Görüşler

Cafer Talha Şeker yazdı: Şehirler açık cezaevi insanlar hür köle!

Cafer Talha Şeker yazdı: Şehirler açık cezaevi insanlar hür köle!

Türkiye’de yıllardır tartışma konusu olan şehirleşme sorununu, Ortadoğu ve Afrika Araştırmacıları Derneği’nden (ORDAF) Cafer Talha Şeker, ‘medeniyet’ olgusu üzerinden kaleme aldı.

[Karar]
CAFER TALHA ŞEKER

20. asrı başından sonuna dek Karanlık Çağ olarak yaşayan Türkiye, 21. yüzyıla hızlı girdi. İç ve dış siyasette iddialı hamleler geliştirdi. Dünyanın en gelişmiş ilk yirmi ekonomisi arasında yer almayı başardı. Sağlık ve ulaşım sektöründe çağ atlayıp kendi vatandaşlarına büyük hizmetler sunduğu gibi sınırları dışındaki milyonlarca insanın yardım beklediği bir ülke haline geldi. Ancak tüm bu müspet gelişmelere rağmen Türkiye’nin medeniyet seviyesi hala sıkıntılı bir noktadadır ve tenkit edilmelidir.

Türkiye, iç siyasette ve dış politikada karşılaştığı tüm zorluklara rağmen siyasi istikrar, ekonomik büyüme ve nispeten içtimai terakki kazanmış bir ülkedir. Ancak hukuk, eğitim ve şehircilikte hala çok geri kalmıştır. Bu yazıda meselenin sadece şehircilik kısmını ele alacağım. Zira dış dünyaya el uzatan ve binlerce yabancı talebeyi eğitmek için imkânlar oluşturan bir ülke aynı zamanda kendi medeniyet meselelerini halletmelidir. Aksi halde Türkiye’nin Asyalı, Afrikalı ve Arap öğrencilere uzun vadede verebileceği ne olabilir? Bu minvalde dikkat çekmek istediğim mesele aynı zamanda ülkenin dış politikasındaki itibarına tesir edebilecek ölçüde mühimdir. Kötü bir şehirden gelen diplomat veya vakıf insanı diğer ülkelerin kötü şehirlerinde yaşayan insanlara ne anlatabilir?

GÖÇEBE MANTIĞI...

On yıl içinde yüz binlerce yeni konut yapmak şehircilikte ilerlemek değildir. Çadır kurar gibi konut inşa edilmez. Metrekareye düşen insan sayısı hesaplanmadan, sokak ve cadde ile ikamet yerinin uyumu dikkate alınmadan, kaçak yapılanma gibi otoparkları binaların altına yerleştirerek medeni olunmaz. Yarım asır önce aynı mantıkla diktiğimiz binaların bugünkü akıbeti gibi günümüzdeki konut projelerinin tamamı elli sene içinde enkaza dönüşecektir.

Göçebe mantıktan kurtulmalıyız. Bugün en büyük düşmanımız göçebe mantığımızdır. Bin senedir bu coğrafyadayız. Artık buradan başka bir yere göç etmeyi düşünmüyoruz. Osmanlılar’ın 16. yüzyıldaki şehircilik mantığı ile günümüzün gelişmiş ülkelerinin şehircilik mantığının sentezini uygulamaya başlamalıyız.

İstanbul’u mimari noktada hüviyet-i asliyesine döndürmenin hayalini kuran ancak ülkenin mevcut ekonomik kalıpları icabı bunu gerçekleştiremeyen Reisicumhur R. Tayyip Erdoğan’ın fırsat buldukça dile getirdiği gibi İstanbul mahvolmuştur. Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu son kitabında medeniyet ve şehirler meselesini ele aldı. Bir siyasetçi ve siyaset bilimci olarak insanın içinde yaşadığı çevre şartlarından nasıl etkilendiğine her zaman dikkat çeken birisi olarak İstanbul’un son yıllarda nasıl tahrip edildiğine dikkat çekmektedir. Akl-ı selim siyasetçilerimiz ve aydınlarımızın ortak görüşü, Türkiye’de insana değer vermeyip sadece bazı sermaye çevrelerini zenginleştirmeye yarayan şehircilik anlayışının hâkim olduğu ve medeniyetimizi berbat ettiği yönündedir. Peki, bu meseleyi niçin bu kadar mühim görmeliyiz?

İNSAN ÇEVRESİNE BAKARAK DÜŞÜNÜR

Eskiden İstanbul’un merkezi Fatih’te nefes almak bile mümkün değildi. İnsanlar, sıcak yaz günlerinde hava almak için pencerelerini açtıklarında ya Haliç’ten gelen lağım kokuları ya da haşlanmış asfalt ve çöp kokularının tacizine maruz kalırlardı. Çevrelerine baktıklarında ise beton ve asfalttan başka bir şey göremezlerdi. Haliç’e bakan manzaralı evler adeta oradan gelen lağım kokularıyla bedel öderlerdi. Bu meseleler zamanla büyük ölçüde halledildi. Ancak ülkenin ekonomisi üretimden ziyade tüketime dayalı olduğundan, üniversiteler ve büyük şirketlerin ortak proje geliştirip ağır sanayi kurarak istihdam oluşturamayışlarından ötürü ülkede milyonlarca insan ekmeğini doğrudan veya dolaylı olarak inşaat sektöründen yemeye başladı. Bu ortamda arazi fiyatları fahiş arttı ve şehircilik anlayışı inşaat yaparak karnını doyuran bir toplumun hep beraber doyması için göçebe mantıkla hareket edip her yere gelişigüzel binalar dikmesine yol verdi.

Kötü çevre şartlarının içinden gelen insanlar vakıf faaliyeti için gittikleri Afrika, Asya veya İslam dünyasındaki insanlara ne verebilirler? İlim ve medeniyet noktasında onlarla ne paylaşabilirler?

Köylerden şehirlere akın eden milyonlar buradaki yeni binalarda üst üste yaşamaya başladılar. Şehirler açık hava hapishanesine dönüştüğü gibi burada yaşayan insanlar da hür köleler oldular. Camiler ve okullar bile ikamet yeri ve sanayi bölgeleri arasına sıkıştırıldı. Sürekli kötü hava teneffüs eden, yeşili rüyasında veya şehir dışında görebilen, trafiğin mağduru olan insanların ruh hali çökmüştür. Bu insanların bir kısmı uzun vadede aşırı guruplara üye olmaktan kendilerini alamazlar. Çünkü kötü şehirler eninde sonunda kötü insanlar doğururlar.

ETRAFIMIZDAKİLERİ PAYLAŞIRIZ

Günümüzün (Türkiye) şehirlerinde yaşayan insanların çevrelerinde güzel olan hiçbir şey yoktur. (Birkaç ilçeyi muaf tutabiliriz) Mimari ve estetik mahrumu beldelerde yaşayan insanlar zamanla hüviyetlerini de kaybediyorlar. Çünkü su içine girdiği kaba göre şekil aldığı gibi insanlar da içinde bulundukları maddi ve manevi ortama göre yetişiyorlar. Kötü çevre şartlarının içinden gelen insanlar vakıf faaliyeti için gittikleri Afrika, Asya veya İslam dünyasındaki insanlara ne verebilirler? İlim ve medeniyet noktasında onlarla ne paylaşabilirler? Elimizde bu ülkelerdeki fakirlere bağışlayacağımız kurban etlerinden başka bir şeyimizin olmaması, içinde yaşadığımız kötü şehirlerin neticesidir. Türkiye’ye gelen her turistin hayran kaldığı mimari eserler ise ağırlıklı olarak 16. yüzyıldan kalan cami, hamam, imaret, çeşme, çarşı-pazar gibi eserlerdir. Demek ki bugün 16. yüzyılın çok gerisindeyiz.

Çevremizde ruhumuzu besleyen güzel eserler yoksa zamanla ayakta gezen ölülere döneriz. İnsan, toprağa yakın oldukça huzurludur. Vatandaşları en alçak binalarda yaşatmayı hedefleyen yeni bir şehircilik mantığına ihtiyacımız var. Köprüler, yollar, kanallar ve dev limanlar inşa edebilen bir ülke bu meseleyi de halledebilir. Türkiye’nin geleceği hesaplanırken şehircilik anlayışı ıslah edilmelidir. Yeni ekonomik sahalar oluşturulmalıdır ve inşaattaki rantların sınırlandırılması elzemdir. Bunun için gerekli arazi kanunnameleri ve hesaplamaları yapılmalıdır. Aksi halde yüksek binaların iç içe ve her yere dikildiği şehirlerde felaket yaşamak için sadece depremlere gerek kalmayacak, hüviyetsiz binalarda hayatını geçiren insanların manevi değerlerini de yitirmesiyle birlikte uzun vadede ruh hali sıkıntılı yeni bir toplum doğacaktır. Bu da yeni bir güvenlik meselesidir.

Köylerden şehirlere akın eden milyonlar buradaki yeni binalarda üst üste yaşamaya başladılar. Şehirler açık hava hapishanesine dönüştüğü gibi burada yaşayan insanlar da hür köleler oldular.

Ailesi yarım asırdır inşaat sektöründen para kazanan birisi olarak bunları yazıyorum. Eleştirilerimin hedefi işini yapan inşaat şirketlerine değil, göçebe şehircilik mantığını sürdüren sistemedir. Sistem, siyasetçilerin ve aydınların bu meseleye kararlı bir şekilde el atmasına bağlı olarak düzelebilir.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir