Hayalindeki kasabayı 25 resimle anlattı

Hayalindeki kasabayı 25 resimle anlattı

Mehmet Güreli’nin ‘Saint Paul de Vence Günlüğü’ isimli yeni sergisi Doku Sanat Galerisi’nde sanatseverlerle buluşuyor. Sergiye adını veren Saint Paul de Vence kasabasına hiç gitmediğini söyleyen Güreli, 25 çalışması için “Hayal edilen bir yolculuğun resimlerine dönüşmüş hali” diye konuşuyor.

IŞIL ÇALIŞKAN/İSTANBUL

Müzisyen, edebiyatçı, yönetmen ve ressam Mehmet Güreli, şimdi de ‘Saint Paul de Vence Günlüğü’ adındaki yeni sergisiyle sanatseverlerin karşısına çıkıyor. 25 resimden oluşan sergiye adını veren Saint Paul de Vence, Güney Fransa’da bir kasaba. Ama Güreli buraya hiç gitmemiş, fotoğraflarına bakarak bir günlük hazırlamış. Ve resimlerine bu kasabayı konu edinerek sergi açmaya karar vermiş. 8 Mayıs’a kadar Doku Sanat Galerisi’nde görülebilecek sergideki çalışmalar ağırlıklı olarak pastel renkleriyle dikkat çekiyor. Kasabanın sokakları, pencereleri, kaldırımları yansımış tabloların fonuna. Başrolde ise modern giyimli, manalı bakışlı büyük gözlü insanlar... Güreli ile sergiyi konuştuk.

Bu serginin hikâyesi nedir?

Görkem Yeltan bir gün Saint Paul de Vence’ya gideriz dedi ve bana buranın resmini gösterdi. Ben çok heyecanlandım görünce. İnternette resimlerine baktım. Sokaklar, kafeler, pencereler... Çok etkilendim ve resimlerimin içine hafif hafif dağılmaya başladılar. Adını o nedenle Saint Paul de Vence koydum. İş ciddileşince böyle kalsın dedim. Sonra giderim bir gün yeniden bir sergi daha açarım..

Hiç gitmediğiniz bir yeri çizmek zor olmadı mı?

Resimler kendini anlatıyor zaten. Onlar sayesinde hayal kurdum. Hatta orada bir sokak seçtim. Sulu boyalar yapmıştım o sırada. Bir baktım o resimlerden 10 tane yapmışım. Hepsi 2-3 gün içinde oldu. Birbirini çekti. Sanki orada, ben onlarla yaşamaya başladım. Biraz fantastik hikâye. Hayal edilen bir yolculuğun resimlerine dönüştü. Bu da beni rahatsız etmedi. Ben zaten resme bakarak çizenlerden değilim. Bir şey okurken, izlerken etkilenip çiziyorum. Hep hayatımın içinden şeyleri çoğaltmışımdır. O yüzden bu fikir bana bu sergiyi çıkarttı. Hepsi orayı yansıtmıyor tabii ama o hayalle yapılmış resimler.

Resimlerinizde portrelere çok sık yer veriyorsunuz. Portre sizin için ne ifade ediyor?

Benim için artık bu üsluba dönüştü sanıyorum. Üslub kelimesini çok sevmiyorum aslında ama hoşuma giden bir yerde takılıyorum. Bir yüz mesela. Onun etrafını sonra renklerle bezemeye çalışıyorum. O kim oluyor bilmiyorum. Filmden bir kare olabilir, bir bakış olabilir, bir erkek, iki kadın olabilir. Aslında resmin fügüratif kısmıyla çok ilgiliyim. İnsan yüzü kısmıyla. Hiçbiri birbinden kopuk değil. Sanki tanıdığım insanlar gibi. Kendi odamın renklerinden kopmuyor gibi bir halim de yok değil. Resim bakılmaya, görülmeye, yaşanmaya değer bir şey. Baktığın zaman bir renge takılmak... Bazen aynı renkler senin hayatından çıkmıyor bazen yeni bir renk buluyorsun ve o renk 4-5 resmin içinde yer alıyor. Kedilerin evleri işgali gibi. Geliyorlar, ‘Senle birlikte yaşayacağız’ diyorlar. Onlarsız ne yaparım bilmiyorum.

Resim yapmak sizde nasıl bir etki bırakıyor?

Nasıl bir etki bıraktığından ziyade nasıl bir etkiyle resmin başına oturduğumu anlatayım. Rüyamda renklerle birlikteyim. Bu aslında 365 günün 300 günü içimde olan bir şey. Bazen uyku tutmuyor, renklerle boğuşuyorum. Rüyalarımı kanıtlama şansım yok ama bana inanırsan bu böyle. Sabah kalktığım zaman yeni bir resmin başında buluyorum kendimi. Benim için müzik, edebiyat, sinema da öyledir aslında. Resim de bunlardan bir tanesi.

Resimlerinizde genellikle büyük gözlü insanlar görüyoruz. Sebebi nedir?

Hayatıma giren insanlarla da ilgili. Çizgi şeklinde de çiziyorum bazen ama büyük göz bana daha çok heyecan veriyor. Bu bir beğeni meselesi. Mesela fötr şapkaya meraklıyım. 1940’la 50-60 arası dönemi seviyorum. Kasketlerin ters giyilmesi zamanından beri benim modayla ilişkim bitti. Lastik ayakkabının giyilmesi de dahil -ki ben basket oynadım. Lastik ayakkabılara karşı değilim. İyi bir lastik ayakkabı markası vardı. Basketin son yıllarında babam sağolsun alabilmişti bana o ayakkabıyı. O zamanki kılık kıyafetler kent hayatından bana çok lezzet katıyor. Resimlere de oradan yansıyor.

Sanatın birleştirici gücü için neler söylersiniz?

Her sergi bende bir buluşmadır. Resimlerin nefes almaya, insanlara kendileriyle konuşmaya fırsat verdikleri bir gündür. Benim sanatla olan ana fikrim paylaşmaktır. Bu nedenle belki bu kadar zaman çalışıyorum. Başka işler yapabilirdim belki hayatta. Biri bana bir film, bir resim hakkında bir şey söylediğinde oturup konuşup tartışıyoruz. Birbirimize ‘Nasılsın?’ deme fırsatımız oluyor. Yoksa hayat nedir? Sürüklenip gidiyoruz. İnsanların suratına bakamadan bile şelaleden aşağı gidiverir. Gidene kadar ne kadar hoş tanışmalar, buluşmalar, bakışmalar yaşarsak o hayat o kadar zengin bir akış içinde geçmiş demektir. Sonunda hepimiz uçup gideceğiz. O anı iyi yaşamak lazım ve bunu anlayan insanlarla çoğaltmak lazım.

Resminizin nereye asılmasını istemezsiniz?

İstedikleri yere assınlar. Kötü bir yere astılarsa da bana söylemesinler. Bu, müziğin nerede dinlenmesini istemezsiniz gibi. Ben kimsenin, kimseyi rahatsız etmeyeceği bir özgürlük anlayışı içindeyim. Özgürlüğün sınırı yok. İnsanlar istediğini yapsın ama birbirinin alanına girmemek şartıyla. Kimseye şunu oraya asarsan eve gelirim diyecek halim yok. Nereye asarsa assın yeter ki resimle bir ilişki kurmuş olsun. Fransız edebiyatında öyle fıkralar vardır. Ressamlara kızdığı zaman resmi alıp banyoya asarlarmış. O tip polemiklerim yok dünyada. Sevgi üzerine kurmaya çalışıyorum. Kurabildim mi bilmiyorum ama benle beraber olanlar da sevinç bulsun istiyorum. Para pul meselesinin çok ötesine geçtik biz.

Eserlerinle tanındığın zaman varsın bu dünyada

Türkiye’de resim sanatı istenilen yerde mi?

Resmi yaşamak, tanımak, insanı tanımak kısmında çok geride olduğumuzu düşünüyorum. Bellli galerilerin çabalarıyla ve ressamların dirençleriyle yapılan şeyler bunlar. Topluma tam mal olmuş değil. Picasso’yu sokaktaki insan tanıyorsa resmiyle de tanıyor. Resimle tanıdığın zaman da varsın dünyada. Burada tam oturmamış bir kültürel dünya var. Ama bu ülkede çok iyi sanatçılar var ve çok güzel şeyler yapmaya devam ediyorlar. Avrupa ve Amerika henüz Türkiye’yi görmüş değil. Onlar zaten kendileriyle uğraşıyor gerisi için çabalamıyor. Biz biraz gönlü geniş bir toplumuz. Japonya’da bile ne olduğundan haberimiz var. Macarların, İspanyolların her şeyini biliyoruz. Amerikalılar dahil. İnsanlar bilmiyor diye kimseyi suçlamıyoruz ama zaman içinde bugünün dünyasında internet ve çoğalmalarla iyi bir yola girmek üzere. Yeter ki düzgün şeyler yapılmaya devam etsinler.

Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN