Görüşler

Prof. Dr. Osman Çakmak yazdı: Sömürü eğitim düzeninden nasıl kurtulacağız?

Prof. Dr. Osman Çakmak yazdı: Sömürü eğitim düzeninden nasıl kurtulacağız?

Gelişim Üniversitesi’nden Prof. Dr. Osman Çakmak, eğitim sistemindeki kronik sorunları ve çözüm önerilerini kaleme aldı.

PROF. DR. OSMAN ÇAKMAK

kulların ders başı yaptığı şu günlerde hâlâ 15 Temmuz vakasının heyecanını ve şaşkınlığını içimizde hissediyoruz. Hissediyoruz çünkü bir tarihi dönemeçten geçtik. Milyonlarca öğrencinin ders başı yaptığı şu günlerde bu tarihi olayın değerlendirilmesi açısından okullara nasıl bir sorumluluk düşmektedir? Bakanlık ve üniversite yetkilileri kendilerine düşeni yapacaklar mı? Elbette olay umursamaz bir şekilde geçilmemeli, özellikle üniversiteler dönüşümün açtığı imkanları ve yeni ufukları analize tabi tutmalıdır.    

Asıl gündeme getirilmesi gereken konu ise Nurettin Topçu’nun deyimi ile “Maarrif Davamız” ne durumda sorusudur? Bu soru 15 Temmuz hadisesi ile küresel emperyal güçlerin saldırısının püskürtülmesi ile daha bir anlamlı hâle geldi.

Ülkemizde sömürü eğitim düzeninin devam ettiğinin somut göstergeleri olarak şu soruları gündeme getiriyoruz: Okullarda eğitim neden gerçek hayattan ve uygulamadan kopuk vaziyette sürmektedir? Yıllardır kazandırıcı bir eğitime sahip olamadıysak, çoğu alanda sanayide dışa bağımlılık devam ediyorsa ve buluşçu bir ülke olamadıysak altında güçlü bir neden bulunmalıdır. Öyle değil mi? 

Japonya’nın hikâyesi...

İnsanların düşünce tarzı, aldığı eğitimin bir sonucu olarak ortaya çıktığına göre eğitim yanlış değerler üzerine temellenmişse hayatı doğru yaşayamayacağız demektir. Bu eğitim, insanların çok büyük çoğunluğunu hayatlarını kulaktan duyma, yüzeysel bilgilere iman ederek; ilkelere sahip olmaz bir vaziyette ve küçük menfaatleri ile yaşayan fertler haline getiriyorsa orada eğitim fonksiyonunu yerine getiremiyor demektir.

İşte böyle bir eğitim yapısını ABD,  2. Dünya Savaşı’nda Japonya’ya dayatmıştı. Japonya’yı işgal eder etmez Amerika ülkenin eğitimine el atmış hâlâ ülkemizde süregiden eğitim tarzını (sömürgeci eğitim yapısını) Japonya’da hakim kılmıştı. Amerika'ya teslim olan Japonya, anlaşma gereği kendi eğitim sistemini terk etmek zorunda kalmıştı. Amerika'nın empoze ettiği eğitim sisteminden geçen nesiller, 1960'larda iş başına gelmeye başladılar. Bununla birlikte Japonya'da kalkınma hızında düşme başladı, sükûnet bozuldu, yer yer huzursuzluklar baş gösterdi.

Yapılan incelemeler, yetişen nesillerin Japonya'nın iktisadi, sosyal ve kültürel şartlarına uymayan nesiller olduğunu gösterdi. Bunun üzerine Japon işverenler, üniversite mezunlarının işe alınabilmeleri için “Japon maneviyat eğitiminden” geçmelerinin şart olduğu görüşünde birleştiler. Aldıkları gençleri işe başlamadan önce bu maksatla düzenlenmiş kurslardan geçirdiler.

Amerikalı Dr. Thomas P. Rohlen bu kurslara bizzat iştirak ederek bir tez yazmıştır. Bu tez dikkatle okununca, eğitimden beklenenin “bilgi” olmadığı anlaşılır. Bilgi kitaplarda, bilgisayarda, Google’da her zaman emrimizdedir. Önemli olan onları kullanma yetisidir. Bundan da önemli olanı insanlığa faydalı olmaktır. Bunun için insanların kabiliyetleri ile birlikte faziletlerinin de geliştirilmesi gerekir. Bunun ezberletme ile, sınava dayalı bir eğitim ile olması mümkün değildir.

Asıl olan, öğreticinin değil öğrencinin kontrolü altında eğitim yapılmasıdır. Önemli olan şey sorgulayabilmektir. Hayattaki her durumda kritik, can alıcı soruları sorabilmektedir. Sınıfların duvarlarından taşmayan, hayat pratiğinden uzak, televizyon izler gibi işlenen derslerden niçin verim alınamamaktadır? Çünkü asıl olan; bir konuyu araştırmaya başlarsın, yenilikler bulmaya çabalarsın, bunu yaparken eksikliklerini öğrenirsin. Gerçek öğrenme bu olur. Onun için malumata/bilgiye mutlaka bizim değerlerimizle katkıda bulunmamız, bilgiye eleştirel bir gözle bakmamız; irdelememiz, sorgulamamız, bilgiyi yeni ve bize yakışan biçimde, kendi ölçülerimizle sınıflamamız gerekir.

Japonya çoktan uyandı, zincirlerini kırdı. Almanya da 2. Dünya Savaşı’nı müteakip, benzer şekilde, kendisine dayatılan sömürü eğitim sisteminin farkına varıp milli kimliğini oluşturan eğitim sistemine geçiş yaptı. Kore de daha 2002 yılında yaptığı reformlarla “teknolojik olarak köle milletler sınıfından” çıktı. Peki bu nasıl oldu?      

Daha 2002 yıllarında Kore, ortaöğretim reformunu üniversite bilim reformu ile birlikte ele almıştı. Reformlar öncesinde prestijli üniversitelerde okumak isteyen öğrenciler, ÖSYM’nin yaptığına benzer sınavlara hazırlanarak yıllarca “sınav cehennemi” içinde kıvranıyordu. Aileler bir sektör haline gelen özel dersler ve kurslar için ayda binlerce dolar ücretler ödüyordu. Ezberciliği ve test çözme mekanik becerisini ön plana çıkaran ve defalarca değiştirilen bu eski sistem 1995’te başlayan bir eğitim reformunun parçası olarak temelden değiştirildi.

Yeni sistem 2002’de yürürlüğe girdi. Yeni sistemde temel bilgi ve yetenek sınavları yanında asıl olarak öğrencilerin kişisel okul dosya kayıtları, makale yazma ve mülakat becerileri ön plana çıkıyordu. Böylece lise eğitimi öğrencinin çok yönlü gelişimine anlamlı ve faydalı bir katkı yapmaya başladı. Yani liseler aslî görevine döndüler.   

Ancak biz, Almanya’nın ve Japonya’nın ferasetini gösteremedik. Kendi milli eğitim modelimizi hayata geçiremedik. Eğitim ne milli ne de eğitim olabildi. Belki bir “eritim süreci” olarak devam etti ve ediyor.

Benimsetme ve şartlanma (biat) kültürü şeklinde sürdürülen eğitim anlayışı (sorma, düşünme, itaat et mantığı) şahıslara körü körüne bağlı, sorgulamayan fertler yetiştirir. Bu yapı ancak ve ancak “Büyüklük Paranoyası” olan bir lidere asker yetiştiren eğitim sistemidir ve devam ettiği sürece de daha çok FETÖ tarzı yapılar, darbe meraklıları çıkacaktır.

Şunu da belirtmeliyim ki, çeşitli nedenlerle biata dayalı eğitim yapısından vazgeçmeyip sadece darbe eğilimlerini önlemek için okullara belli dersler koymak, darbe karşıtı olalım derken beyin yıkamak, darbe cezalarını artırmak, okulları ve kurumları sivil kurumlara bağlamak ve benzeri önlemler sonuçta daha da baş edilemez belalara yol açacak ve  çözüm getirmeyecektir.

Nasıl oyalanıyoruz?

Hiç şüpheniz olmasın ki sömürü eğitim düzeni bütün ağırlığı ile okullarda hâkimiyetini sürdürüyor. Öğrencilerde büyük çoğunlukla kimlik bunalımına ve aşağılık kompleksine yol açan, Batı’da çoktan terk edilen seküler hurafeleri, üstelik de jakoben yöntemlerle empoze etme işlemini hangi özel ve güzel vasıta ile sunarsanız sunun değişen bir şey olmamaktadır. Son düzenlemelerle din kültürü dersleri vb. birkaç dersin saatinin artırılması ancak kulakta hoş bir sada bırakmaktadır.

Mevcut yozlaşmaya “akıllı tahta” ve “tablet bilgisayar” projelerinin de çözüm olması mümkün değildir. Bu projeler, temelleri çürümüş binayı ihyaya çalışmak gibi boş bir çabadan ibaret kalmaktadır. Geriye dönüp geçmişte başlatılan “yeni müfredat, çoklu zeka, toplam kalite projelerinin; son zamanlarda ise akıllı tahta, laptop ve bedava ders kitabı gibi projelerin” niçin amacına ulaşmadığını sorgulayalım ve oyalandığımızı görelim. Bu düzenlemelerin, mevcut eğitimin her yıkıcı ve yok edici kimlik bunalımını örtme, gizleme, hatta meşrulaştırma işlevi dışında başka bir işlevi olduğunu söyleyebilir misiniz?

Eğitimin sivilleşmesi

Tartışmamız gereken husus devletin insanına güvenmesi ile müfredat ve ders programlarını belirleme yetkisinin devletin talim –terbiye tekelinden kurtarılması, okullara bırakılmasıdır; yani eğitimin sivilleşmesidir.

Bir kere müfredat belirleme ve ders kitabı yazma işinde tekelin kırılması elzemdir. Beklediğimiz şey, kendi programını kendi belirleyen, tercih hakkını ve kimliğini kendisi niteleyen okulların açılmasına izin verilmesidir. Çözüm, eğitimin toplumsallaşmasındadır. Ruha vüsat ve düşünce dünyasını kanatlandıran, bilimsel değere haiz tarih, sosyoloji, felsefe, fen ve hatta sanat dersleri ile eğitimin içini nasıl dolduracağımızı tartışmanın zamanıdır. 

Eğitimin halka mâl olması ile eğitime ruh verecek ve öğrenciye ideal ve şahsiyet kazandıracak dönüşümler başlayacaktır. Bunda hiç şüpheniz olmasın. Sivil inisiyatif öncelikle ölçme değerlendirmeye el atacak; sınavların tek boyutlu sayısal değerlendirme ve teste dayalı yapısından bizleri kurtaracaktır. Öğrenciyi çok yönlü değerlendiren, kalite ve beceriyi ölçebilen sistemler hayata geçirilecektir. Lise döneminde öğrenciye en azından bir “meslek öğretmek” esas haline getirilecek ve böylece mesleki eğitim diriltilecektir. Böylece üniversite kazanamayan bir öğrenci boşta kalmayacaktır. Ortaokul ve liselerin son sınıflarına “bitirme-olgunluk sınavı” getirilecek ve böylece her şey merkezi sınavların ağırlığı altında ezilmekten kurtarılacaktır.

İlgili Haberler
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir