Alexandre Kojeve: Hegel’i antropolojik açıdan okumak

‘Tuhaf Günler Peşimizde’ kitabının yazarı Halil Turhanlı, 20’nci yüzyılın en önemli Hegel yorumcularından biri olan Alexander Kojeve’nin düşünce dünyasına ışık tutuyor.

Yirminci yüzyılın en önemli Hegel yorumcularından biri olan Alexander Kojeve 1930’larda Paris’de verdiği seminerlerde Hegel’e dönüşü başlatmış, Hegel canlanmasına öncülük etmiş, Alman idealizminin zirvesindeki bu büyük düşünürün yeniden siyaset felsefesindeki tartışmaların odağına yerleşmesinde büyük pay sahibi olmuştu. Söz konusu seminerler Kojeve’e karizma ve Paris entelejansiyasının nazarında muazzam saygınlık kazandırmıştı. Günümüzde de değerini koruyan seminerlerde Ruhun Fenomenolojisi üzerinde odaklanmış, Hegel’in burada işlediği tanıma, özbilinç konularını ele almıştı.

Fransa’da 1930’lardan başlayarak üç felsefeci ve felsefe tarihçisi Neo-Kantcılık ve Pozitivizm ekollerine karşı Hegel felsefesinin canlanmasını sağladılar, üçü de Ruhun Fenomenolojisi ‘ne odaklandılar. Bu kitabı Fransızcaya çeviren Jean Hyppolite, Hegel’i tanıtan ve yorumlayan kitaplar da yazdı. Uzun yıllar Sorbonne’da felsefe tarihi dersleri veren Jean Wahl, Alman düşünürün özellikle çelişkiyi kendi içinde taşıyan, içsel olarak kendini ikiye bölen “mutsuz bilinç” kavramını ele aldı ve onu varoluşçu felsefeyle ilişkilendirdi. 1930’larda Hegel’i Paris’in entelektüel dünyasına taşıyan, Fransa’da Hegel rönesansına büyük katkı sağlayan üçüncü düşünür Kojeve idi.

Kojeve 1930’lardan itibaren birkaç kuşak üzerinde etkili oldu. Söz konusu etki 1960’ların ortalarına değin devam etti; bu tarihten sonra radikalleşen genç kuşaklarla, iletişim kuramadı. Jacob Taubes 1967’de (Berlin) Özgür Üniversite’de düzenlediği konferansa Kojeve’i de davet etmişti. Konuşmacılar arasında bulunan Herbert Marcuse çoğunluğu gençlerden oluşan dinleyicilerce coşku ve heyecanla karşılanmıştı. Parisli Hegel yorumcusu ise gençlere klasik felsefe metinlerini asıllarından okumalarını, bunun için de öncelikle eski Yunanca öğrenmelerini tavsiye ettiğinde onun entelektüel bir züppe olduğunu düşünmüşlerdi.

Romancı Raymond Queneau, Kojeve’in 1933-1939 yılları arasında verdiği meşhur seminerleri için çıkardığı notları derledi ve bunlar 1947’de Hegel Felsefesine Giriş başlığıyla yayımlandı. (Bazı kaynaklarda notları toplumbilimci Raymond Aron’un derlediği belirtiliyor) .Yirminci yüzyılın ilk yarısında birkaç felsefeci kuşağının kayıtsız kalamadığı, okudukları ve adeta boğuştukları bu kitap Hegel felsefesine yeniden canlılık kazandırmıştır. Kojeve’in Hegel okuması yaygın ve yerleşik akademik yorum ve açıklamaların uzağındaydı, geleneğe bel bağlamıyordu. Ancak unutmayalım, Kojeve salt bir yorumcu değildi; Jeff Love’ın vurguladığı üzere aslında kendi de bir filozoftu (2018: 108).

Kojeve Almanya’da felsefe öğrenimi gördüğü yıllarda dostluk kurduğu Leo Strauss ile uzun kamusal tartışmalara girişti; bu tartışmalar kimi zaman sertleşse de dostluk bağları ve karşılıklı saygı hisleri hiç zedelenmedi. Aralarındaki tartışma konularından biri de antik felsefe ve modern felsefeden hangisinin modernitenin doğurduğu sorunları aşmamızı sağlayabileceği meselesiydi. Tarihselliği reddeden Leo Strauss modernitenin ortaya çıkardığı sorunların klasik siyaset felsefesinin katkılarıyla aşılabileceğini, çünkü modern siyaset felsefesinin yirminci yüzyılda ortaya çıkan yeni totaliterliği anlamada kifayetsiz kaldığını ileri sürüyordu. Strauss’a göre klasik metinler modern zamanları anlamak bakımından da evrensel bir çerçeve sunuyordu. Kojeve tam aksi görüşteydi. Varlık ve hakikatin tarihsel olduğunu, bu nedenle antik çağ felsefesinin ancak belirli bir dönemin hakikatlerini değerlendirebileceği görüşündeydi. O merkezinde Hegel’in bulunduğu modern bir felsefeden yanaydı, hatta denilebilir ki böyle bir felsefeyi inşa etme çabasındaydı ve Hegel seminerleri bu çabanın önemli adımıydı.

Jeff Love, Kojeve’in özgün ve kapsamlı Hegel okuması geliştirdiği seminerlerinde dinleyicileri şaşırtan ironik ifadeler, kullandığını, aforizmalara başvurduğunu, yorumlarken muamma ortaya attığını belirtir. Anlaşılan o ki şaşırtmaya dayalı bir pedagoji anlayışına sahipti. Akademik görgü kurallarını tanımıyordu ; tanımak bir yana bu kurallarla alay ediyordu.. Love bu tutumundan dolayı onun her fırsatta alay etmenin, alaycı olmanın keyfini çıkaran Nietzsche ile bağlarının mevcut olduğu hatırlatıyor (2018:106).

Hegel, Ruhun Fenomenolojisi‘ni çalkantılı bir dönemde yazmış, kitabına son noktayı, Napolyon orduları ile Prusya birlikleri arasındaki Jena Savaşı’nından kısa bir süre önce 1806 Ekim’inde koymuştu. Molly Farneth’ın da belirttiği üzere Hegel “zorluğuyla dile düşmüş” bu kitabında toplumsal çatışmalarla nasıl başa çıkılabileceğini, çatışmaların nasıl çözülebileceğini ele alıyordu: “Hegel demokrat olmasa bile çeşitli topluluklar bünyesindeki çatışmalara nasıl karşı koyulabileceğini ve uzlaşma umudunun adil yollarla nasıl sürdürülebileceğini tarif” ediyordu. (2021: 17) Kojeve’in Hegel okuması da yöndeydi.

Hegel’de eşitlik ve insana saygı temeline yükselen bir toplumun nüvesini görmüştü.
Kojeve, Ruhun Fenomenolojisi’ni ‘felsefi bir antropoloji’ olarak okudu. Hegel’in insanın gerçekten insan olarak oluşma sürecini açıkladığı düşüncesindeydi. Alman idealizminin zirvesindeki filozofu izleyerek özünde siyasal bağımlılığı ifade eden köle-efendi ilişkisini ele aldı; insanın özbilinç edinme, kabul görme, saygınlık kazanma, eşit yurttaş olma ve nihayet evrensele bağlanma sürecini açıklamaya girişti.

Hegel’in çıkış noktası köle-efendi diyalektiğidir. Peki, köle-efendi ilişkisi nasıl doğmuş, bu ikisi arasındaki hiyerarşi nasıl kurulmuştur? İki kişi arasındaki mücadelede korkusunun üstesinden gelemeyen, korkusuna yenik düşen taraf boyun eğmiş, diğerinin kölesi olmuştur. Kölenin efendiye karşı verdiği tanınma mücadelesi özünde kölelikten, siyasal bağımlılıktan kurtulma mücadelesidir. Esasında efendi de tam anlamıyla özgür değildir. Hegel efendinin kölesinin emeğine olan bağımlılığından dolayı özgürlüğünün sınırlı olduğunu vurgular. Bu bağımlılık da onun varoluşsal açmazıdır. Tanıma efendinin köle üzerindeki tahakkümünün yanısıra efendiyi de kölenin emeğine bağımlılıktan kurtaracaktır.

Kojeve’in yorumunda Hegel fenomenolojisi kendinin farkında olmayan doğal bilinç ile başlar. Doğal bilinç her şeyi içerir, ama kendini görmez. Başlangıçtaki doğal bilinç aşamasını insanın kendilik bilinci edindiği, insani gerçekliğinin bilincine vardığı özbilinç aşaması izler. Özbilinç insanı salt biyolojik bir varlık olmanın sınırlılığından kurtarır. Kişi özbilinç sayesinde kendisi hakkında farkındalık sahibi olur, kendinin bilincine yükselir Ama bu da yeterli değildir.

Peki neden? Yeterli değildir, çünkü ‘Özbilinç bir başka özbilinç için varolur’. Bu söz Hegel’in tanınma kuramının anahtarıdır. Özbilinçin dışa yönelmesini ve tanınma arzusunu ifade eder. Şöyle de söylenebilir: Özbilinç tanınma arzusu duyar; bu arzunun gücüyle kendi dışına yönelir ve arzuyu doyurabilmek için ölümüne bir mücadele başlatır. Tekil gerçekliğini onaylatmaya ve nesnelleşmeye çalışır. İnsanın toplumsal bir varlık olabilmesi için tanınması, kabul edilmesi yani saygınlık kazanması ve toplum içinde diğer insanlarla eşitlik temelinde yaşaması gerekir. Aslında tanınma tek bir insanın değil, ezilen, bağımlı olan, tahakküm altında bulunan ve insanlığı inkâr edilen tüm insanların mücadelesidir; insanlık tarihine yayılmıştır.

Ruhun Fenomenolojisi‘nde Kojeve’in ilgisin çeken temalardan biri de ‘tarihin sonu’ düşüncesiydi. Ama bunun öncesi var. Tarihin sonuna olan ilgisi Hegel’le başlamadı. Rusya’dan ayrılıp Avrupa’ya gitmeden önce özgün bir eskatoloji geliştiren Vladimir Solovyev’in mistik felsefesinin etkisi altındaydı, Heidelberg’de Karl Jaspers danışmanlığında doktora tezini de onun üzerine yazdı. Solovyev’in düşüncesinde onu cezbeden Rus mistiğinin insanın evrimini, zamanın ve dünyanın sonunu açıklayan kozmolojisiydi. Kojeve ‘tarihin sonu’nu trajik bir olay olarak görmüyordu. Tam aksine, bir barış çağı, insanların birbiriyle çatışmadığı, ulusların savaşmadığı bir sükûnet ve huzur çağı olarak tahayyül ediyor, evrensellik için bir fırsat olarak düşünüyordu. Tarihin sonu insanlığın tek bir siyasi örgütlenme altında bir araya gelmesini sağlayabilirdi. Tanınma arzusu doyuma ulaştığında herkes eşit yurttaş olarak kabul edilmiş olacak; sonuçta özgür bireylerden oluşan küresel toplum ortaya çıkacaktı. Tanınma mücadelesinin nihai amacı budur: Özgür ve eşit öznelerden oluşan küresel toplumun oluşması. Böylelikle Kojeve’in yorumunda birey evrensele bağlanıyordu.

Kojeve pratikte adil bir küresel düzenin inşası için sınırlı da olsa çaba gösterdi. Geleneksel güç politikalarının tamamen terk edilmesi gerektiğini vurguladı. Fransa Ekonomi Bakanlığı dış ticaret bölümünde görev yaparken üçüncü dünya ülkelerini adil muamele edilmesi için çalıştı, Avrupa ülkelerinin üçüncü dünyadan ithal ettikleri hammaddeler için daha yüksek fiyat ödemelerini destekledi. Batının dışında da refahın artması hayli önemsediği konulardan biriydi. Hatırlanacağı üzere Francis Fukuyama 1989’da sosyalist sistemin çöküşünden birkaç ay sonra Kojeve’in Hegel’den yola koyularak bizlere sunduğu bu projeyi, daha doğrusu fanteziyi ‘tarihin sonu’ konusunu yeniden gündeme getirmişti. Kamuoyunda hayli ilgi gören ve sonradan genişletip kitap haline getirdiği makalesinde serbest piyasa ekonomisine dayalı kapitalizmin nihai zafer kazandığını ileri sürüyor ve bunu tarihin sonu olarak kutluyordu. Küresel liberal düzen çatışmaları ortadan kaldırdığı için diyalektik bir süreç olarak tarih de noktalanmıştı. Ne ki aradan yaklaşık yirmi yıl geçtikten sonra tezinin doğrulanmadığını, tarihin devam ettiğini kabul etti. Kuşkusuz onun serbest piyasanın ve neoliberalizmin zaferi olarak kutladığı düzen Kojeve’in tarihin sonunda gördüğü evrensel toplumdan farklıydı.

KAYNAKLAR:

Aksoy, Mete Ulaş (2018), ‘Leo Strauss ve Alexander Kojeve Tartışmasında Siyaset Felsefesi’, Felsefe Tartışmaları 54, Boğaziçi Üniversitesi Yayınları
Bumin, Tülin (1998), Hegel, Bilinç Problemi, Köle-Efendi Diyalektiği, Praksis Felsefesi, YKY
Farneth, Molly (2021), Hegel’in Toplumsal Etiği, çev. Kadir Gülen, İz Yayıncılık
Hegel (2010), Tinin Görüngübilimi, çev. Aziz Yardımlı, İdea Yayınları
Kojeve, Alexandre (2020), Hegel Felsefesine Giriş, çev. Selahattin Hilav, Yapı Kredi Yayınları, 6.Baskı
Love, Jeff (2018), The Black Circle: A Life of Alexandre Kojeve, Columbia University Press

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.

Görüşler Haberleri