mehmet Merdan Hekimoğlu yazdı: Türkiye’nin 200 yıllık modernleşme yürüyüşü devam etmeli

Anayasa hukukçusu Prof. Dr. Mehmet Merdan Hekimoğlu, Türkiye’nin toplum merkezli modernleşme sürecini devam ettirmek için Avrupa’yla nasıl bir ilişki geliştirmesi gerektiğini değerlendirdi.

Belçika’daki özel bir işletmede resepsiyon hizmetlisi olarak çalışan Samira Achbita, 12 Şubat 2003 tarihinde işe başlamış, üç yıl sonra ise başörtüsü takmaya karar verip bunu Nisan 2006’da üstlerine bildirmiştir. Ardından işletmenin çalışanlara yönelik olarak “tüm politik, felsefi ve dini sembolleri iş yerinde taşımalarını yasaklayan” kararını ihlal ettiği gerekçesiyle işten çıkarılmıştır. Diğer bir mağdure Asma Bougnaoui ise Fransa’da stajyer olarak girdiği özel bir şirkette sonradan yazılım tasarımcısı olarak işe başlamıştır. Bir müşterinin şikâyeti etmesi üzerine “tarafsızlık ilkesini ihlal ettiği” gerekçesiyle başörtüsünü çıkarması istenmiştir. Bougnaoui bu talebi reddedince işten çıkarılmıştır. Fransa ve Belçika’da başörtülerini işyerlerinde çıkarmayı reddettikleri için iş akitleri feshedilen bu iki Müslüman kadın, önce konuyu bu ülkelerin iç hukuklarındaki yargı mercilerine intikal ettirmişlerdir. Dava konusu uyuşmazlığı bilahare temyiz mahkemesi olarak inceleyen üst yargı mercilerinin meseleye ilişkin olarak AB müktesebatı çerçevesinde görüş almak için yaptıkları “mütalaa başvurusu” üzerine, Lüksemburg merkezli  Avrupa Birliği Adalet Divanı, çalışanların başörtüsüyle işyerinde çalışmasının işveren tarafından yasaklanabileceğine karar verdi. (Dosya C-157/15 ve C-188/15) Mezkûr kararlarda, özel bir işletmenin iç kuralı niteliğindeki İslami başörtüsü yasağının, görünür şekildeki her türlü politik, felsefi ve dini sembolün iş yerlerinde yasaklanması olarak, Avrupa Birliği Konseyi’nin 27 Kasım 2000 tarihli direktifi kapsamında, dini veya dünya görüşü yüzünden yapılanın doğrudan ayrımcılık anlamına gelmediğine hükmedildi.

Son zamanlarda Avrupa’da giderek yükselen İslamofobinin ‘jurisprüdansiyel’ yansıması olarak değerlendirilebilecek söz konusu kararların “eşitliği”, “özgürlüğü”, “insan haklarını”, “demokrasiyi” ve “çoğulculuğu” esas alan Avrupa’nın temel-kurucu değerlerine aykırı olduğu aşikâr bir gerçeği oluşturuyor. AB, farklılıkların aynı pota içerisinde eritilerek yeknesak hale getirildiği, “tek tipleştirici” bir model değildir. Aksine çeşitliliğin zenginliği ve birlikteliğinden yola çıkarak kendini gerçekleştirmiş, nevi şahsına münhasır (sui generis) bir oluşumdur. Farklı kültürel kimlik özelliklerine mensup bireylerin bir arada barışçıl bir şekilde yaşayabilmelerinin yolu, işte bu başlangıçtaki değerlerin güvence altına alınmasından geçiyor. Özel şirketlerde bile çalışanlara yönelik başörtüsü yasağı getirilebileceğine yeşil ışık yakılması, bu bağlamda, AB özgürlükler hukuku bakımından ciddi anlamda bir geri gidiş anlamına geliyor. Zira özel bir işletmede türbanlı olarak çalışan personelin müşteriler veya diğer çalışanlar tarafından işverene şikâyet edilmesi üzerine işten çıkarılması artık mümkün olabilecektir ki böyle karakuşi bir uygulamanın; insani, vicdani ve hukuki ilkeler bakımından kabul edilmesi mümkün olamaz. Adalet Divanı’nın bahsi geçen kararlarında iddia edildiği üzere, çalışanların salt belli bir dini simge takması onların yansızlığına halel getirmez. Önemli olan çalışanların hizmetin ifası nedeniyle hizmet alıcılarına yönelik olarak ayrımcı bir şekilde hareket edip etmedikleridir. Ayrımcılığı önlemenin yolu ise öncelikle çalışanların farklı kültürel kimlik özellik ve tercihlerine saygı duyulmasından geçiyor. Yani hizmet sunumunun yansızlığı, en etkin ve rasyonel şekilde, hizmet sunucularının çeşitli kültürel kimlik özelliklerine sahip olabilmelerinin mümkün kılınmasıyla gerçekleşir. Hizmet sunucularının olabildiğince farklı politik, felsefi, ideolojik ve dini mensubiyetlerden gelmeleri verilen hizmetin yansızlığı bakımından da büyük bir güvencedir. Bu durum aynı zamanda çeşitliliğin bütüne uyumunu temin eder ve entegrasyonunu güçlendirir. Somut olay özelinde ifade etmek gerekirse başörtülü kadınların çalışma yaşamına daha yoğun bir şekilde katılımı onların emansipasyonunu mümkün kıldığı gibi, modern toplum yapısına adaptasyonunu da sağlar.

AB Adalet Divanı’nın verdiği türban kararlarının Türkiye’deki yansımaları sert oldu. Divan’ın başörtüsü kararlarını haklı olarak eleştiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, “İşverenlere diyor ki ‘İsterseniz iş yerlerinizde başörtülü çalışmak isteyenlere müsaade etmeyebilirsiniz.’ Hani inanç, din özgürlüğü? Bunlar haçla-hilal mücadelesini başlattılar” dedi.

MEDENİYETLER ÇATIŞMASI

Erdoğan’ın AB Adalet Divanı kararlarına yönelik “haç-hilal” tepkisi Avrupa medyasında da flaş haber olarak geniş yer buldu. Konuya ilişkin olarak yapılan eleştiri ve değerlendirmelerde Samuel Huntington’un “Medeniyetler çatışması” tezi yeniden önemli gündem maddelerinden biri haline geldi. Hatırlanacağı üzere “Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması” başlıklı tezini Soğuk Savaş’ın bitiminin ardından 90’lı yıllarda ortaya atan Huntington, özetle; sınıfsal, ekonomik ve ideolojik çatışmaların yerini medeniyetler arası çatışmaların alacağını savlamıştı. Buradaki medeniyet terimiyle kast edilenin her şeyden önce din olduğunun ifade edilmesi gerekiyor. Yazara göre, dünya barışına yönelik en büyük tehdit medeniyetler arasındaki çatışmadan doğacağı gibi, geleceğin siyasasında belirleyici olan da yine medeniyetler arasındaki çatışmalar olacaktır. Söz konusu tehdit ve çatışmaları önlemenin yolunun ise farklı medeniyetlerin üzerine bina edildiği “uluslararası yeni bir dünya düzeni” oluşturmaktan geçtiği iddia ediliyor.

İslam medeniyetinin Batı egemenliğine meydan okuduğuna dikkat çeken Huntington, İslam inancına ve geçmişine sahip bir toplumun, bu özelliğine rağmen, yönetici seçkinleri eliyle modern ve Batılı bir topluma dönüştürülmesi çabası nedeniyle Türkiye’yi medeniyet bazında “kararsız” ve “bölünmüş ülke” olarak tanımlamıştır. Bu tanımlama, özcü bir yaklaşımla, nüfusu İslam inancına sahip ülkelerin Batılı anlamda bir modernleşme sürecini başarıyla gerçekleştiremeyecekleri varsayımını temel alıyor. Oysa modernleşmenin kentlileşme, bireyselleşme, rasyonelleşme, uzmanlaşma, işbölümü, sermaye birikimi, eğitim, kadın hakları, ulaşım ve iletişimin gelişmesi, kurumsallaşma, meslekleşme, ticarileşme, burjuva sınıfının ortaya çıkması, girişimcilik gibi reel ve nesnel birtakım sosyo-ekonomik dinamikleri vardır ve hangi medeniyet dairesine ait olursa olsun bu dinamikleri gerçekleştirmede mesafe kat eden toplumlar, sosyolojik olarak, geleneksel bir toplum yapısından uzaklaşıp modernleşme süreçlerini başarıyla hayata geçirirler. Elbette her toplum doğal olarak bütün bu süreçleri, kendi kültürel müktesebatının imbiğinden geçirmek suretiyle özgün ve otantik bir üslup ve usul çerçevesinde yaşar. Sosyolog Prof. Dr. Shmuel Noah Eisenstadt’ın “Multiple Modernities” (Çoklu Modernlikler) ve “Comparative Civilizations and Multiple Modernities” (Karşılaştırmalı Medeniyetler ve Çoklu Modernlikler) başlıklı kitaplarında anlatılanlar tam da bu konuya ilişkin olan hususlardır. Huntington’un medeniyet tasnifi şemasında Batı medeniyetinden farklı medeniyet dairesine ait olduğu kabul edilen Çin, Japonya ve Hindistan’ın modernleşme sürecindeki başarılarını bu bağlamda somut olarak ortaya konulabilecek olumlu örnekler olarak okumak gerekir.

Türk toplumunun özgün modernleşme serüveninin de önemli bir başarı hikâyesi olarak bu noktada zikredilmesi şart. Batı’ya karşı savaş meydanlarında sürekli olarak alınan mağlubiyetler ve büyük toprak kayıpları neticesinde varlığımızı koruyabilmek için III. Selim’den itibaren ve ilkin askeri alanda olmak üzere modernleşme hamlelerine başlandığı görülüyor. Yani Türk modernleşmesi, zamanın devlet adamlarının veya düşünürlerinin bir gece rüyalarında görüp de “çeşni olsun diye” deneyimledikleri, “keyfe keder” bir hareket olarak başlamış değildir, aksine bir varlık-yokluk (ontolojik) sorunsalı olarak hayat bulmuştur. “Batılılar gibi güçlü olmazsak onlar karşısında yok olup gideceğiz, o halde -metazori olarak- modernleşme hareketlerine başlamalıyız” düşüncesi yönetici elitlerde belirleyici olmuştur.

YENİ AŞAMAYA GEÇİŞ

Sosyolojik bakımdan bütün diğer kapalı köylü toplumlarında olduğu üzere asker ve sivil bürokrasinin öncülüğünde gerçekleşen modernleşme sürecimizde, modernleşmenin reel sosyo-ekonomik dinamiklerini giderek kendi toplumsal bünyemizde hayata geçirebilmemiz ölçüsünde, artık toplumun lokomotifliğini üstlendiği, yeni bir modernleşme aşamasına geçmiş bulunuyoruz. Bu bağlamda “bürokrasi öncülüğünde modernleşme” ve “toplum merkezli modernleşme” birbirinin karşıtı değil, aksine başarılı modernleşme hareketimizin birbirini bütünleyen iki önemli aşamasıdır. Türkiye, Batı’ya yüzünü dönerek gerçekleştirdiği iki yüzyıllık tarihsel modernleşme yürüyüşünü devam ettirmelidir. “Haçlı Avrupa”, “Neo-Nazi Avrupa”, “Faşist Avrupa” gibi kolaycı, fevri, basit, indirgemeci ve sığ bir takım genellemelerden uzak durup, demokrat Avrupa kamuoyunu yanımıza alarak; Huntigton, Max Weber ve Ernest Renan gibi İslam’a ön yargıyla bakan düşünürleri haklı çıkarmaktan ve Avrupa aşırı sağının ekmeğine yağ sürmekten özenle kaçınmamız gerekiyor.

Gümrük ve Ticaret Bakanlığı ile Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın resmi verilerine göre Türkiye’nin ihracatının yaklaşık yarısının AB ülkelerine yapıldığı, Türkiye’ye yapılan yatırımların ise üçte ikisinin AB kaynaklı olduğu dikkate alınarak, genel olarak Türk ekonomisi ve turizmi yanında Avrupa’da yaşayan milyonlarca vatandaşımızın hak ve hukukunun da korunabilmesi bakımından Avrupa ile yaşanan gerilimin bir an önce sona erdirilmesi şart. Elbette Çin, Afrika, Rusya, Asya ve Arap dünyasıyla da her alandaki ilişkilerimizi geliştirmeliyiz. Ancak bilim, sanat, ticaret, teknoloji, yatırım, demokrasi, çoğulculuk, insan hakları, kuvvetler ayrılığı, hesap verebilirlik, hukuk devleti ve iyi yönetişim gibi ekonomik, siyasi, idari, felsefi ve hukuki parametreler bakımından Türkiye’nin esas ait olduğu yer Avrupa’dır. Tıpkı Mevlana’nın pergel metaforunda ifade edildiği üzere, pergelin sabit ayağını kültürümüze oturtup hareketli ayağıyla ise evrensel medeniyet değerlerini özgün, otantik ve sentetik yorumlarla temellük ederek, iki yüzyılı aşkın süredir devam edegelen modernleşme yürüyüşümüze sebatla devam etmemiz gerekiyor.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir