Müfredat: Kem âlât ile kemâlât olmaz!..

Eğitim, en büyük meselemiz!.. Yıllardır, ilim ve sanatta dünya çapında bir şahsiyet yetiştiremiyoruz!.. Âkif de; “İbn-i Sinâ’ları yüzlerce doğurmuş iklim/Tek çocuk vermiyor âgûşuna ilmin, ne akîm” diye haykırıp durdu… Birçok okul açtık, müfredatlar yaptık; ama nafile!.. Eğitim kurumlarımız, “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” gibi!

Peki neden? Bütün kabahat müfredat programlarında mı? Elbette hayır! Müfredattan önce ele alınması gereken daha büyük bir mesele var: Öğretmen yetiştiren fakülteler ve bu fakültelerdeki eğitim. Bilhassa “eğitim bilimleri”nin dili ve terminolojisi kanayan bir yara!.. Önce buradan başlayalım!..

İlim ve tahsil, kavramlarla yapılır. Dilinizden ve kavramlarınızdan koparsanız, düşünemez, öğrenemez ve öğretemezsiniz. Bu sebeple “kavgayı önce kelimeler dünyasında kazanmak mecburiyetindeyiz.”

İtiraf edelim, bugün, dil ve terminoloji itibarıyla en muğlak, zihni en karışık bilim dallarından biri, “eğitim bilimleri”dir. Bu alandaki hastalıklı dil, tabiatıyla önce müfredatlara, oradan da öğretmen ve öğrencilere sirayet ediyor. Netice; Cemil Meriç’in dediği gibi “bütün lise kitapları (…) çürüyen bir beynin anatomisini aksettir[en] sarhoş bir kelime yığını…” (Jurnal 1, s. 180) artık!..

***

İddia ediyorum, öğrencilerin/öğretmenlerin çoğu, pedagojik formasyon derslerinin ve eğitim bilimleriyle ilgili kitapların dilini anlamıyor! Çünkü bu eserler, bir çırpıda uydurulmuş, okuyanda çağrışım uyandırmayan köksüz terimlerle dolu. Oysa “Kaynaklarından kopan bir intelijansıyanın kaderi, bir mefhum hercümerci içinde boğulmak[tır]” (Umrandan Uygarlığa, s. 86). Maalesef artık, yabancı terimlerin karşılıklarını evvelâ kadim kültürümüzde arayan ve ısrarla bize ait terimleri kullanan Babanzade Ahmed Naim gibi ilim adamlarımız yok! Onun, “psikoloji bilimi”ne ısrarla “ilmü’n- nefs” demesi ve 2000’e yakın felsefî terim önermesi, Meriç’in dil hassasiyeti, yaşadığımız kültürel/ilmî yozlaşmaya karşı bir direnişti… Ama nafile, Halit Ayarcı’ya özgü kurnazlık, kolaycılık ve uydurmacılıkla “ilm-i terbiye ve tedris”i “eğitim bilimleri” yapalı, “terbiye” kültürümüzü de kaybettik! Bu köksüzlük, yeni müfredatta da sürüyor… Meselâ “kazanım”!.. Bizdeki asıl karşılığı “müktesebât”. Müfredatı hazırlayanlar, her hâlde müktesebâtın anlamını bilmiyor! Bilseler, “kazı kazan”ı çağrıştıran “kazanım”ı kullanmazlardı. Çünkü bizde ilim kazanılmaz, tahsil veya kesbedilir. Yeri geldi, birkaç beyit yazayım, belki “müktesebât”ımız artar. Baki’den:

“Şeref vermez dür ü gevher kemâl olmaz zer ü ziver

Hüner kesb et hüner bahr-i fazilet kân-ı irfân ol”

Şu da Şinasi’den:

“Bedbaht ana derler ki elinde cühelânın

Kahr olmak için kesb-i kemal-i hüner eyler“

Müfredattaki bir başka garip terim de “kifayet”i çağrıştıran “yeterlilik”! “Yeterlilik” diyenler, bunun karşılığının “ehliyet” olduğunu biliyorlar mı acaba? Meselâ, eskiler bir kişiye iş yaptırmadan önce; “Bu işte ehliyetli mi?” diye sorarlardı, “yeterli” mi demezlerdi…

***

Kısaca, eğitim bilimleri bir terminoloji ve dil karmaşası içinde; kendi kavramlarından bîhaber! Terbiyeden vazgeçip, eğitmeye koyulalıdan beri, ilme “talep” yok, dolayısıyla “talebe” de yok; bu sebeple olsa gerek “mecburî eğitim” yapıyoruz. “Bilişsel”, “duyuşsal” ve bir de “uzamsal beceriler” var edinmemiz gereken… Eğitimde “kazanım”lar peşindeyiz. İnşallah bu yıl “kazanımlarımız” bol olur!.. Hâsılı, “girdi”ler, “çıktı”lar, “biliş”tiler, “duyuş”tular, edim, güdüm derken, uzaştılar ve becerdiler… Anladık ki, Halit Ayarcı’nın kurduğu “Eğitimi Ayarlama Enstitüsü” hâlâ çalışıyor!

O hâlde evvelâ Eğitim Fakültelerini ıslah etmek, sonra eğitim bilimlerini muğlak ve köksüz terimlerden arındırmak lâzım! Müfredat, gelecek haftaya!

YORUMLAR (8)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
8 Yorum