Yoksulların yazarı Orhan Kemal

Toplum değişince, hatta yazarın sosyal çevresi ve şartları değişince, edebiyat da değişiyor elbet. Toplum mu, yazarların hayat şartları mı değişti, yoksulluk mu ortadan kalktı bilmiyorum. Nedense artık yoksulların hayatı pek yazılmıyor edebiyatımızda. Bunda toplumsal değişmenin yanında, edebiyat anlayışının değişmesinin de büyük payı var elbette. Roman ve öykü artık bir ‘oyun’; ne anlattığından çok ‘nasıl anlattığı’na odaklanıyor genç yazarlar. Değişik kurgu ve anlatma tekniklerinin, okuru yeni tekniklerle avlamanın peşinde. Edebiyatta, özgün, etkili bir dil ve teknik önemli elbette; basit bir vaka, özgün, etkili bir biçimle sunulduğunda büyülüyor okuru. Ama hayat tüm tekniklerin üstünde sonuçta ve daima kendi ‘oyun’unu oynuyor… Hasılı teknik ya da biçim, özden, hayattan kopuk değil; hatta öz, biçimi belirliyor. Oysa günümüzde edebiyat, özgün tekniklerin peşinde; hayattan giderek kopuyor. Genç yazarların, yoksul insanların hayatlarını yazmaya rağbet etmemesinin bir sebebi de bu bence. Yoksa yoksulluk ortadan kalkmadı, hayatımızın yine en önemli ve acı gerçeği!...

***

Yoksulluk deyince, edebiyatımızda akla gelen ilk yazarlardan biri, her hâlde Orhan Kemal’dir. Roman ve öykülerinde Anadolu insanının belini büken, onu çaresiz bırakan; hatta Allah’a isyan noktasına getiren yoksulluğu –özellikle Çukurova’nın vahşi ve acımasız yoksulluğunu- tüm çıplaklığıyla dile getirmiştir. Eserlerinden anlaşılıyor ki, içinde müthiş bir keder, müthiş bir öfke ve isyan var Orhan Kemal’in. Geçenlerde “Eskici Dükkanı”nı (Eskici ve Oğulları) okudum, o öfke, o merhamet, o büyük isyan; hasılı bugünkü yazarlarda pek bulamadığım o ‘insanî duyarlık’ tüm satırlara kuvvetle sinmişti.

“Eskici Dükkanı”nda olaylar, II. Dünya Savaşı sonrasında, tarım toplumundan sanayi toplumuna evrilme sürecinin başında, Çukurova’da Adana’nın yoksul kenar semtlerinde ve sarı sıcağın insanları cayır cayır yaktığı, sıtmanın bir deri bir kemik bıraktığı pamuk tarlalarında geçer. Romanın ana kahramanı (Eskici) Trablusgarp’ta bir ayağını vatanı uğruna feda etmiş, oğullarına, kızına, gelinine, torunlarına ayakkabı tamirciliği yaparak bakmaya çalışan yaşlı bir adamdır. Bir küçük dükkân bütün aileyi geçindirmeye yetmez. Çaresizlik ve yoksulluk, Eskici’nin asabını bozar. Baba ile oğulları arasındaki kavgalar, Adana’nın kendine özgü dili, küfürleri, mahalledeki kadınların ağız dalaşı, dedikodular, esnaf, tüm canlılığıyla yansır esere. Sonunda aile, hep beraber pamuk tarlalarında kütlü (pamuk) toplamaya gider. İşte bu bağlamda, Çukurova’nın vahşi tabiatını, cehennem gibi sıcağını, sivrisinekleri, sıtma belasını, pamuk tarlalarında çalışanların hayatını, cinsel arzularını tüm yalınlığıyla anlatır Orhan Kemal. Bu bakımdan, bence Çukurova’yı edebiyatımızda en iyi yansıtan yazardır. Eskiciyi, yoksulluğunu, onun büyük acısını, öfkesini, isyanını, hayallerini dile getirmede oldukça başarılıdır. Tüm çaresizliklere karşın umudunu yitirmez, Eskici ailesini, karşılarına iyi/ güçlü kişiler çıkararak türlü badirelerden kurtarır. Teknik kusurları yok mu romanın? Var!... Ama başta da dediğim gibi ‘hayat’ın kendisi; yoksulluğun büyük acısı, öfkesi ve isyanı da var… Bir eserde bulunması gereken ilk özellik budur!... Hayat ve ruh yoksa, yalnız kuru bir ‘teknik’ ne işe yarar?...

***

Orhan Kemal’in okuru sarsan o insanî hassasiyetini; öfkesini, isyanını, büyük ıstırabını, merhametini hasretle arıyorum şimdiki eserlerde. Çoğunda cilalanmış, insanın kalbine dokunmayan bir kuru laf kalabalığı! ‘Gözyaşı medeniyeti’nin sanatı/edebiyatı böyle mi olmalıydı?... Tam da İsmet Özel’in dediği gibiyiz işte:

“Yaşamak –Oh dear- ne kadar tekdüze/ Katliamlar ne kötü be birader”

YORUMLAR (4)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
4 Yorum