Görüşler

Almanya’nın AB dönem başkanlığı Türkiye için ne anlama geliyor?

Almanya’nın AB dönem başkanlığı Türkiye için  ne anlama geliyor?

Doç, Dr. Çiğdem Nas “Almanya’nın dönem başkanlığı Türkiye açısından bir fırsat penceresi olsa da bu fırsat penceresini açmak kolay olmayacak” diyor.

Temmuz ayından başlayarak, Federal Almanya AB (Bakanlar) Konseyi’nin Dönem Başkanlığını altı aylığına üstleniyor.

Bu dönem başkanlığı önemli bir araç olabilir. Hele ki söz konusu ülke Almanya ise, eşi görülmedik bir kriz sürecinden çıkış sancılarının yaşandığı bir döneme denk geldiyse, Başbakan Angela Merkel gibi 15 yıldır Almanya ve Avrupa siyasetine şekil veren bir siyasetçi ise ve daha bir buçuk ay önce AB’nin diğer lider ülkesi Fransa’nın Cumhurbaşkanı Macron ile birlikte AB’nin geleceğini şekillendirme potansiyeline sahip bir kurtarma fonu önerisini kamuoyuna açıklamış ise, o zaman Almanya’nın AB’de yönlendirici pozisyonda olacağı bu süreci daha da dikkatle izlemekte yarar bulunuyor.

Almanya’nın dönem başkanlığına yönelik beklentiler yüksek olsa da, bu altı ayın etkin bir şekilde geçirilmesinin önünde birtakım önemli engeller mevcut. Üye Devletler arasındaki derin görüş ayrılıkları ve Covid-19 sonrası normalleşme ve ekonomik iyileşme misyonunun ciddiyeti tüm beklentilerin karşılanmasını zora sokacak gibi gözüküyor. Ancak Avrupa bütünleşmesinin bu kritik dönemecinde Almanya gibi AB dengelerinde ağırlıklı yer tutan lider bir üye devletin dönem başkanlığını üstlenmesi bir şans olarak değerlendirilebilir.

Almanya’nın AB dönem başkanlığı için belirlediği resmi programda altı çizilen öncelikler şunlar: Avrupa’nın Koronavirüs krizinden güçlü bir şekilde çıkması, 2021-27 AB bütçesi üzerinde uzlaşı sağlanması, Yeşil Anlaşma ve iklimin korunması, dijitalleşme, hukukun üstünlüğü, Avrupa’nın küresel rolü, Birleşik Krallık ile yürütülen müzakerelerin sonlandırılması. Bunların yanında, yine Almanya’nın dönem başkanlığında başlaması öngörülen Avrupa’nın Geleceği Konferansı da önümüzdeki dönemde yakından izlememiz gereken bir süreç.

AB mimarisinin yeniden şekillenmesi ve AB politikalarına yön verilmesi bu Konferansın gündeminde olacak. Türkiye açısından da AB’nin gelecekteki yapısının ele alınacağı bu Konferansı izlemek ve katkıda bulunmak büyük önem taşıyor.

Almanya koronavirüs krizinin gerçekten alt edilmesini diğer hedeflerle bağlantılı olarak değerlendiriyor. Yani bu krizin yarattığı olumsuz sonuçların tersine döndürülebilmesi ancak Avrupa ekonomisine yatırım sağlanması, yenilikçilik potansiyelinin harekete geçirilmesi ve sosyal uyumun güçlendirilmesi ile mümkün olabilir. Bilindiği gibi Almanya Başbakanı Merkel Fransa Cumhurbaşkanı Macron ile birlikte 500 milyar avroluk bir kurtarma planı önerisinde bulunmuş ve Avrupa Komisyonu’nun AB adına borçlanmasına yeşil ışık yakmıştı. Almanya dönem başkanlığı sırasında bu konu üzerindeki görüşmeler devam edecek. AB’de özellikle krizden olumsuz etkilenen İtalya ve İspanya gibi üye devletlerin taleplerinin karşılanması ve AB’nin sadece iyi gün değil kötü gün dostu da olduğunun görülmesi için bu görüşmelerin olumlu sonuçlandırılabilmesi kritik önem taşıyor.

Suriye ve Libya gibi sorunlarda güçlü bir varlık ortaya koyamayan AB’nin çevresinde güç kazanan Rusya ve Çin gibi aktörler karşısında tutarlı ve uygulanabilir stratejiler oluşturması gerekiyor. Yalnız Rusya veya Çin değil, Suriye ve Libya gibi bölgesel sorunlara müdahil olup, Doğu Akdeniz’de AB çizgisinden ayrılan Türkiye de AB için bir meydan okuma oluşturuyor. Bugüne kadar yaptırımlardan sonuç alamayan AB’nin Türkiye ile ilişkilerini işbirliği ve güven esasında düzenlemesi için elinde etkili bir araç da bulunmuyor. Bu süreçte Türkiye değerler açısından da AB’den ayrışmaya hızla devam ediyor.

Makalenin girişinde de sözü edildiği gibi, Almanya’nın dönem başkanlığı çok zor bir dönemde gerçekleşiyor. Çözülmesi gereken sorunlar, yoluna koyulması gereken bir normalleşme süreci ve tamamına erdirilmesi gereken görüşmeler ile birlikte Almanya’dan imkansızı gerçekleştirmesi bekleniyor bile denilebilir. Almanya AB’nin en güçlü ülkesi bile olsa, İkinci Dünya Savaşı’ndan yenik ve insanlığa karşı işlenmiş suçların faili olarak çıkmanın getirdiği yük ile, siyasi lider olmak konusunda hep çekimser davrandı. Fransa ile birlikte yürüttüğü liderlikte genelde bir adım arkada yer aldı ve Macron döneminde de gördüğümüz gibi Fransa’nın bazı iddialı hedeflerine katılmaktan geri durdu. Ancak Mayıs ayında açıklanan ve Merkel ve Macron ikilisinin imzasını taşıyan kurtarma fonu inisiyatifi Almanya’nın bundan sonraki dönemde AB adına daha etkin olacağını ortaya koyuyor.

Almanya AB Konseyi Dönem Başkanlığını üstlenirken, Türkiye-AB ilişkilerinin onarılması ve canlandırılması yönünde bazı beklentiler olduğunu görüyoruz. Almanya’nın dönem başkanlığı Türkiye ile ilişkilerin masaya yatırılması ve daha olumlu bir yöne doğru sevk edilmesi açısından önemli bir fırsat sunuyor. Ancak iyimser beklentilerin gerçekçi temellere oturtulması gerekiyor. AB ile üyelik müzakerelerinde son faslın açıldığı Haziran 2016’dan bu yana Türkiye’nin AB ile ilişkilerinde giderek kötüleşen olumsuz bir sürecin işlemekte olduğunu hatırlamakta fayda var. Bu olumsuz gidişat Avrupa Komisyonu ve Avrupa Parlamentosunun Türkiye raporlarında, Komisyon Başkanı ve Üye devlet temsilcilerinin söylemlerinde yer alan eleştiriler ve uyarılar çerçevesinde belirginleşti.

O günden bu yana müzakerelerin resmi olarak askıya alınmasa da filli olarak donmasının yanında, Türkiye’nin vize serbestliği ve gümrük birliğinin güncellenmesi gibi alanlardaki beklentileri de karşılanmadı. 26 Haziran 2018 tarihinde toplanan Genel İşler Konseyi sonuç belgesinde şu ifade yer aldı: “Konsey, Türkiye’nin AB’den uzaklaşmaya devam ettiğini not eder. Bu nedenle, Türkiye’nin katılım müzakereleri durma noktasına gelmiştir ve yeni fasılların açılması veya kapatılması düşünülememektedir ve AB-Türkiye Gümrük Birliği’nin modernizasyonuna yönelik çalışma gerçekleştirilmesi öngörülmemektedir.”

Doğu Akdeniz’de Türkiye ile AB arasında kritik bir jeostratejik ayrımın daha da derinleştiği görülüyor. Özellikle Fransa ve Yunanistan arasındaki yakınlaşma ve Türkiye’nin mavi vatan tezlerine karşı deniz yetki alanları belirlenmesinde ortak hareket etmesi Türkiye’nin AB sürecinde işini daha da zorlaştıracak olan gelişmeler olarak değerlendirilmeli.

Öyle görülüyor ki, Türkiye’nin son dönemdeki dış politika atakları ve bölgesel çatışmalara yönelik müdahaleleri AB’de birçok çevreyi endişeye sevk ediyor. Türkiye’ye karşı sert kararlar manzumesinin bu şartlar altında devam edeceği ve ayrışmanın daha da derinleşeceği öngörülebilir.

Öte yandan, Türkiye’deki siyasi gelişmeler, özellikle çoklu baro sistemi ve sosyal medya kısıtlamaları ile ilgili gelişmeler siyasi kriterler alanında da Türkiye’nin AB’den uzaklaşmaya devam etmekte olduğunu gösteriyor. Son olarak, 4 Temmuz 2020 tarihinde, medyada Büyükada Davası olarak geçen davada 4 sanığın hapis cezası alması üzerine AB Dış ve güvenlik Politikası Sözcüsü Peter Stano’nın açıklamasında mahkeme kararının üzücü olduğu ve AB’nin Türkiye’de temel alanlardaki geriye gidişi ile ilgili ciddi endişelerini daha da derinleştirdiği ifade edildi.

Türkiye’de AB üyelik hedefine bağlılığın zaman zaman altı çizilse de somut reform adımları ile taçlandırılmadıkça bu tür söylemlerin pek fazla değeri kalmıyor.

Bu arkaplan dikkate alındığında, Almanya’nın AB Dönem Başkanlığı başlarken, Türkiye-AB ilişkilerindeki bu olumsuz gidişatı geriye döndürmenin zorluğu göz önünde bulundurmalı ve koşulları değiştirmeden radikal bir değişim beklenmemeli. Bu dönemde ilerleme beklenebilecek konuların başında mülteci konusundaki işbirliğinin sürdürülmesine yönelik adım atılması geliyor. Bu konu ilişkilerdeki tüm zorluklara rağmen, 2016’dan beri Türkiye’deki Mülteciler için Mali Yardım programı kapsamında projelere verilen destekle sürdürülüyor.

Dünyanın ve Avrupa Birliği’nin içinden geçtiği zor koşullar altında önemli bir bölgesel aktör olarak Türkiye’nin AB ile yakınlaşması AB’nin yararına olabilir. Ancak bunun gerçekleştirilebilmesi için hem Türkiye’nin demokrasi, özgürlükler ve hukukun üstünlüğü açısından güçlü bir reform programını benimsemesi hem de Doğu Akdeniz, Suriye ve Libya gibi konularda AB ile Türkiye arasındaki derin ayrımı tersine döndürecek bir güven ve işbirliği döneminin başlaması gerekir.

Görünen o ki, Almanya’nın dönem başkanlığı Türkiye açısından bir fırsat penceresi olsa da bu fırsat penceresini açmak kolay olmayacak. Fırsat penceresi yerine gerilim hattındaki gelişmelerin devamını görebiliriz. Almanya’nın yapabileceği gerilimin daha da artmasını ve Türkiye ile gereksiz biçimde, yeni bir krizin çıkmasını önlemek olabilir.

KİMDİR?

1988 yılında Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimini bitirdi. Yüksek lisansını Marmara Üniversitesi Avrupa Topluluğu (AT) Enstitüsü ve Londra Ekonomi ve Siyaset Bilimi Okulu’nda, doktorasını ise Marmara Üniversitesi AT Enstitüsü AB Siyaseti ve Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda tamamladı. 2009 yılından beri İktisadi Kalkınma Vakfı genel sekreterliği görevini yürütmektedir. Akademik çalışma alanları arasında Avrupa Birliği, bölgesel bütünleşme, Avrupa siyaseti, Türkiye-AB ilişkileri, kimlik ve demokratikleşme bulunuyor.


YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir