Üç dönem üç AK Parti

AK Parti değerlendirmesiyle ilgili olarak önceki gün bıraktığım yerden devam ediyorum.

AK Parti hikayesinin üç büyük evresinden söz edilebilir.

Birincisi değişim evresidir. 2003 ile 2007/2008’e arası bu dönemde AK Parti, demokrasi istikametinde bir arayışı temsil etmişti.

Bu ilk evreyi belirleyen iki hususun özellikle altını çizmek gerekir. İlk husus, farklı kültürel ve sosyal gruplar (özellikle İslami kesim ve laik çevreler) arasındaki sistemden ve haklardan faydalanma dengesizliklerinin giderilmesi ve kısmi sosyolojik eşitlenme gerçekleştirilmesi olmuştur. Aynı istikamette bir başka husus, yerel değerler ile evrensel değerlerin kesiştirilmesi arayışıydı. Dindar kökenden gelen bir siyasi partinin Türkiye’yi AB’ye taşıma iddiası, bu çerçevede gerçekleştirilen hukuk reformları, özgürlük alanın genişlemesi, bu durumun en önemli göstergelerinden bir tanesiydi. 2003-2008 arası ülke iklimini, AK Parti politikaları ve hedeflerini bu iki unsur tanımlamıştır. Dünya konjoktürüyle de uyumlu bu adımların, hakların kullanımı, kültürel köprüler, muhafazakarlığın kendi içinde farklılaşması gibi kalıcı etkileri bugüne de uzanmaktadır.

İkinci evre, değişim adımlarının sistemin dokusunu etkileyecek derinliğe ulaşması vu bu çerçevede devleti kontrol kavgalarının öne çıkmasıyla tetiklendi. 2008’de, esasen 2007 ortalarında başladı, Arap Baharı rüzgarlarını da içine alarak iktidar kavgalarıyla 2016’ya kadar sürdü. Başörtüsüne karşı Cumhuriyet Mitingleri, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı adaylığına itirazlar, askeri muhtıra, Anayasa Mahkemesi’nin bir devlet refleksi olan 367 kararı, arkasından gelen seçim, onu takip eden kapatma davası, bunun üzerine 2008’de başlayan tasfiye operasyonları ve hesaplaşmaları içeren Ergenekon davası ve benzer dava süreçleri, bu evreyi resmeden temel gelişmelerdi.

Dönemin önemli bir özelliği, iktidar mücadelelerinin çok aktörlü yaşanmasıydı. Bir yandan Kemalist gruplarla AK Parti arasında bir iktidar kavgası yaşanırken, diğer yandan askeri yapıyı kontrol etmek hedefi güden Gülen cemaati mevcut ordu dokusuna savaş açmış, 2010’dan itibaren bunu tasfiye, kumpas ve yerine geçme hamleleriyle yürütmüştü. Bunlar yanında, bu dönemde 2011 sonrası bu kez AK Parti ile Gülen cemaati arasında ortaya çıkan, türlü darbe girişimleriyle devam eden, bir iktidar paylaşım kavgası ve ağır çatışma yaşandı. Bu “siyasi savaş” devlet gücünün, kurumların, yargının kullanılmasıyla seyretmiş, ülkenin tüm aktörlerini etkileyen bir siyasi kirlenme yaşanmıştır.

Bu evrenin son iki yılı özel bir öneme sahiptir. 2013-2015/16 arası bir geçiş parantezi niteliği taşımış, hem barış süreci, hem otoriterleşme gibi birbiriyle çelişen unsurları aynı anda barındırmıştır. Arap Baharı’nın etkisi de bu parantezde devreye girer. Arap Baharı’nın ikinci safhasıyla Erdoğan, İslami dünyaya sahip çıkan, kimlikçi bir söyleme yönelip Batı değerlerine bir tür söylemsel savaş açmış, ahlak meselesinde mikro siyasi alanların hangi değerlerle tanzim edileceği konusunda aktif pozisyonlar almaya başlamıştır. Gezi ve 17-25 Aralık 2013 olaylarıyla, iktidarın devrilme endişesinin de bunlara eklendiğini belirtmek gerekir. Bunun neticesinde, Erdoğan çevresine önce güvenini kaybetti. Sonra partide çok sesliği yok eden, tek adam sistemine yol açacak tasfiyelere girişti. Siyasi kararları dayatarak almaya başladı. Otoriter politikaların zemini de böyle oluştu. Sonuç itibariyle bu geçiş evresi Erdoğan’ın AK Parti ve ülke yönetimine fiilen el koymasıyla yol almıştır.

Üçüncü evre, 2016 sonrası, 2016 rejimi olarak adlandırılabilecek dönem, otoriter gidişi, yeni anayasaya ve mevzuatla “taçlandırılma” evresidir”.

Bu istikametin, fikri olarak Erdoğan’in iradesi ve tasavvuruyla doğduğunu, ancak kimi siyasi gelişmelerle mümkün olduğunu belirtmek gerekir. Nitekim 2015 Hendek hadiseleri, PKK’nin sınır boyu alan genişletmesi, 15 Temmuz darbe girişimi ve devletin düşme tehlikesi, sistemin korkularını tetiklemiş, varoluş arayışları ve korkular iç içe girmiş, bu durum Kemalist ve muhafazakar aktörler arasında karşılıklı bir bağımlılık ve tarihsel bir ittifak üretmiştir. Batı’nın Türkiye’yi anti-demokratik haliyle kabul edip, onu göçmen kontrol karakolu olarak görmek istemesi, bölgede stratejik unsurların öne çıkması ve popülizmin kazandığı alan ve örtülü meşruiyet de bu gelişmelere destek olmuştur.

Bu son dönemde Erdoğan ve Türkiye’nin, 1914 sonrası Talat Paşa politikalarını andıran bir yol izlemeye başladığı söylenebilir.

Öykü ana hatlarıyla böyledir.

YORUMLAR (50)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
50 Yorum