Görüşler

Türkiye-İsrail normalleşmesi: ‘Bahtı mümasillerin’ barışı...

Türkiye-İsrail normalleşmesi: ‘Bahtı mümasillerin’ barışı...

Türkiye-İsrail ilişkilerinde açılan yeni sayfa, ‘zafer-hezimet’, ‘realizm-idealizm’ tartışmaları ile gündemde sıklıkla yer buldu. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nden Ceyhun Çiçekçi ise meseleye bambaşka bir perspektiften yaklaşarak, Ankara-Tel Aviv ilişkilerinde belirleyici olan siyasi iradeleri kaleme aldı.

[Karar]
CEYHUN ÇİÇEKÇİ

Bu kısa yazıda, uzun bir aradan sonra toparlanmaya çalışılan Türkiye-İsrail ilişkilerinin farklı bir boyutunu sizlere özetlemeyi amaçlıyorum. Elbette küresel ve bölgesel konjonktürün dayatmaları da bu iki ülkenin ilişkilerini gözden geçirmelerine sebep olmuştur lakin, normalleşme sürecindeki hikmeti meçhul ve fakat belki de hiç konuşulmayan birkaç hususa değinmek mühim. Bu noktada, iki kritik politik figür ve temsil ettikleri siyasal gelenek yazının ana damarını oluşturacak: Türkiye’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Ak Parti, İsrail’de ise Başbakan Benjamin Netanyahu ve Likud Partisi. İkisi de karizmatik, ikisi de sıkı hatip, ikisi de bir şekilde ayakta kalabilmeyi başarıyor ve ikisi de senelerdir ülkelerinin geleceğini tayin ediyor...

Türkiye-İsrail ilişkilerinin normalleşmesi, her ne kadar söz konusu olan iki ülke olsa da, her şeyden evvel iki liderin ve temsil ettikleri siyasal hareketlerin uzlaşması anlamına geliyor. İlişkilerin çatışmalı bir hal alması, söz konusu liderlerin yönetimde oldukları döneme denk gelmişti; normalleşmesi de onların eseri. Kısacası hem Cumhurbaşkanı Erdoğan hem de Başbakan Netanyahu, iki ülke ilişkilerinin temel belirleyicileri aslında. Hal böyle olunca, iki ülkenin ilişkilerine odaklanırken söz konusu liderlerin ve temsil ettikleri siyasal hareketlerin benzerliklerine yakından bakmak, zihin açıcı olabilir.

Siyasal oryantasyonlar

Hem Erdoğan hem Netanyahu kendilerini ve partilerini merkez sağda gören ve bu minvalde siyaset üreten figürler. Her iki partinin yaslandıkları siyasal hareketlerin mücadele tarihi de oldukça benzer. Türkiye’de Ak Parti, temsil ettikleri kitle bağlamında bir çevre hareketi olarak, merkeze yerleşmenin tarihini sembolize ediyor. Devleti kuran parti olarak Cumhuriyet Halk Partisi, merkezin değerlerini de uzun yıllar boyunca belirleyen güç oldu. Temsil ettiği seküler-modernist çizgi, devlet yönetiminde bulunmadıkları dönemlerde dahi devletin temel kodu olarak işlev gördü. Söz konusu merkezi değerlere tepki olarak gelişen kasabalı İslamcı hareketi nüvesinde bulunduran Ak Parti ise milliyetçi-muhafazakar siyasetin zaman içerisinde evrilerek kitleselleşmesinin tezahürü. Artık bir kasaba hareketinden ziyade kentli bir endam arz ediyor. Devletin kuruluşundan itibaren ötekileştirilen bu kitle; merkezin değerlerini, temsil ettikleri çevre değerleriyle dönüştürerek, kendi namı hesaplarına bir ‘devrime’ imza atmış oluyorlar böylece.

İsrail’de Likud Partisi de benzer bir oryantasyona ve siyasal geçmişe sahip. İsrail’in kuruluşu, bugün İşçi Partisi olarak yoluna devam eden Mapai Partisi’nin eseri. Devleti kuran parti vasfıyla Mapai, uzun yıllar boyunca İsrail’i yönetme ve kamu kaynaklarını azami derecede yönlendirme şansına sahip oldu. Bu durum beraberinde devleti ve toplumu kodlama imkanını da Mapai’ye vermişti. Dolayısıyla merkezin değerlerini belirleyen parti Mapai’ydi. Uzun bir süre boyunca devlet, ‘sonradan göçenleri’ neredeyse temsil etmedi. Özellikle Mizrahi seçmenin temsili ya da kamu kaynaklarından istifade imkanları, olabildiğince kısıtlıydı. Ayrıca Mizrahiler, geldikleri ülkeler itibarıyla üçüncü dünyaya aittiler.

Devleti kuran Aşkenaziler ise pür Avrupalı sosyalistlerden müteşekkildi. 70’li yıllara gelindiğinde, özellikle Afrika ve Ortadoğu’dan süreç içerisinde gerçekleşen Yahudi göçleriyle ülkedeki nüfus dengeleri Mizrahiler lehine değişmiş ve o günlere kadar Avrupalı Aşkenazileri temsil eden devlet, yönetsel anlamda Likud gibi bir merkez sağ partisinin eline geçmişti. Merkezin değerlerindeki dönüşüm, Likud’un 70’li yıllardan bugünlere kadar net bir iktidar odağı/alternatifi olmasıyla birlikte gerçekleşti.

Güncel ajandalar

Hem Erdoğan’ın hem de Netanyahu’nun güncel ajandaları da benzerlikler taşıyor. Her iki liderin de temel gündemlerini terörle mücadele oluşturuyor. Kavramsal olarak aynı düzlemde bir araya gelebilen iki liderin bir diğerinin terör tanımını anlayabilmesi ise zor görünüyor. Özellikle İsrail, ‘direniş hareketi’ HAMAS’ı ‘terörist bir oluşum’ olarak algıladığı için, politik pratiklerini de bu minvalde şekillendiriyor.

Lakin İsrail’in, HAMAS’ın bir ‘terör oluşumu’ olduğunu Erdoğan’a ve temsil ettiği siyasal çizgiye anlatması, biraz zor görünüyor. Yakın zamanda söz konusu algıların sonucu olarak, Knesset’te milletvekili olarak bulunan pek çok ismin vekilliklerinin kısıtlanmasına ve belirli bir süre yasama faaliyetlerinden uzaklaştırılmalarına karar verildi. Bu uygulama, ilgili milletvekillerinin HAMAS ile var olduğu ileri sürülen ilişkilerinden kaynaklanıyordu.

Türkiye’de de benzer bir süreç işliyor. PKK’nın terör eylemlerini artırmasıyla birlikte iyiden iyiye çatışma sürecinin hızlandığı Türkiye’de iktidar, PKK ile ilişkisi olduğuna yönelik isnatlar bulunan vekillerin yargılanmaları için dokunulmazlıklarının kaldırılması yönünde bir politika takip ediyor. Özellikle Erdoğan’ın başını çektiği bu politik süreç, yakın zamana kadar ‘Çözüm Süreci’ adıyla yürütülen müzakere sürecinin de ‘rafa kaldırıldığını’ gösteriyor.

2013 senesinde patlak veren Ak Parti ile Gülen Cemaati arasındaki çatışmanın bir sonucu olarak, Erdoğan’a yönelik devam eden yolsuzluk ithamları ise Erdoğan’ın siyasal kariyeri açısından kısa vadede doğrudan bir tehdit oluşturmasa da kendisine muhalif kesimlerin sıklıkla başvurdukları bir tema olması hasebiyle önem taşıyor. Benzer bir durum Netanyahu için de geçerli. Netanyahu da özellikle eşi ve danışmanları üzerinden yolsuzluk suçlamalarına muhatap oluyor. Aradaki bariz fark, bu tip ithamların İsrail’de kısa vadede sonuç getirebilme potansiyeli. Bu açıdan Netanyahu, Erdoğan’a nazaran daha şanssız denilebilir.

Yazının girişinde de belirttiğim üzere, yukarıda anılan benzerliklerin normalleşme sürecindeki etkisi meçhul. Daha ziyade, milliyetçi çıktıları ontolojik olarak üreten ulus-devletlerin siyasal partileri, her ne kadar siyasal konumlanmaları, mücadele süreçleri vb. açıdan benzeşiyor olsa da nihai kertede temsil ettikleri devletler üzerinden çıkar tanımı yapacaklarından ötürü, her daim rakip olmaya devam edecekler. Bu kısa hikâye de bu olguyu örnekleyerek özetlemiş bulunuyor...

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir