Misafirlerine sopayla yemek yediren adam

CUMARTESİ YAZILARI

Önceki gün Mevlâna İdris “misafirlerine sopayla yemek yediren adam” diye meşhur olan rahmetli Dökümcü Şevket’in dillere destan sofrasıyla ilgili bir hatıra nakletti köşesinde. Avukat Murat Çetin bizim de bir zamanlar müdavimi olduğumuz İLESAM lokalinden bir grup arkadaşımızı Dökümcü Şevket’in yemeğine götürmüş yıllar önce. Özellikle aydınları, yazarları, siyasetçileri bir araya getirdiği yemek davetleri dolayısıyla Ebuzziyafe adıyla da anılan Şevket Efendi “her zaman olduğu gibi ziyafeti zulme dönüştürdü”ğü için o yemeğe katılan İLESAM grubu kendilerini oraya götüren arkadaşlarından intikam almaya girişmişler ertesi gün. Her ne yaşadılarsa artık…

Gerçi ben şahsen ne yaşadıklarını az çok tahmin edebiliyorum. Çünkü ben de merhum Dökümcü Şevket’in bir yemek davetine katılma şanssızlığı yaşamıştım. Üzerinden en az 20-25 yıl geçtiği halde unutamadım. Gerçekten büyük işkenceydi!

17-06/17/sdeart.jpgDökümcü Şevket kitap düşkünü, aydın dostu, cömert ve misafirperver bir insan olarak tanınıyordu.

Neden işkence diyorum, izah edeceğim… Aslında bunları Mevlâna İdris’in köşesinde çıkan tatlı anıya izafeten önceki akşam Twitter’da da anlatmıştım, dolayısıyla bazıları için ikinci baskı olacak ama çare yok…

Demirci Şevket’in sofrasında her şey duble boydu. Erikler elma kadar, portakallar kavun kadardı. Çay bardakları da su bardağı hacmindeydi. Asıl önemlisi, yemek tabakları da boyut olarak servis tepsisinden aşağı kalmıyordu. Ve önünüze gelen her şeyi bitirmek zorundaydınız.

Herhangi birşeyi beğenmeme şansınız yoktu. Dökümcü Şevket yemekte bambaşka bir insana dönüşüp terör estiriyordu. Korku belasına yiyordunuz.

Yemekler benim damak zevkime pek hitap etmiyordu gerçi ama zaten önemli olan burası değil. Dünyanın en güzel yemekleri bile karnınız doyduktan sonra işkence aracına dönüşebilir.

“Şevket Baba”nın yemek tarzını seven ve duble tabakların dibini afiyetle sıyıran arkadaşlar da vardı tabii ve mekânın asıl müdavimleri bunlardı. Ne var ki oraya kazara yolu düşmüş bizim gibilerin yaşadığı dehşet yıllar boyunca anlatılacak bir anıya dönüşüyor böyle.

***

Ben de bazı arkadaşların ısrarıyla bir akşam rahmetli Demirci Şevket’in sofrasında buldum kendimi. Edirnekapı dışında, Demirkapı civarında bir fabrikası vardı Şevket Abi’nin. Döküm fabrikasıydı galiba. Dökümcü lakabı buradan.

Fabrikanın üst katı bütünüyle patronun özel dairesi olarak düzenlenmişti. Yemek salonu buradaydı. Çok geniş ve zengin de bir kütüphanesi vardı. Ziyafet sofralarının haricinde kitap merakıyla da tanınan Dökümcü Şevket’i bir gün Sahaflar Çarşısında görmüştüm. Bir çuval kitap almış, sürükleyerek götürüyordu. O görüntü de gözümün önünden gitmiyor.

Her neyse… Döküm fabrikasındaki yemeğe dönelim... 10-15 masada 70-80 kişi vardı. Gazeteciler, yazarlar, akademisyenler, siyasetçiler… Hepsi tanıdık simalar…

O akşam yanımda tesadüfen rahmetli Mahir Kaynak oturuyordu, karşımda da yine rahmetli Nevzat Yalçıntaş. Ortamda terör estiren ev sahibimiz galiba hocalara saygısından bizim masaya pek fazla ilişmedi.

Düşünün ki ev sahibinin “fazla ilişmediği” haliyle benim hafızamda tam bir kâbus olarak yer etti o masada yaşadıklarım. Gerisini siz hesap edin!

Devasa bir tabakta servis edilen ve başka bir şey yemeye ihtiyaç bırakmayan çorbanın ardından koca bir tabak kuru fasulye, sonra da yine duble tabakta bir et yemeği geldi. Hiç dokunmadığım kuru fasulye tabağını insaflı bir garson sayesinde geri gönderdim ama Şevket Abi hemen başıma dikiliverdi...

“Senin yemeğin nerede” sorusuna “bitirdim” yalanıyla cevap vermekten başka çare bulamadım. Doğruyu söylesem bir kazan daha yemek yemem gerekecekti. Gerçi ev sahibimiz doğruyu söylemediğimi muhtemelen çok iyi biliyordu ama masadaki hocaların yanında tatsızlık çıkarmak istemediği için olacak, sessizlikle geçiştirdi durumu. Ancak bakışları ben öyle kolay kül yutmam der gibiydi. Söylediğim yalanı bana duble yemek tabakları içinde yedirecekti, çünkü daha akşam bitmemişti…

Akşam gerçekten de bitmiyordu. Dökümcü Şevket’in sofrasında tabaklar boşaldıkça yenisi geliyordu. İşkence bitmeyecek gibi görünüyordu. Düşündüm taşındım, karar verdim: tek çare firardı. Yavaşça masadan kalktım, lavabo arıyormuş gibi yaparak kapıyı buldum ve kendimi dışarı attım.

O kış gecesi Demirkapı’daki fabrikanın çevresi epeyce tenhaydı. Çamurlara bata çıka ana caddeye kadar koştum. Sokak köpekleri peşimden havlıyordu.

Caddeden geçen bir minibüse atladım, Vezneciler’de inip Beyazıt’a kadar yürüdüm. Erenler’de içtiğim çay her zamankinden daha lezzetli geldi.

***

İşin şakası bir yana, rahmetli Dökümcü Şevket Bey kitap ve aydın dostu, cömert, mükrim bir insandı. Tatlı sert tavırları ve zorla yemek yedirme merakı geleneksel Türk misafirperverliğinin latife sosunda bir tezahürüydü aslında.

Öte yandan, “Şevket Baba” aynı zamanda dışarıdan pek bilinmese de gönül ehlinin yakından bildiği olgun bir mutasavvıf olduğu için Ebuzziyafe şapkası altında yaptıkları çevresindeki insanları fark ettirmeden eğitmeye yönelikti herhalde.

Bu vesileyle rahmet diliyorum.

YORUMLAR (5)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
5 Yorum