Muhafazakârlık ve değişim

İnsan hayatı, ilişkileri, değerleri, inançları tarih boyunca sürekli bir değişim içinde oldu.

Her sene toprağın ekilip biçildiği, hayvanların yetiştirildiği, döngüsel bir hayatın binlerce yıl boyunca biteviye tekrarlandığı tarım toplumunda değişimler küçük ve yavaştı, kayda değer değişimler ancak kıtlıklar, büyük savaşlar, depremler, seller gibi büyük afetler neticesinde gerçekleşiyordu.

Değişim”, neredeyse “felaketle” eş anlamlı hale gelmişti.

Pek çok kimse “eski köye yeni adet” gelmesinden nefret ediyor, huzuru “değişmemekte” arıyordu.

Fakat tarım toplumundan sanayi toplumuna geçilmesinden sonra değişimler daha önce görülmemiş bir derinlik ve ivme kazandı.

Eski, tanıdık dünya adım adım uzaklaşmaya başladı.

Sanayileşme, üretim ilişkilerini, demografiyi, toplumsal değerleri değiştiriyordu.

Yeni güç odakları doğuyor, kadim iktidar sahipleri tasfiye oluyor, dünya adeta yeniden kuruluyordu.

Hızlı ve köklü değişimlerin getirip adeta üzerlerine boşalttığı yenilikler çok insanı rahatsız ediyordu.

Her sabah, yabancısı oldukları yepyeni bir dünyaya uyanmak onlara dehşet veriyordu.

Aşinası oldukları şeyleri kaybetmemek için direnç göstermeye başladılar.

Ama içine doğdukları dünyayı muhafaza etme çabaları değişimin önüne set çekemedi.

Değişim, coşkun bir sel misali her şeyi ve herkesi önüne katıp sürükledi.

Neticede değişime direnenler de yeni dünyaya uyum sağlamak zorunda kaldılar.

Hem yenilikler üretme hem yeniliklere intibak konusunda göz kamaştırıcı bir kabiliyetimiz var!

Akla hayale gelmedik icatlar yapabiliyor, keşfedilmemiş düşünce ufuklarına yelken açabiliyoruz.

Yabancısı olduğumuz yeniliklere büyük bir hızla uyum sağlayıp, sanki onlar ezelden beri hayatımızın ayrılmaz bir parçasıymış gibi hisseder hale gelebiliyoruz.

Mesela sadece son iki asırdır kullandığımız elektriğin, kırk sene önce kullanmaya başladığımız internetin olmadığı bir hayatı tasavvur bile edemiyoruz artık.

Belki insanlık tarihi kadar eski olduğu halde sadece bir asır önce hayatımızdan çıkarttığımız, “kölelik” kurumunu geri getirmek, hiçbirimizin aklının ucundan geçmiyor.

Fakat yenilikleri ne kadar benimsesek de, kapımızı çalmayı sürdüren yenilikler karşısındaki tavrımızı, hayattaki konumumuz belirliyor.

Eğer değişiklikleri tetikleyen, yapan ya da kontrol eden biz kendimizsek fazla bir sorun görmüyoruz.

Ama değişimin “faili” (yani öznesi) makamından “mefulü” (yani nesnesi) makamına düştüysek paniğe kapılıp hızla muhafazakârlaşıyor, mevcut olanı ne pahasına olursa olsun koruma, değişimi yavaşlatma, mümkünse durdurma gayretine giriyoruz.

Ne varsa eskilerde var”, “organik/doğal olanı korumalı”, “fıtratı bozan şeylerle mücadele verilmeli”, “insanlığı fabrika ayarlarına döndürmeli” gibi argümanlarla değişimi frenlemeye çalışıyoruz.

Bunun beyhude bir gayret olduğunu fark edemiyoruz!

Organik (ve dolayısıyla sağlıklı) sayıp yapıştığımız pek çok şeyin, bizden önceki nesillerin gözünde, “normal” ve “fıtri” olandan “sapma” sayıldığını görmezden geliyoruz.

Hele bir de mutlak bir iktidar gücünü elimizde tutuyorsak iş daha da sarpa sarıyor.

İktidarın verdiği güç ve şiddet tekelini elinde bulundurma ayrıcalığı ile toplumu yasaklarla, tehditlerle, korkutmalarla ve yönlendirmelerle tepeden tırnağa şekillendirebileceğimizi, iktidarımızı tehdit ettiğini düşündüğümüz değişikliklerin önünü alabileceğimizi sanıyoruz.

Güç sarhoşluğu, tanrılık kompleksi, iktidar sahiplerine toplumu kendilerince uygun buldukları belli bir halde “dondurabilecekleri” zannını veriyor.

Ülkemizde tek parti dönemi, 12 Eylül dönemi, 28 Şubat dönemi böyle -insanlara acı çektirmekten gayrı hiçbir işe yaramamış- dondurma girişimlerinin örnekleri ile dolu.

Değişimin önüne ilelebet geçmek mümkün değil.

Değişime direnmek anlamsız, yeniliklerin “arayıcısı”, “tetikleyicisi”, “faili” olmak ve bunu sürdürebilmek gerek.

Eğer daha iyi, daha doğru, daha üstün olanı arama, bulma ve üretme kabiliyetimiz kalmadıysa, zuhur eden yenilikleri, başkalarının sunduğu alternatifleri yasaklamak, kendi modası geçmiş ezberlerimizi topluma dayatmak, zorbalıktan başka bir şey değil.

YORUMLAR (21)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
21 Yorum