Tarık Oğuzlu yazdı: 2017, Batı dışı küresel aktörlerin yılı mı olacak?

Antalya Uluslararası Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Prof. Dr. Tarık Oğuzlu, 2017’de küresel siyaset dinamiklerinde öngörülen değişimi kaleme aldı.

TARIK OĞUZLU

Yeni bir yıla girdiğimiz bu haftalar, küresel siyasi dinamiklerin ne yöne evrileceğine dair bir öngörü sunmanın tam zamanıdır denebilir. Bu bağlamda yapılacak ilk tespit, milliyetçiliğin ve jeopolitik düşüncenin cazibesinin giderek artacağıdır. Bugün, liberal uluslararasıcılar ve Kantçı idealistlerin beklentilerinin aksine evrensel laiklik, insan hakları, kozmopolit ahlak, sınırsız küreselleşme ve çok-kültürlülük prensiplerinin hakim olduğu; sınırları olmayan bir dünyaya geçişin eşiğinde değiliz. Liberal dünya düzeni üzerindeki baskı, liberal olmayan güçlerin dünyanın pek çok yerinde hâkimiyet sağlamasıyla yoğunlaşıyor. Putinciliğin siyasi bir ideoloji olarak yükselişi, muhtemelen yeni taraftarlar bulacak. Yalnızca Kantçı siyaset denemelerinin en başarılı örneği olarak bilinen Avrupa Birliği değil, aynı zamanda Batı dışı dünyanın yükselen güçleri de ciddi bir varoluş krizi içindeler. Dış politika uygulamalarında Westfalyan dış ve güvenlik politikaları ivme kazanıyor ve bu süreç liberal uluslararasıcı hayali aşındırıyor. Günümüzde muhafazakâr değerler, güçlü ulus-devlet algısı, güçlü liderlik beklentileri ve devlet destekli ekonomik kalkınma modeli revaçta.

Amerika Birleşik Devletleri, Donald Trump’ın başkan seçilmesiyle beraber reelpolitik dış politika yaklaşımı, korumacı ekonomi anlayışı, küreselleşme karşıtlığı ve içe dönük Amerikancılık temelinde kendini yeniden tanımlıyor. Eski Amerikan başkanlarının aksine Trump, Anglo-Sakson-Protestan-Beyaz Amerikalıların geleneksel değerlerinin korunmasına çok önem veriyor ve Amerika Birleşik Devletleri’nin Soğuk Savaş’ın bitiminden bu yana ivme kazanan küreselleşme sürecinden büyük oranda zarar gördüğünü düşünüyor. Trump, 19. Yüzyıl Amerikan başkanlarından olan Andrew Jackson’ın izinden giderek Amerika Birleşik Devletleri’ni kendi değerlerini dünyanın geri kalanına ihraç etmekten uzak durmaya çağırıyor ve temel güvenlik tehdidi olarak da bu değerlerin küreselleşme sürecine paralel olarak aşınmasını görüyor. Trump’a göre Meksikalılar, Müslümanlar, Çinliler ve diğerlerinin saf Amerikan toplumuna sızmaları engellenmezse gerçekten ‘Amerikan’ olan her şey hızla yok olacak.

Trump döneminde NATO meşruiyetini kaybedecek. Ülkeler, birbirleriyle artık daha fazla kısa vadeli çıkar ortaklıkları temelinde işbirliği yapacak.

İkinci küresel beklenti, büyük güçler arasındaki işbirliğinin dünyanın çeşitli yerlerindeki siyasi ve güvenlikle ilgili sorunların çözülmesinde daha fazla gündeme geleceğidir. Bundan böyle ortak değerlere ve katı tehdit algılamalarına dayanan uzun vadeli ittifak ilişkileri ve sarsılmaz stratejik ortaklıklar yerlerini büyük olasılıkla pragmatik ihtiyaçlara ve ortak konjonktürel güvenlik algılamalarından kaynaklanan kısa vadeli ve sorun odaklı pragmatik stratejik işbirliklerine bırakacak. Müttefiklerinin sırtlarını ABD’ye dayamalarından rahatsız olan Trump’ın döneminde NATO meşruiyet kaybına uğrayacak ve inandırıcı bir güvenlik örgütü olmaktan uzaklaşacak. Bunun yanında Rusya’nın, transatlantik ittifakını potansiyel Putin hayranı liderlerle/ülkelerle daha güçlü ve samimi ilişkiler geliştirerek bölme çabaları ivme kazanacak. Bundan böyle yirmi sekiz NATO üyesi ülkenin ortak tehdit algılamaları ve güvenlik politikaları etrafında bir araya gelmesi zorlaşacak.

Ülkeler; güç kapasiteleri, coğrafi konumları ve kimliksel değerleri fark etmeksizin birbirleriyle artık daha fazla kısa vadeli çıkar ortaklıkları temelinde işbirliği yapacaklar. Birbirinden farklı uluslararası ve bölgesel organizasyonlara üyelik, bu organizasyonların temsil ettikleri değerlere bakılmaksızın uluslararası ilişkilerde sık rastlanan bir uygulama olacak. Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği girişimlerini sürdürürken aynı zamanda Şangay İşbirliği Örgütü ve Avrasya Ekonomik Birliği’ne katılma çabaları bu anlayışın bir örneği olarak daha fazla kendinden bahsettirecek.

ÖZGÜRLÜK VE GÜVENLİK DENGESİ

Üçüncü küresel trend, güvenlik ve özgürlük arasındaki dengenin giderek daha fazla güvenlik lehine tanımlanacak olması. Ulus-devletlerin kendi sınırları içinde güvenlik ve refahı sağlama ve ulusal aidiyeti pekiştirme yönündeki çabaları yoğunlaşacak. Son yıllarda sınır-ötesi terörizm ve göç hareketleri ile sermayenin küreselleşmesi süreçleri hız kazandı. Bunun yanında birçok üçüncü dünya ülkesinde devlet yapılarının erozyona uğraması, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde yaşayan insanların güvenlik endişelerini artırdı. Bu durum, sağlam ulus-devlet yapılarının insanların güvenlik ve refah ihtiyaçlarını karşılayacak en önemli aktör oldukları yönündeki algıyı güçlendirecek. Sınırların ötesine değer ihraç etmek ve başka coğrafyalarda ulus inşa etmek yönündeki dış politika eğilimleri azalacak. Sınırların içinde güvenlik üretip refah sağlayabilen güçlü devletler kurmak moda olacak. Belirsizliklerin hızla arttığı bir küresel ortamda topraksal bütünlüğün ve ulusal egemenliğin korunması birçok ülkenin dış ve güvenlik politikalarının merkezine oturacak.

Trump’ın ABD başkanlığına seçilmesi, gelişmiş Batı ülkelerinde finansal küreselleşmeye ve serbest ticarete karşı artan eleştiriler, Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden çıkmaya karar vermesi, Avrupa Birliği üyesi ülkeler arasında bütünleşme karşıtı ve popülist siyasi hareketlerin canlanması, dünyanın çeşitli yerlerinde liberal olmayan demokrasilerin ve otoriter devlet uygulamalarının ivme kazanması ve birçok devletin ulusal bağımsızlıklarını ve toprak bütünlüklerini korumayı dış politikalarının merkezine koymaya başlamaları, güvenliğin özgürlükten daha öncelikli olmaya başladığını gösteriyor.

ULUSAL KİMLİĞİN YENİDEN İNŞASI

Son birkaç yıldır geniş Orta Doğu bölgesinin hızlı bir şeklide anarşi ve kaos üretir bir ortama dönüşmesi, işleyen devlet mekanizmalarının olmadığı yerlerde özgürlük ve demokrasinin kök salamayacağını net bir şekilde ortaya koydu. Küreselleşme ve karşılıklı bağımlılık yönlü ilişkilerin ivme kazandığı günümüzde, sınır dışındaki tehditler sadece sınır dışında kalmıyor ve kısa sürede sınır içini etkilemeye başlıyor. Türkiye’nin sonu gelmeyen Suriye krizi bağlamında yaşamakta olduğu güvenlik endişeleri, tehditlerin sınır tanımadığını ve güçlü devlet yapılarının varlığının bu tarz tehditlerle mücadele etmede ne kadar hayati olduğunu şüpheye yer veremeyecek kesinlikte gösteriyor. PKK ve onun Suriye uzantısı olan PYD-YPG’nin temsil ettiği ayrılıkçı terör, IŞİD’in temsil ettiği dinci terör ve FETÖ’nün temsil ettiği varoluşsal-sinsi terör tehlikeleriyle mücadelede yapılması gereken, Türkiye’nin devlet kapasitesini bir an önce güçlendirmek ve eşzamanlı bir şekilde Türkiye’nin ulusal kimliğini toplumun bütün farklı kesimlerini kapsayacak şekilde yeniden oluşturmak.

DIŞ POLİTİKADA REALİST DÖNÜŞÜM

Dış politikada liberal ve kimliksel yaklaşımların yerini artan oranda gerçekçi/realist yaklaşımlara bırakacak olması altı çizilmesi gereken bir diğer nokta. Bu bağlamda Türk dış politikasında son zamanlarda gözlemekte olduğumuz gerçekçi/realist dönüşüm güzel bir örnek sunuyor. Arap Baharı’nın ilk günlerinin aksine, Türk karar vericiler güney komşularının nasıl yönetildikleri hakkında artık daha az konuşuyor ve Türkiye, artan oranda, bölgesel rakipleri olan Rusya ve İran’la daha fazla işbirliğini kovalıyor. IŞİD, PKK ve FETÖ’den kaynaklanan varoluşsal güvenlik tehditleriyle mücadelede bölge çapında devletlerarası işbirliği artık daha fazla dillendiriliyor. İdealist “komşularla sıfır sorun” politikası yerini gerçekçi/realist “dostları artırıp düşmanları azaltmak” politikasına bırakıyor.

Trump yönetimindeki ABD ve ABD’nin Avrupalı ortakları zamanlarının çoğunu iç sorunlarına harcarken Batı dışı küresel aktörler daha etkin olacak.

Küresel ölçekte dış politikada realist/gerçekçi dönüşüm belki de en bariz şekilde Trump’ın Amerikasında ortaya çıkacak. Bilindiği üzere, ülke dışında liberal demokrasiyi teşvik girişimlerinden vazgeçme çabaları, küresel ve bölgesel güvenliğin sağlanmasında sorumlulukları diğer aktörlerle paylaşma girişimleri, Orta Doğu’daki Amerikan askeri varlığını azaltma politikası, Avrupa’daki müttefikleri savunmaya daha fazla para harcamaya zorlama gayretleri, Çin’in yükselişini kontrol altına almak ve bölgedeki müttefiklerinin güvenlik endişelerini azaltmak adına stratejik ilgiyi Uzak Doğu Asya’ya kaydırma eğilimi, İran ve Küba gibi eski düşmanlarla barışmaya yönelik adımlar analistlerce “Obama doktrini” olarak adlandırılıyor. Trump büyük ihtimalle bu tarz pragmatik ve gerçekçi dış politika uygulamalarına devam edecek. Trump, NATO gibi çok taraflı güvenlik örgütlerinden hoşlanmadığını açıkça belli etti. Ancak büyük güçlerle işbirliğini ikili zeminde desteklemeye muhtemelen devam edecek. Bu tarz Amerikan politikaları, Rusya ve Çin gibi küresel aktörleri kendi çevrelerinde daha iddialı davranmaya sevk edecek.

Son olarak, Batılı güçlerin küresel siyasetteki başat konumlarının kademeli olarak gerilemesi ve ABD liderliğindeki liberal dünya düzeninin erozyonu muhtemelen 2017’de de devam edecek. Trump yönetimindeki ABD ve ABD’nin Avrupalı ortakları zamanlarının çoğunu kendi iç sorunlarını çözmeye harcarken Batı dışı küresel aktörler daha etkin konuma gelecekler.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.

Görüşler Haberleri