Hindistan, yalnızca baharatın ve renklerin ülkesi değil. Aynı zamanda derin kökleri olan gelenekleri, kadim şehirleri ve her biri ayrı ruh taşıyan bölgeleriyle bir yaşam biçimi. Tıpkı Türkiye gibi; farklı bölgeleri, kültürleri, iklimleriyle büyük bir çeşitlilik barındırıyor. Ve bu çeşitliliğe cevap veren bir marka varsa, o da Royal Enfield.

Ben Jaipur’da, yani Hindistan’ın “Pembe Şehri”nde kaldığım dönemde tanıştım bu motorlarla. Şehir, tarih ve modernliği öyle dengeli yaşıyor ki, Royal Enfield de orada bir yaşam stilinin parçasıydı. Sabah sporumu yapar, gün içinde Royal Enfield atölyelerine uğrardım. O dönem hayatımın çok özel, ama bir o kadar da karmaşık bir zamanına denk gelmişti. Annemi yeni kaybetmiştim. Aynı günlerde, şimdi hayat arkadaşım olan eşimle flört ediyorduk. Aramızda mesafeler vardı. Hem hasret, hem hüzün, hem de yeni bir şeylerin filizlenme heyecanı kalbimdeydi.

İşte Royal Enfield, bu duyguların arasında bana eşlik ediyordu. Kiraladığım Enfield’lerle Jaipur’un dışındaki mermer fabrikalarına giderdim. İşin ağırlığı, içimdeki dalgalanmalar, Hindistan’ın tozlu rüzgârları ve Royal Enfield’in tok sesi… Her şey birbirine karışırdı. Sanki o motor, yalnızca beni bir yerden bir yere taşımıyordu; aynı zamanda hayatımın yeni dönemine doğru sürüklüyordu.
Royal Enfield, 1901’de İngiltere’de doğdu ama asıl ruhunu Hindistan’da buldu. 1955’ten bu yana Chennai’de üretiliyor. “Made Like a Gun” sloganı, boşuna değil. Dayanıklı, ağırbaşlı ve gösterişten uzak yapısıyla bir karakter taşıyor. Askeriyeden çiftçiye, şehirlerden dağ köylerine kadar Hindistan’ın yedi bölgesinde aynı güveni sunuyor.
Türkiye içinse Royal Enfield, yabancı değil. Hem arazide hem şehir içinde kullanıma uygun yapısı, uygun fiyatlı yedek parçası ve sade mühendisliğiyle Türkiye’nin yedi bölgesine de hitap ediyor.
Ve belki de en önemlisi: Royal Enfield, Türk’ün göçebe ruhuna yabancı olmayan bir duruş sergiliyor. Bizler tarih boyunca atımıza, silahımıza ve ailemize duyduğumuz sadakati hep içimizde taşıdık. Bu yüzden bu motorlar da, sadece bir ulaşım aracı değil — bir yol arkadaşı, bir yoldaş. İç Anadolu’nun bozkırlarında, Karadeniz’in dik rampalarında, Ege kıyılarında ya da Güneydoğu’nun sonsuz gün batımında… Royal Enfield’le yolda kalmazsınız. Çünkü onun selesinde biraz Akıncı ruhu, biraz Kuva-i Milliye inadı vardır.

Malum, ülkemizin ekonomik koşulları bugün birçok insanın hayal kurmasını bile zorlaştırabiliyor. Fakat Royal Enfield, sadece bir motosiklet değil — aynı zamanda hayal kurabilmenin kapısını aralayan bir sembol. Uygun fiyatı, minimal elektronik donanımı ve mekanik sadeliğiyle hem erişilebilir hem de uzun ömürlü bir araç. Yani hem cebinize, hem yüreğinize hitap ediyor.
Bu motorlar fazla şımartılmak istemez, gösteriş peşinde değildir. Fakat ona güvenen sürücüsünü, Türkiye’nin coğrafi ve iklimsel değişikliklerinde asla yarı yolda bırakmaz. Çünkü bu motorlar zorlukla büyümüş, toprakla iç içe geçmiş halklar için yapılmıştır. Tıpkı bizler gibi.
Royal Enfield, benim için Hindistan’ın sadece yolları değil, ruhuyla da tanışmam demekti. İçimdeki boşluğu taşımaya yardım eden, mesafelere anlam katan, yeni bir hayata geçerken beni taşıyan bir arkadaştı. Belki de o yüzden, motoru her çalıştırdığımda, sadece yola değil, kendime de biraz daha yaklaşıyordum.
