Görüşler

AB’nin Kovid salgınıyla imtihanı

AB’nin Kovid salgınıyla imtihanı

İstanbul Şehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Muzaffer Şenel, Avrupa Birliği’nin küresel salgın sürecine yaklaşımını değerlendiriyor.

Kovid-19 salgını, her ne kadar bir sağlık krizi olsa da, tüm dünyayı sarmasıyla birlikte şüphesiz hayatın her alanını olumsuz etkilediği görülmektedir. Güney Kore, Vietnam, Yeni Zelanda gibi ülkelerin başarılı kriz yönetimleri nedeniyle kontrol altına aldığı salgın diğer bölgelerde hala hızla yayılmaya devam ediyor. Avrupa bu salgından en kötü etkilenen bölgelerin başında gelmektedir. Salgın, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Avrupa’nın yüz yüze kaldığı tartışmasız en ciddi krizdir.

Avrupalı devletlerin kıtada büyük katliamlara neden olan savaş üreticisi bir makine olmaktan birlik ve beraberlik içinde görece barış adasına dönüşümünde önemli bir aşama olan Schuman Deklarasyonu’nun 70. Yılını 9 Mayıs’ta kutlarken ciddi bir dayanışma krizi ile karşı karşıya. Tüm üye ülkelerde birlik ve beraberlik kavramlarına vurgu yapılan etkinliklerle kutlanan 9 Mayıs Avrupa Günü’nde birçok yerde AB bayrağı ve birlik sembolleri donatılıyor. Bu söylem ve gösterilerin Kovid-19 salgınından olumsuz etkilenen ülkelerde yankı bulduğunu söylemek oldukça zor. Özellikle İtalya ve İspanya sembolik adımlar ve söylemlerden ziyade krizin zararını en aza indirecek somut adımlara ihtiyaç duyduklarını yüksek sesle dile getirmekteler.

KRİZLER ARASINDA BÜTÜNLEŞME

Avrupa Birliği bugüne kadar sayısız krizlerle karşılaştı. Her krizle karşılaştığında Birliği’n sonunun geldiğine dair yorumlar yapıldı. Söz konusu yorumları görünce aklıma bütünleşmenin kurucu figürlerinden Jean Monnet’in “Avrupa krizlerden geçecektir. Avrupa, bu krizlere bulacağı çözümlerle Avrupa olacaktır” sözü aklıma gelir. Her ne kadar AB, bütünleşme sürecinin başladığı ilk günden bugüne kadar karşılaştığı tüm krizlerden güçlenerek çıkmış olsa da Kovid-19 ile birlikte ilk kez doğrudan birlik fikrinin ve kimliğinin merkezi ile ilgili bir kriz ile yüzleşmek zorunda kalmıştır.

Bugüne kadar yaşadığı AB’nin karşılaştığı krizler doğrudan kimliğin merkezi ile ilgili değildi. Neredeyse tüm krizler ekonomik ve kurumsal krizlerdi. Kovid-19 sürecinde yaşanan kriz bir dayanışma krizidir. Kriz birlik, beraberlik ve ortaklık düşüncesine büyük darbe indirmiştir. Durumun vahametini anlatmak için AB Komisyonu eski başkanlarından Jacques Delors “AB projesinin ölümcül bir tehditle karşı karşıya olduğu” mesajını verirken Avrupa Parlamentosu Başkanı David Sassoli “dayanışma olmazsa birlikte olma nedeni ortadan kalkar” diyerek dayanışmanın önemine dikkat çektiler. AB her karşılaşılan krizde olduğu gibi bu krize de cevap vermekte oldukça yavaş davranıyor.

AVRUPA’NIN KOVİD İLE TANIŞMASI

Çin’de salgının ilk başladığı anlardan itibaren AB Komisyonu, Çin’den gelmesi muhtemel bir virüs konusunda uyarılarda bulunuyordu. Nitekim 29 Ocak’ta AB Sağlık Komisyoneri Stella Kyriakides Komisyonun kriz cevap mekanizmasını ilan etmesi neredeyse hiç dikkat çekmedi. Tıpkı Amerika’nın verdiği akıl almaz tepkiye benzer tepkilerin Avrupalı devletler tarafından da verildiğini gözlemledik. Salgının Çin’e özgü olduğu hızlı yayılmayacağına dair inanç İtalya’da ve İspanya’da artan ölümlerle birlikte Avrupa gündemine girmeye başladı. Her ne kadar AB Komisyonu, Aralık ayından itibaren uyarılarda bulunmuş olsa da ne AB ne de ülkeler salgını önlemeye yönelik neredeyse hiçbir strateji geliştirmedi. Bu nedenle AB nezdinde salgını önlemeye veya kontrol altına almaya yönelik ortak plan, ortak strateji ve mekanizma geliştirilemedi. Zira Türkiye dâhil Avrupalı devletler salgın ortaya çıktığından andan itibaren salgının kapsamı ve yayılımı ile potansiyel riskleri doğru okuyamamanın verdiği rahatlıkla ciddi önlemler almadılar. Büyük ihtimalle yetkililer SARS, MERS ve Ebola gibi kısa süreli ve çıktığı bölgede etkili olacağını düşündüler. Kovid-19 salgınının bu kadar hızlı yayılım göstereceğini öngöremediler. Oysa 26 Ocak’ta John Hopkins Üniversitesi Sağlık Güvenliği Merkezi Başkanı Tom Ingelsby, Davos’ta yaptığı konuşmada Çin’deki Kovid salgınının yayılmasının önlenmesi konusunda uyarmıştı. Dünya Sağlık Örgütü’nün çok geç bir tarihte 11 Mart’ta Kovid-19’u pandemi olarak ilan etmesi ülkelerin rahat davranmasının bir başka nedenidir.

Mart ayında İtalya ve İspanya’da artan vaka sayıları ve kayıplar bile planlanan etkinliklerin çoğu iptal edilmedi. Örneğin 10-13 Mart’ta yapılan yaklaşık 250 bin kişinin katıldığı Cheltenham Festivali İngiltere’de virüsün yayılmasını kolaylaştırdı. AB üyesi ülkeler okulların kapatılması, uçuşların sınırlandırılması ve karantina süreçlerinin başlaması konularında birlikte hareket etmedikleri gibi birbirlerinden uyumsuz bir süreç yönettiler. Hükümetler, mevcut kapasitelerini öncelikli olarak salgın yayılımını engellemek veya kontrol altına almak amacıyla kullanmadılar.

DAYANIŞMA KRİZİ

Özellikle İtalya ve İspanya gerek halkın salgını önemsemesi gerekse de hükümetlerin gerekli önlemleri sistematik bir şekilde almakta gecikmesi salgının geniş kitlelere yayılmasına neden oldu. Diğer önemli bir husus ise söz konusu devletlerin mevcut kapasitelerini iyi yönetişimle etkin bir şekilde kullanamamış olmalarıdır. Devletler krizi yönetememişlerdir. İtalya ve ispanya sağlık sistemleri ve mevcut ekipmanları salgın karşısında yetersiz kaldı. 28 Şubat’ ta İtalya, yüz maskeleri ve diğer kişisel koruyucu ekipman istemek için AB’nin “sivil koruma mekanizmasını” harekete geçirdi. Komisyonun koordine ettiği mekanizma üye ülkelerin gönüllü yardım etme isteğine dayanmaktadır. Dayanışma krizi bu aşamada başladı. İtalya ihtiyacı olan desteği 26 AB üye ülkesinden görmedi. Tüm üyeler ölüm sessizliğine büründü. Bu sessizliğin en önemli nedeni İtalya’nın yaşadığı kırılganlığı yaşama ihtimali ülkeleri paniğe yöneltmişti. Bu nedenle hiçbiri AB üyesi İtalya’nın yardım çığlığına cevap vermek için ileri adım atmadı. Çekya’nın, Çin’den gelen maske yardımına “yanlışlıkla” el koyması İtalyanların Avrupa ülkelerine güvenini en aza indirmiş durumda.

Avrupa salgına tam anlamıyla hazırlıksız yakalanmıştı. Zira Avrupa Kriz Yönetimi Komiseri Janez Lenarčič’in de belirttiği gibi Avrupa genelinde böylesi bir salgında kullanılmak için gerekli kişisel koruyucu ekipmanların temininde büyük bir sıkıntı vardı. Kriz, İtalya ve İspanya’da kilitlenmeye yol açarken Brüksel için ana mesele Türkiye-Yunanistan sınırındaki mülteci kriziydi. Bu nedenle 3 Mart’ta AB Komisyon Başkanı, Ursula von der Leyen ve AB Konseyi Başkanı Charles Michel ve AB Parlamentosu Başkanı David Sassoli’den oluşan AB Troykası sınırdaki göçmenler meselesini görüşmek üzere Yunanistan’ı ziyaret ettiler. Michel sonra Ankara’da mültecilerin durumuyla ilgili bir görüşme gerçekleştirdi. Akabinde aynı konu kapsamında 9-10 Mart’ta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Brüksel ziyareti gerçekleşti.

Erdoğan’nın ziyareti aynı zamanda AB Konsey Başkanı Michel, dört sütunlu AB’nin ilk salgını kontrol alma stratejisini açıkladı. Dört sütun şu başlıkları içermektedir. Salgın önlenme;, AB ülkelerinin yeterli tıbbi ekipmana sahip olmasını sağlama; sosyal-ekonomik etkinin tamiri; ve tıbbi tedaviler ve aşı ile ilgili araştırmaları desteklenmesi. Bu kapsamda AB ülkelerin krize başa çıkabilmelerine yardımcı olmak için ilk adım olarak AB 7,5 milyar Avro yardım yapılacağı açıklandı. Brüksel, AB içinde ortak hareket edilmesi için çeşitli adımlar attı. 26 Mart’ta yapılan online toplantıda Komisyon’un başlangıçta meydana gelen kaosun tekrarını önlemek için krizden koordineli bir çıkış stratejisi oluşturmaya başlaması konusunda anlaştılar. Fakat üye ülkelerin özellikle Avusturya, Danimarka ve Çekya önlemlerde yumuşamaya gideceklerini açıklaması koordinasyon konusundaki sıkıntıları göstermektedir.

GECİKEN CEVAPLARIN ETKİSİ

AB’nin salgına karşı ortak seferber olmakta gecikmesi, kendi içinde koordinasyon sağlayamaması ve salgının önleme ve kontrol etme yönetişiminde etkin davranamaması başta İtalya olmak üzere salgından çok etkilenen toplumlarda Birliğe karşı grupları güçlendirmiştir. Her ne kadar sağlık konuları üye devletlerin yetkisinde olsa da toplumlar bu zor günlerde birlik dayanışmasını görmek istiyor. AB yerine Çin, Küba, Rusya ve Türkiye’nin yardımlarının ulaştığı İtalya’da AB’ye karşı güçlü seslerin yükselmeye başladı.

Şüphesiz AB bir kurum olarak salgın sürecinde ortak hareket etme konusunda başarısız bir sınav verdi. Burada unutulmaması gereken AB temelde ekonomi ve hukuk temelli bir örgüttür. Ne tam anlamıyla bir siyasal birlik ne de sağlık örgütüdür. Tek market temelinde birbirine ekonomik olarak – bölge içi ticaret %72 - sıkı sıkıya bağlı olan bir birlik hareketinin 2008 ekonomik krizden sonra karşılaştığı bu dayanışma krizinden yara almadan çıkması zor görünüyor. Salgına rağmen Schengen bölgesi kapanmadı ve AB içi ticaret durmaksızın devam etti. Yani, yara alması AB’nin sonu anlamına gelmiyor.

2008 ekonomik krizi, mülteciler ve son olarak da salgın, ekonomi, güvenlik ve sağlık sorunlarıyla devletlerin tek başlarına mücadele etmesi imkânsız olduğunun göstermiştir. Bu sebeple genelde BM özelde AB ve dünya ülkelerinin bir araya gelerek ortaya çıkan sorunlarla ortak mücadele etmeleri kaçınılmazdır. Fransa, İtalya ve İspanya’da AB bayrağının ve sembollerinin indirilmesi üzerine “AB dağılıyor” gibi bir söylem geliştirmek gerçekte karşılığı olmayan bir yaklaşımdır. Önümüzdeki dönemde AB’nin serbest piyasa ekonomisinin yanı sıra insan ve kamu güvenliği ihtiyaçlarına ağırlık veren yeni politikalara yönelmesi kritik önem arz etmektedir.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir