Hayri İrdal’ın oğlu Ahmet nerede?

Türk toplumunun geleneksel üretim usullerinden modern üretim tarzı ve teknolojiye geçiş sürecinde yaşadığı sancı ve ekonomik kriz, özellikle Cumhuriyet’ten sonra pek çok edebî esere konu oldu. Meselâ Sadri Ertem’in “Çıkrıklar Durunca”sı, Orhan Kemal’in “Bereketli Topraklar Üzerinde”si, Mustafa Kutlu’nun “Yokuşa Akan Sular”ı bunlardan bazıları… Ancak bu eserlerin çoğuna, bence yanlış veya eksik bir bakış açısı hâkimdir. İzah edeyim; geleneksel üretim tarzını sürdüren bir toplum, hiç de alışkın olmadığı bir teknoloji ve çalışma usulüyle karşılaşınca bir kriz yaşar ve bu krizin edebiyatımıza yansıması gayet doğaldır. Nitekim bunlar, birçok esere konu olmuştur. Sorun bu değil! Ancak çoğu eserde öne çıkan, modern üretim tarzının ve teknolojinin, geleneği; dinî yaşayış ve ahlâkı bozduğu tezi ve özellikle bazı muhafazakâr yazarların, öykülerini, ısrarla modern üretim tarzı ve teknolojiyle geleneksel moral değerlerin çatışması üzerine bina etmesi, bence sorunlu… Çünkü öyküyü salt teknoloji-ahlâk, teknoloji-din çatışması üzerine kurmak, okurda “toplumsal yozlaşma”nın asıl sebebinin “modern teknoloji” olduğu düşüncesini; dolayısıyla “teknoloji karşıtlığı”nı; hatta bazı muhafazakâr okurların içinde pusuya yatmış “yanlış tevekkül” anlayışını tetiklemekte ya da karamsar bir psikoloji doğurmakta… Bu bakış açısı yerine; meselâ “Yokuşa Akan Sular”da ‘Seydali ve Bican, bir fabrikada hem modern üretim tarzına adapte olup, hem ibadetlerini huşû ve rahatlıkla yapabilir miydi?’ sorusuna cevap aranmalıydı bence.

***

Ben, bu bağlamda asıl “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”nün Muvakkit Nuri Efendisini hatırladım. Okuyanlar bilir, Nuri Efendi, romanın bilgesidir; sağlam bir “zaman şuuru”na ve “iş ahlâkı”na sahiptir, “bir meslek adamından ziyade, işin zevkinde bir keyif ehli gibi çalışır.” Hâsılı romanda sahih ve sağlam bir geleneğin temsilcisidir. En önemlisi, modern üretme tarzı karşısında zihniyet itibarıyla hiçbir zaafı yoktur! Tek bir sorunu var, o da yeni çalışma usulüne adapte olamamak! Dikkat edilirse, Nuri Efendi, tamir için “kendisine emanet edilen saati bir kere açtıktan sonra bir cam kavanoz altına koyar. Bazen haftalarca, el sürmeden karşıdan seyreder…” İşte problem budur: Yavaşlık!.. “Çabuk ve çok” üreten modern üretim tarzı karşısında oldukça yavaş çalışan Nuri Efendi’nin rekabet şansı yoktur; ama iş ahlâkını muhafaza ederek, modern üretim usulüne uyması mümkündür. Tanpınar, bunu arzuladığı için romanında Hayri İrdal’ın oğlu Ahmet’i canlandırdı. O, hem Muvakkit Nuri’nin çalışma ahlâkını sürdürecek, hem yeni üretme usulüne adapte olacak, böylece problem çözülecekti. Dolayısıyla, Muvakkit Nuri Efendi bağlamında sorun, teknolojinin ahlâkı ifsat etmesi değil, sağlam bir ahlâka sahip olan Müslüman bilgenin yeni çalışma usulüne adapte olmamasıydı.

***

Ama ıskalanan problem başka! Problem, evvelemirde teknoloji-gelenek çatışması değil, toplumun, “çalışmanın nizamından geçmemiş” olması, Türk modernleşmesinin dahi bir çalışma disiplinine ve iş ahlâkına sahip bulunmamasıdır… Nitekim “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”nde modern kurumlar/teknoloji, toplumu değil, Ayarcı’nın temsil ettiği kurnaz ve gayr-i ahlâki zihniyet, modern kurumları ve teknolojiyi ifsat eder!.. Bu yanlış zihniyetin kurduğu “Enstitü”yü bir Batılının ilgası da ayrıca manidardır. Bence asıl sorun bu!

***

Yukarıda değindim; Tanpınar, sağlıklı ilerleme programını İrdal’ın oğlu Ahmet’e emanet etmişti. Ama o, edebiyatımızda bir daha görülmedi! Sahi, bu delikanlı şimdi nerede? Muhtemelen adaletsiz ve ahlâksız bir iş ortamında, çalışkanlığın ve yeni teknolojiyi şuurlu bir biçimde kullanmanın dahi bir kıymeti olmayacağını fark edip, üstadı Muvakkit Nuri Efendi’den miras kalan bir hücrede inzivaya çekilmiştir.

Bilmem anlatabildim mi?..

YORUMLAR (5)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
5 Yorum