Görüşler

Prof. Dr. Michelangelo Guida yazdı: Ölümcül narsisizm

Prof. Dr. Michelangelo Guida yazdı: Ölümcül narsisizm

On yıllar boyunca devletin tüm birimlerine sızan FETÖ, nasıl bir sürecin sonunda 15 Temmuz ihanetine kalkıştı? İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı Prof. Dr. Michelangelo Guida kaleme aldı.

PROF. DR. MICHELANGELO GUIDA

Saygın Foreign Affairs dergisinde 30 Mayıs 2016’da yayımlanan bir makale, Türkiye’de askeri darbenin olabileceğini öngörüyordu. Aynı tarihlerde öğrencilerim ve meslektaşlarımla yaptığım değerlendirmelerde darbe ihtimalinin artık çok düşük olduğunu ifade etmiştim. Türk Silah Kuvvetleri, toplumsal mühendisliğe inanmasına rağmen daha önce yaptığı darbeler ve müdahalelerde kısa vadede bir meşruiyet kazanabileceğini öngördüğü zaman harekete geçmişti. Örneğin 12 Eylül öncesinde yaygın şiddet olayları, siyasi ve ekonomik istikrarsızlık, darbeyi bir şekilde meşru kılmıştı. 28 Şubat da güçlü ve etkin bir siyasi iktidar olmaması, medyanın yönlendirilebilme imkânının yüksek olması Silah Kuvvetler’e, müdahalelerini meşru bir zemine oturtmanın mümkün olabileceğini düşündürmüştü. 2016’da ise kutuplaşmış siyaset, terörün yarattığı bunalım ve küresel ekonomik krizin etkilerine rağmen %50’ye yakın bir desteğe sahip olan meşru AK Parti iktidarı ve yönlendirilemeyen medya söz konusu idi. Böyle bir ortamda olası bir darbenin kısa ve uzun vadede yurt içinde bir meşruiyet sağlayamayacağını ve toplumu yönetemeyeceğini düşünmüştüm.

Ancak 15 Temmuz gecesi bir yanda televizyonlarda Boğaziçi Köprüsü işgal görüntüleri ve ardından oturduğum sokaktan geçen tankların gürültüleri ile bilimsel varsayımlardan irrasyonel ve dehşet saçan bir realiteye düşmüş bulundum. İlk saatlerden itibaren Silahlı Kuvvetler içerisinde; eğitim, bürokrasi, polis ve ekonomi ile bağlantılı bir dinî cemaate bağlı küçük bir grubun darbeye giriştiğini anlamıştık. Peki, nasıl oluyor da daha önce pragmatizm ve soğukkanlı rasyonaliteyi elden bırakmayan Fetullahçı Hareket böyle bir girişimde bulunmuştu? Halk ve devlet kurumları üzerine bu kadar vahşice ateş açabilen örgüt, hamlelerini nasıl bir meşruiyet üzerine oturtmayı düşünmüş olabilirdi?

Bize irrasyonel görünse de aslında FETÖ’nün kendi “rasyonalite”si içeresinde hareket ettiğini görebiliriz. İlk olarak hareket, Avrupa ve Amerika’da kendisini meşru kılacak bir zemin hazırlayacak lobiciliği başarılı bir şekilde yürütmüştü. Yıllardan beri gazeteci, siyasetçi ve sivil toplum örgütlerinin ileri gelenleri ‘cemaat’ tarafından Türkiye’de ağırlandı. Türkiye’de örgütlendiği gibi güçlü eğitim sisteminin olmadığı ülkelerde okullar kurdu. Bu sayede başarılı öğrencileri ve elitlerin çocuklarını kendi ağına çekmeyi başardı. Diyalog faaliyetleri de Batı’ya sempati duyan, ılımlı İslam imajı ile en azından Katolik ve Yahudi dernekler arasında benimsendi ve destek buldu. Ayrıca Batı’nın Sisi darbesine yaklaşımı; hareketin yönetici kitlesini cesaretlendirdi denilebilir. Mesela İtalyan Başbakan Renzi, Mart 2015’teki Mısır ziyareti sırasında darbeci Sisi yönetimindeki Mısır’ı teröre karşı Batı’nın kalesi olarak nitelemişti. Sonraki kış İtalyan bir araştırmacının Mısır polisi tarafından işkence ile öldürülmesinden sonra Kahire’deki büyükelçi geri çağrıldıysa da Batılı diğer ülkelerin Mısır’a karşı tutumu değişmemiştir.

Mısır örneğini takip eden FETÖ, darbe öncesi ve sonrasında Erdoğan yönetimini DAEŞ destekçisi olarak göstermeye çalıştı. Türk hükümeti, bu konuda başarısız bir kamu diplomasi politikası izledi ve FETÖ’nün yarattığı algıyı yönetemedi. Nitekim 15 Temmuz gecesinden sonra Avrupa ve Amerika basını ile siyasilerinin tutumlarından darbe başarılı olsaydı DAEŞ’le küresel savaşı aksatmamak adına olası yeni yönetimin tanınacağını ve ilkesel bir duruş sergilenmeyeceğini tahmin edebiliriz.

Peki, ya yurt içindeki meşruiyet? FETÖ, 1990larda Türkiye’deki İslamcı hareketlerin çoğunun benimsediği toplumu alttan (eğitim ve sosyal faaliyetlerle) değiştirme yöntemine ilaveten toplumu “yandan” değiştirme yöntemini geliştirmiştir. İran devriminin hedeflediği toplumun dindarlaştırılması ancak devlete tahakküm ederek mümkün olabilecekti. Fakat bu hayal Türkiye’de mümkün görünmüyordu. Onun yerine devlet içindeki yapılanma ile devleti/hükümet(ler)i pazarlığa ve uzlaşmaya zorlamak amacıyla bürokrasiye sızıldı. Ordunun muhafazakârlara karşı sergilediği tutum ve yayımladığı muhtıralar bu yöntemi maalesef meşrulaştırdı.

2002’den sonra cemaatin hızlı yükselişi ve popülaritesinin artması örgüt içindekiler için müthiş bir narsisizme yol açtı. 2008’den sonra Ergenekon ve daha sonra Balyoz davaları bu narsisizm ve özgüveni daha çok artırmıştı. Polis teşkilatı ve yargı içindeki yapılanma davaları şişirdi. Örgütün sözcülüğünü yapan medya (Samanyolu TV-Zaman) ve kontrol edilebilen basın (Taraf) ise toplumsal algıyı yöneterek hükumetin hareket alanını daraltıp reaksiyon kabiliyetini zayıflatmıştı. Bu davalar FETÖ’yü toplumsal mühendislik yapabileceğine ve 25 Aralık’tan sonra uzlaşma değil siyasi sistemi tamamen kontrol edebileceğine inandırmış olmalı.

Son yıllarda örgütün bürokrasi ve medya ayağı zayıflamış olsa da Fuat Avni gibi sosyal medya fenomenleri veya harekete ters bakan basın organlarına hediye edilen(!) dosyalar, Türkiye’deki kamuoyunu etkilemeye ve gündem oluşturmaya devam etmiştir.

Yukarıda anlatılanlara ilaveten tabanının samimi dinî duygularını tatmin etmenin yanında ekonomik menfaatleri veya egoları da tatmin edebilmişti. Başarılı bir öğrenci burs ve yurt imkânlarıyla destekleniyor, en iyileri yurtdışına gönderiliyor ve devletin sunamadığı imkânlar sağlanıyor. Bu gençler devlet kadrolarında, cemaate ait şirketler ya da eğitim kurumlarında istihdam ediliyorlar ve hatta evlendiriliyorlardı. Ticaretle meşgul olanlara ise yurt içi veya yurt dışında kullanabilecek bilgiler aktarılıyordu. Kendi şehrinden çıkmamış veya yabancı dil bilmeyen işadamları Afrika’da şirket açabildiler. Bu himaye sistemi, kendine insan bağlamakta çok başarılıydı ve muhtemelen hareketin narsisizmini daha çok artırdı. Fakat bu narsisizm, sadece kendisinden beslenenleri ve himaye ettiklerini değil Türk toplumunun tamamını yönlendirebileceğini ve olası darbenin meşruiyet kazanabileceğine inandırmıştı. Osman Özsoy’un 14 Temmuz’da hareketin internet kanalında yayınlanan konuşması, hareketin toplumu yönetebileceğine dair kesin inancı göstermektedir.

FETÖ’nün yurt içinde bir meşruiyet kazanamayacağını veya toplum mühendisliği yapamayacağını artık anlamış olması lazım diye düşünürken Gülen’in verdiği röportajlarda bu yönde bir emareye rastlanmamaktadır. Bilakis hareketin Türkiye’deki kurumları kasten feda edilerek mağduriyet imajı yaratılıp yurtdışındaki olumsuz tepkileri beslemekle birlikte hareketin narsisizmini de yeniden güçlendirebilir.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir