Deprem gözyaşlarımız ne kadar samimi?

Köpeği açlıktan ölen adam

O köpek ölüyor ve o Arap ağlıyordu; gözyaşı yağdırıp, “Eyvahlar!” diyordu.

Bir dilenci geçti ve “Bu ağlama nedir? Ağıt ve ağlaman kimin içindir?” dedi.

Dedi: “İyi huylu bir köpeğim vardı; işte yol ortasında ölüyor o.”

Yanında bir bohça taşıyan adamın sadık köpeği açlıktan ölmek üzereydi. Onları gören bir dilenci bohçada ne olduğunu sordu. Bohçada adamın günlük yiyeceği vardı. Bohçadaki yiyeceği kendisi için saklıyor, öleceğini söylediği köpeğiyle paylaşmıyordu.

Hepimiz ağlıyoruz

Şimdi enkaz altında kalanlar, enkazdan kurtulsa da hayatta kalma mücadelesi veren, evini barkını kaybedenler için hepimiz ağlıyoruz.

Ağlıyoruz da bohçamızdakileri paylaşıyoruz muyuz?

Milletimizin kahir ekseriyetinin canla başla yardım için çırpındığını görüyor ve bu milletin mensubu olmaktan gurur duyuyoruz.

1999 Düzce-Gölcük depreminde de çok ağladık

1999 yılı depreminde de aynı acıları yaşadık. 1999 depremi bizim neslin karşılaştığı en büyük deprem olduğu için hazırlıksız yakalanmıştık.

Bu depremden devlet ve millet olarak çok şey öğrendiğimizi düşünüyorduk. İnşaat yönetmelikleri bu depremden sonra değiştirildi. Vatandaşların da daha duyarlı hale geldiklerini düşünüyorduk.

1999 depreminde unutmadığım bir olay yaşadık. Oturduğumuz binanın müteahhidi de aynı binada oturuyordu. Binada oturanlar olarak hepimiz evlerimizi terk ederek parklarda sabahladık. İlginç bir şekilde müteahhit olan komşumuz evini terk etmedi.

Evimize döndüğümüzde komşumuza evini neden terk etmediğini sorduk. “Bina çok sağlam ve depreme dayanıklı olduğu” için sokaktan daha güvenli olduğunu söyledi.

Deprem gündemdeki sıcaklığını korurken, devlet yöneticileri alınacak önlemler hakkında güzel şeyler vadettiler.

Bu vaatlerin ne kadarının gerçeğe döndüğünü, bohçamızdakileri vatandaşla ne kadar paylaştığımızı bu depremde görmüş olduk!

1999 depreminden ders aldık mı?

1999 depremi sonrasında on iki kişilik bir grup arkadaşla, içinde güvenle yaşayacağımız konutlar inşa etmeye karar verdik. Projeyi yapacak inşaat mühendisinden, (belki de biraz abartarak) projeyi bataklık zemine göre hazırlamasını istedik. Projenin emniyet katsayısını yüksek tuttuğumuz gibi demir ve beton seçiminde de yüksek güvenlikli ürünleri tercih ettik. İnşa ettiğimiz konutlarda ikamet eden bütün komşularımız binanın deprem dayanıklılığından eminler, endişelenmeden ikamet ediyorlar. Tek endişeleri eşyaların hareketliliği.

Peki ülke olarak dersimizi aldığımızı söyleyebilir miyiz?

Hepimizin ve özellikle kamu yönetiminin yeterli dersi çıkardığını söyleyemiyoruz maalesef.

Asli ve büyük sorumluluk iktidara ait olsa da iktidar-muhalefet ayrımı yapmaksızın merkezi ve yerel yönetimlerin deprem konusunda sorumluluklarını yeterince yerine getirmediğini görüyoruz.

1999 depreminden sonra inşa edilmiş otoyollar, binalar (özellikle kamu binaları) neden yıkılıyor?

Yıkılan yapıların projeleri mi yanlış? Projeler yanlışsa bu yapılara neden izin verildi?

Projeler doğru da inşaat projeye uygun değilse bu yapıları kim kontrol etti? Yapıların kullanılmasına kim izin verdi?

Kimse depremin büyüklüğü mazeretine sığınmasın lütfen. Etrafındaki binalar yıkıldığı halde dimdik ayakta duran yapılar ve hiçbiri yıkılmayan Hatay’ın Erzin ilçesindeki 10 bine yakın bina bize her şeyi anlatıyor.

1999’dan sonra, sel baskınlarında ve diğer küçük depremlerde yıkılan yapılarla ilgili ne işlem yapıldı? Uygun olmayan projelere yapı izni verenler, projeye uygun inşaat yapmayan müteahhitler, kontrol mühendisleri ve yapı kullanım ruhsatı verenlerle ilgili gerçek ve adil soruşturmalar yapıldı mı?

Bu önlemleri almayanların, şimdi üzüntülerini ifade etmeleri ve mağdurlar için göz yaşı dökmeleri ne kadar samimi?

Önceliklerimiz neler?

Şirketler bile stratejik planlama çalışması yaparken öncelikle risk analizi yapar. Devletler de böyledir. Risk analizi yaparak “beka meselesi” olan risklere öncelik verirler.

Türkiye ve özellikle İstanbul için, kitlesel ölümlere ve ekonominin kilitlenmesine, çökmesine yol açacağı herkesçe bilinen depremden daha büyük hangi risk var?

Depremi önleyemeyeceğimize göre, depremin en az hasarla atlatılması için hangi hayati önlemleri aldık?

Depremin yıkıcı etkisini azaltmaya dönük tedbirler almadığımız çok açık.

Deprem sonrası için de önemli bir hazırlık yapmadığımız AFAD raporlarıyla belgelenmiş durumda.

Hiçbir şey yapamıyorsak bile, depremin ilk gününde neden madencileri ve askeri birlikleri yoğun bir şekilde sahaya göndermedik. Depremin ikinci gününde Milli Savunma Bakanı sadece 3.500 askerin sahada olduğunu açıkladı. Yüzbinlerse askeri olan Türkiye’de böyle mi olmalıydı?

Devletin kaynaklarını hangi öncelikli alanlara tahsis ettik? Yolcusu olmayan hava alanları, depremde yıkılan otoyollar/gösterişli kamu binaları, saraylar, uçaklar, lüks otomobiller, yenilenen kaldırımlar, makyajlanan bahçeler deprem riskinden daha mı önemli ve öncelikliydi?

Göz yaşlarınız samimi mi?

Kamu yönetiminde rol alan merkezi veya yerel yöneticilerin göz yaşlarının samimi olduğuna inanmamız için:

1999 depreminden sonra inşa edilmiş ve sel veya deprem nedeniyle yıkılmış tek tek bütün yapılarla ilgili olarak, hiçbir ayrım ve ayrımcılık yapılmadan, soruşturmalar açılmasını ve savcılıklara suç duyurusunda bulunulmasını bekliyoruz.

1999 depreminde olduğu gibi, bütün kabahati 5-10 günah keçisinin üzerine yıkarak sorumluktan kurtulamazsınız.

Yeni bir hayal kırıklığı yaşatmayın bu millete.

YORUMLAR (10)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
10 Yorum