Sinemayı gören İstanbullu frenk çırpınışına tutuldu

Sinemayı gören İstanbullu frenk çırpınışına tutuldu

Prof. Dr. Nezih Erdoğan son kitabı ‘Sinemanın İstanbul’da İlk Yılları’nda Osmanlı halkının modernleşme sürecinde sinematoğrafya ile ilk karşılaşmalarını anekdotlarla anlatıyor. Dönemin gazeteleri ve yazarlarından aktarılan bilgilere göre, 1900’li yıllarda vapur saatleri bile sinema seanslarına göre düzenleniyordu.

MELEK GEDİK / İSTANBUL

"Tren kalktı, bittabi sessiz sedasız. Aman ya Rabbi! Üstümüze geliyor. Zindan gibi salonunun içinde kıpırdamalar oldu. Trenin perdeden fırlayıp seyircileri çiğnenmesinden korkanlar ihtiyaten yerlerini terk ettiler galiba. Hani ya ben de korkmadım değil; lakin merak galip gelip beni iskenleye mıhladı. Bereket versin tren çabuk geçti.” 10 yaşında izlediği sinematoğrafyayı bu sözlerle anlatan yazar Ercüment Ekrem gibi daha nice Osmanlı vatandaşının ilk film deneyimleri Prof. Dr. Nezih Erdoğan’ın yazdığı ‘Sinemanın İstanbul’da İlk Yılları-Modernlik ve Seyir Maceraları’nda. Erdoğan, sinemanın Osmanlı topraklarına geliş serüvenini, seyirci algısını, bürokratik süreci ve halkın yeni icatla buluşmasını ilginç anekdotlarla aktarıyor. Onlardan biri sinema nedeniyle vapur seferlerinin değiştirilmesi. 1910 tarihli İkdam gazetesinin ilanında Paşakapısı’ndaki Yeni Tiyatro’da Weinbergin Pahte filmleri göstereceği, fiyatların gayet ucuz ve ‘gece vapurlarından da istifade edileceği’ belirtiliyor. İşte kitapta yer alan diğer ilginç notlar...

FOTOĞRAFIN CANLISIYMIŞ!

Dönemin iki yazarı Ercüment Ekrem ile Ahmet Haşim, sinemanın ilk ilanını ve algılanışını anlatıyor. Ercüment Ekrem sinema için “Pek meraklı bir şey diyorlar. Yeni icat olunmuş. Fotoğrafın canlısı gibi bir şeymiş” derken, Ahmet Haşim “Boş vaktim oldukça sinemaya giderim. Yumuşak bir karanlığa gömülmüş, makinanın hışırtısını dinleyerek cismimin değil, ruhumun bir çetin yol üzerinde mola verdiğini hissederim. Karanlık ölümün bir cüz’üdür. Onun için dinlendiricidir. Büyük dinlenme, bir zulmet denizine dalıp bir daha ışığa kavuşamamaktan başka nedir?” ifadelerini kullanıyor.

17-11/28/asd.jpg

GÖRKEMLİ VE ŞAŞIRTICI GÖSTERİ

Nezih Erdoğan, İstanbul’da halka açık ilk film gösteriminin 1896 yılında Fransız Jean Gabriel Henri Delavallee tarafından yapıldığını anlatıyor: “Gösterim, gazetelerde birkaç dilde (Osmanlıca, Ermenice, Rumca, Fransızca) ‘yaşayan fotoğraf’ projeksiyonu olarak ilan edildi. ‘Yaşayan Fotoğraf, Doğal Büyüklükte Canlı Projeksiyonlar/ Tüm Paris’i ayağa kaldıran Görkemli ve Şaşırtıcı Gösteri/ İlk kez İstanbul’da.’ Bildiğimiz fotoğraftan farklı olarak yaşayan, canlı, hareketli görüntüler, geldikleri dünyayla referansla gerçeklikle tartılmalıdır. Bu arada Paris de bir referans noktası olarak konumlandırılmaktadır; ‘Paris’i ayağa kaldıran görkemli ve şaşırtıcı gösteri’ şimdi de İstanbul seyircisini altüst edecektir. Böylelikle İstanbul seyircisi Parisli seyirciden aşağı kalmayacaktır.”

TİYATROLAR SİNEMA SALONU OLDU

1908’de Pera’da fotoğraf film ve ekipmanları satan Sigmund Weinberg, Pathe Frere’in temsilcisi olarak İstanbul’da bir tiyatro binasını sinema salonuna dönüştürerek işletmeye açtı. Bu iş için Beyoğlu Tepebaşı’ndaki Belediye Tiyatrosu’nun 825 koltuk kapasiteli ‘amfitiyatrosu’ kiralanır. Bu durumla ilgili olarak Nezih Erdoğan şu saptamayı yapıyor: “Bir mekanın temelde film göstermeye tahsis edilmesi, bunun için yapısal düzenlemeler yapılması, İstanbul’da sinemanın ticari rüştüğünü ispatladığı anlamına gelir. En önemlisi de böylelikle İstanbul seyircisinin ‘sinemaya gitmeye’ başlaması.”

FİLMDEN ÇIKAN SALLANIP TİTRİYORDU

Filmler o dönemde saniyede 24 değil 16 kare hızla çekilmekteydi. O nedenle hareketler ‘normal’den hızlı görünüyordu. İkincisi, gösterim sırasında aygıt bir manivelanın el ile çevrilmesiyle çalıştırılmaktaydı. İşte bu iki durum, görüntünün çok hızlı akmasına neden oluyordu. Refik Halit Karay, bu hızlı görüntü akışının seyirciye de yansıdığını kitapta şu sözlerle aktarıyor: “Kapıdan çıkanlara da o sallantı ve titreyiş sirayet etmişti. Hepimiz gözlerimizi kırıştırarak tin, tin, sarsıla sarsıla bir acayip tarzda yürüyorduk. Yürüyüşümüze cadde bekleyen arabacılarla içeri giremeyen parasız meraklılar hayretle bakıyorlardı. Düşününüz o zaman ki ağır ağır, salına salına, vakarlı ve temkinli İstanbul Efendisi yürüyüşünü, bir de bu frenk çırpınışına!”

YENİ RAMAZAN EĞLENCESİ

Seyirciyle daha çok Pera’da buluşan sinema, çok kısa süre sonra muhafazakar kesimin yaşadığı Şehzadebaşı’nda görülür. Fransız film satıcısı Dellavallee, Sabah gazetesi’ne şu ilginç ilanı verir: “... Ramazan’ı Şerife mahsus olmak üzere Şehzadebaşı’nda kain Fevziye Kıraathanesi bahçesindeki mahal-i mahsusaya nakletmeye karar verdik.” Bu ilanın üzerine Erdoğan şu yorumda bulunuyor: “Ramazan’ı şerife mahsus olmak üzere derken sinemanın ramazan eğlencesi olarak pazarlandığına dikkat ediniz. Böylelikle iftardan sonra geleneksel ramazan eğlencelerinin akışına sinema da dahil ediliyordu.”

GAZETELER SEYİRCİYİ KONUMLANDIRIYOR

Kitabında sinemayla ilgili gazete ilanlarından örnekler veren Nezih Erdoğan, satırlarına şu notları düşmüş: “İlanlar, zaman-mekan üzerinden izleyiciyi kadın, erkek ve çocuklara bölerek bir deneyim vaat ediyor. Bir şehir, zamansal olarak birden fazla modaliteyi barındırabilir. Minarelerden gelen ezan veya kiliselerden gelen çan sesleri o dönemde günün noktalama işaretleri gibiydiler. İlanlar bilet fiyatlarını ve gösterim saatlerini duyuruyor, seyirciyi sınıflıyor. Ama yalnızca bunları yapmıyor, seyirciyi programlıyor, modernlik dediğimiz şeyin yapısına empoze ediyor.”

 

İlgili Haberler
Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN