‘Kantemiroğlu Edvârı’yla musikimiz kimlik kazandı

‘Kantemiroğlu Edvârı’yla musikimiz kimlik kazandı

Prof. Dr. Cem Behar, ‘Kan Dolaşımı, Ameliyat ve Musıki Makamları’nda 17’nci yüzyılda İstanbul’da yaşamış Dimitri Kantemiroğlu’nun ‘Kantemiroğlu Edvârı’nı genişçe yorumluyor. Tarihte ilk defa bu eserle birlikte Türk musıkisinin tarif edildiğini belirten Behar “Böylelikle bir kimlik kazanıyor. Yeni müzik aletleri, makamlar ortaya çıkıyor. Tambur temel saz kabul ediliyor” diyor.

ERKUT TEZERDİ / RÖPORTAJ

Boğdan Prensi Demetrius Cantemir 1673 ile 1723 yıllarında yaşadı. Ömrünün 22 senesini İstanbul’da geçirdi ve Osmanlı/Türk musıkisini enine boyuna araştırdı. Tüm bunları da ‘Kantemiroğlu Edvârı’ adlı kitabında anlattı. Bu eser iki bölümden oluşuyor. İlk bölüm Edvâr, yani teorik anlatılar, ikinci bölüm 300’den fazla saz semaisini içeren notalar kısmı. İstanbul Şehir Üniversitesi’nden Prof. Dr. Cem Behar ise Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan ‘Kan Dolaşımı, Ameliyat ve Musıkî Makamları’nda, ‘Edvâr’ kısmını detaylıca yorumluyor. “Edvâr ‘devir’ kelimesinin çoğuludur. 12’nci, 13’üncü yüzyıldan beri müzik teorisyenleri ve yazarları makamları, usulleri birtakım daireler çizerek açıklamışlar. Onun için müzik teorisi kitaplarının adı ‘edvâr’dır. Yani daireler, devirler... İsmi buradan geliyor. ‘Kantemiroğlu Edvârı’nda Türk musıkisinin dönüşümü, gelişmi ve nasıl kimlik kazandığı anlatılıyor” diyen Behar’la kitabını konuştuk.

* Kantemiroğlu Edvârı hakkındaki kitabı yazarken neyi ölçüt aldınız?

Kantemiroğlu Edvârı iki bölümden oluşuyor. İlk bölümde teorik açıklamalar yer alıyor. İkinci kısımda ise 300 küsur eserin notası var. Ben kendi kitabımda ilk bölümü yani yalnızca Edvâr’ı anlattım. Müziğimizin tarihiyle ilgilenenlerin; müzikologların, uzmanların, müzik yazarlarının ufkunu açacak türde bir kitap.

* Neden yalnızca Kantemiroğlu Edvârı’nın ilk bölümünü değerlendirdiniz?

Çünkü bugüne kadar araştırmacılar daha çok notalarını, yani Kantemiroğlu’nun kitabının ikinci bölümünü incelediler. O dönemde yazılmış eserlerin notalarını aktarmayı daha önemli gördüler. Ama Kantemiroğlu niye, ne şekilde, niçin yazdığını ilk bölüm olan ‘Edvâr’ kısmında açıklıyor. Zihinsel arka planı, amacı ve konumu hakkında geniş bilgi veren de kitabın Edvâr bölümüdür, notaların kendisi değil! Ben de bu bölüm notalara göre daha önemli olduğu için değerlendirdim. ‘Kantemiroğlu Edvârı’nın kendisi 60-70 sayfa, fakat benim kitabımın uzunluğu 200 sayfa. Tabiri caizse ümüğünü sıktım; çıkarılabilecek olan maksimum yorumu ortaya koydum.

* Bunu yaparken amacınız neydi?

Türk musıkisinin tarihini yazmak... Kantemiroğlu Edvârı, müzik tarihinin en önemli belgelerinden bir tanesi. 1700 ile 1710 yılları arasında yazılmış. Edvârı, tarihi bir belge olarak değerlendirdim. O dönem Türk musıkisinin içinde bulunduğu durum da yazıyor Edvârı’nda. Kantemiroğlu sadece yazar değil; müzisyen, besteci, tamburi, bütün büyük bestecileri tanıyor. Edvârı’nda anlattıkları ise sadece müziğin teorisi değil, aynı zamanda o devirde İstanbul’da icra edilen müziğin de tasviri. Bugüne kadar gerekli önemin verilmediği Edvârı’nın, onu izleyen 300 küsur peşrev saz semaisinden çok daha önemli olduğunun kanaatindeyim. Zaten saz semailerini de Yalçın Tura çevirdi. Amerika’yı yeniden keşfetmenin anlamı yoktu.

* Türk musıkisine neler kazandırdı?

Birincisi böylelikle musıkimize kimlik kazandırdı. Kantemiroğlu bir Boğdan prensi. Hayatının 22 yılını da İstanbul’da geçirdi ve bir yabancı olarak yaşamadı. Musıkimize, hatırat yazan Avrupalı şarkiyatçılar gibi bakmadı. Musıkiye içeriden baktı ve gördüğünü, duyduğunu yazdı. İkincisi Kantemiroğlu’na gelene kadar Ortadoğu’da, İslam, Arap, Fars ve Türk musıkilerinde 13’üncü asırdan beri süregelen bir edvâr geleneği vardı. Fakat bu musıkilerde yazılan edvârlar hep evrensel musıkiyi tanımlamaya çalışır. Kantemiroğlu ise ilk defa İstanbul’daki Osmanlı/Türk musıkisini tarif ediyor. Dolayısıyla musıkimiz açısından bir kurucu nitelik taşıyor.

* Kantemiroğlu’nun musıkimize kimlik kazandırdığını söylediniz. Peki, musıkimizin kökeni nereye uzanıyor?

Bizim geleneksel musıkimiz 16’ncı yüzyılın ortalarından öncesine gitmez. Öncesinde Selçukluların İstanbul’a taşıdıkları Farsi kökenli bir gelenek vardı. Bunun tedricen yok olup yerine gerçekten yerel, Osmanlı, İstanbul’a ait geleneğin yerleşmesi Kanuni döneminde gerçekleşti. İki gelenek arasında geçiş sürecinin nasıl olduğunu bilmiyoruz çünkü tarihi bir belge yok. Musıki o dönemde kâğıda yazılmıyor, nota da yok.

“Nota yoktu” dediniz. Eserler doğaçlama mı ortaya çıkıyor veya çalınıyordu?

Nota yoktu ama bu bestelenmiş eser yok demek değildi. Bestelenen eserler ezberleniyor, ağızdan kulağa, ustadan çırağa geçiyor, sözlü olarak iletiliyordu.

* Kantemiroğlu’nun kimleri etkilediğini biliyoruz. O kimlerden etkilendi?

İstanbul’da yaşadığı dönem çalan musikî sanatçılarından etkilenmiş. Temelinde deneycilik ve pragmatik ölçütler var. Kantemiroğlu’nun Edvârı’nda sorduğu soru şu: ‘Bugün İstanbul’da icra edilen musıkiyi teorik olarak nasıl tarif edebilirim?’

EN MÜKEMMEL MUSIKİ ALETİ İNSAN SESİ

* Musikînin temelinde ne var?

Bütün Ortadoğu geleneklerinde en mükemmel musıki aleti insan sesidir. Musıki insana hastır. Kuşların sesi de güzeldir ama kuşların sesine musıki denmez. Kantemiroğlu’na göre ikinci en önemli musıki aleti, insan sesini de en iyi taklit edebilen tamburdur. Kantemiroğlu Edvârı’nda ilk defa temel saz olarak tamburun tanımı yapılır. Ondan önce hep ut aletiydi. Türk musıkisinin genel özelliklerinden biri de temel sazın tambur olmasıdır. Bunu da musıkimizin temeli olarak kabul eden ilk kişi Kantemiroğlu’dur.

YENİ ÇALGILAR VE MAKAMLAR ORTAYA ÇIKTI

* Kantemiroğlu’nun yaptıkları oldukça özgün ama bu özgünlük ilerleyen yıllarda Osmanlı/Türk musıkisine başka neler kazandırdı?

Musıkinin dili değişti. Daha önceki güftelerde Arapça ve Farsça kullanılırken sonraki dönemde Türkçe kullanıldı. Yeni çalgılar gelişti. Eski çalgılar yavaş yavaş terk edildi. Bize mahsus makamlar ortaya çıktı. Yeni usûller ve eser türleri icat edildi. Klasik Türk musıkisinde murabbâ beste denilen bir eser türü vardır, bu daha önce yoktu. Batıda nasıl senfoni, konçerto ve sonat varsa 16’ncı ve 17’nci yüzyılda peşrev, saz semaisi, semai; tüm bunlar Türk musıkisinin eser türleri haline geldi. Müziğimize kişilik kazandırdı.

Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN